- 16.03.2011 00:00
Japonya’daki deprem bize küresel ekonomiyi ve onun temel dinamiklerini anlatan birçok özellik taşıyor. İlk tespiti yapalım; aslında depremden hemen sonra küresel piyasalar deprem olmamış gibi davranmaya devam etti. Japon Merkez Bankası’nın (BOJ) açıklamaları beklendi; tamam açıklamalar olması gerektiği gibiydi. Orta vadede BOJ, piyasaların gerekli duyduğu likiditeyi ve güveni sağlayacaktı. Ortalık biraz sakinleşti... Ama Nükleer sızıntı bir anda “işleri” tersine döndürdü...
Eğer ki nükleer sızıntı olmasaydı Japonya’nın ve tabii ki küresel ekonominin işi kolaydı. Piyasalar da bunu bildiği için, daha düne kadar, hiç deprem olmamış gibi davrandı. Ancak nükleer sızıntı gerçeği bu “iyimser” havayı bir anda dağıttı. Başbakan Naoto Kan’ın ciddi radyasyon uyarısı piyasalar tarafında da yankı buldu. Şu nükleer sızıntı meselesine geleceğiz ama eğer ki nükleer sızıntı şoku olmasaydı piyasalar ve Japon ekonomisi niye rahattı onu anlatalım.
Size iki tarih vereceğim; birincisi hemen İkinci Dünya Savaşı sonrası... Bu tarihte Japon ekonomisi 1868’den beri inşa ettiği fiziki alt yapının yarısına yakınını kaybetti. ABD’nin işgalle birlikte gelen yardımı ve Japon devletinin elektrik enerjisi, kömür, demir-çelik gibi dışsallık yaratan alanlara yatırım yapması ve yeniden inşa ekonomisi; inşaat, demir-çelik gibi öncelikli sektörleri bu dönemin ortalama büyümesi olan yüzde 9’un üzerinde büyüttü. Ama bu dönemde Japonya, çok önemli bir şey daha yaptı; yeni teknolojileri geliştirecek ve ABD’de savaş sonrası hızla ayağa kalkan “Silikon Vadisi” ekonomisi ile yarışacak yeni bir eğitim anlayışına ve uygulamasına geçti. İşte bu anlayış, bugünkü Japon ekonomisini geometrik bir hızla yarattı.
Şimdi ikinci tarihe gelelim: 1995 Kobe depremi... Bu deprem, şimdiki depremden daha büyük bir ekonomik tahribat yarattı. Çünkü depremin merkezi şimdiki gibi görece düşük sanayileşmeyi barındıran bölgeler değildi. Sanayi kalbinden vuruldu ve yaklaşık 500 milyar dolarlık bir zarar oluştu. Ancak 1995’te çok önemli bir şey daha oldu. Clinton ve Greenspan ikilisi AB’yi ve Japonya’yı ipten alan anlaşmaya imza attılar. Bu anlaşma iktisat tarihinde “Ters Plaza” anlaşması olarak anılır. Çünkü 1985’de yine başta Almanya ve Japonya olmak üzere ABD’nin, kendisini takip eden, gelişmiş ülkelerle yaptığı ve doların devalüe edilmesi ile sonuçlanan “Plaza Anlaşması’nın” tam tersiydi. Doların başta Mark ve Yen olmak üzere belirleyici paralar karşısında değeri yükseltiliyor ve ABD, bu anlaşmayla Bush dönemi ekonomisine adım atarken, Japonya büyük durgunluktan yine, ikinci savaş sonrası olduğu gibi, ABD sayesinde kurtuluyordu. Kobe depremi ve Ters Plaza Anlaşması, uzatmaları oynayan Japon ekonomisine verilen bir serumdu. ABD ve doğa bir kez daha Japon ekonomisine yapacağını yapmış ve onu ipten almıştı. İşte piyasalar, deprem sonrası, yine Kobe’yi, İkinci Dünya Savaşı sonrasını hatırlayarak derin bir “oh” çektiler; ta ki nükleer sızıntı sonucu oluşan bulutların Tokyo’ya sürüklenmeye başlamasına kadar... Nikkei, sızıntı haberleri ile birlikte, deprem sonrasından, daha sert düşüşler yaşadı. Temel emtialarda sert satışlar ve fiyat düşüşleri gelmeye başladı. Nükleer tehlike sürdükçe bu belirsizlik ve kaos sürecek. Tam burada şunu söyleyebiliriz: Japonya depremi ortaya çıkarmıştır ki nükleer enerji dâhil sanayi kapitalizminin sürdürücüsü olan tüm enerji kaynakları artık ekonomik ve politik olarak “sürdürülebilir” değildir. Peki, o zaman alternatif nedir?
Yeni Ortadoğu ve 2050’ye kadar alternatif enerji
Bakın size gelecekteki Ortadoğu’yu da anlatacak bir projeden bahsedeyim: Çöl Teknolojileri Vakfı (Desertec)... Yakın zamanda kurulan bu vakfın arkasında ABB bir gibi enerji devi var. Vakıf, başta Sahra Çölü olmak üzere K. Afrika’da dev güneş enerjisi yatırımları yapmak üzere kurulmuş. Vakfın sitesindeki giriş sloganı ise şu: “Çöllerin 6 saat içerisinde aldığı güneş enerjisi miktarı tüm dünyanın tükettiği yıllık enerjiden fazladır.” Vakfın diğer ortakları da ilginç: Solar Milenium AG. Bir Alman şirketi ve Amerika California’da bin MW lık dünyanın en büyük güneş enerjisi yatırımını yapıyor (Bu, şu andaki en büyük nükleer santral kapasitesine eşit bir güç). Vakıf, 20 Ocak 2009 da kurulmuş. Kurucular arasında Hassan Bin Talal (Ürdün eski kralı Hüseyin’in kardeşi) de var...
Desertec, Mısır ve Tunus devrimlerinden sonra bölgedeki gelişmeleri selamlayan açıklamalar yaptı.
Sonuç olarak Desertec gibi girişimler bize 21. yüzyılın yeni enerji kaynaklarını anlattığı gibi, küresel, sınırsız bir değişimi ve biten 20. Yüzyıl paradigmasını anlatıyor. Ama bu, “sınırları” tanımayan değişime direnini, hem doğanın hem de siyasetin rüzgârıyla yerle bir eden bir deprem aynı zamanda...
İstanbul’daki ‘Değişim Zirvesi’ de bunu ortaya koymadı mı zaten...
Yorum Yap