- 12.10.2011 00:00
Şu kriz mevzusu giderek akıldışı bir yola doğru kayıyor. Dün bütün Avrupa beş milyon nüfuslu bir ülkenin parlamentosuna bakarak günü geçirdi.
Piyasanın beklentisi Slovakya Parlamentosu’nun Avrupa Finansal İstikrar Fonu’nun (EFSF) genişletilmesine onay vereceği yönündeydi ve bu beklenti üzerine ufak bir oyun oynandı. Şimdi aksi bir durumda nasıl küçük bir kıyametin kopacağını tahmin edersiniz. Ancak, EFSF 440 milyar Euro’ya çıksa bile bu neyi değiştirir; zaten Avrupa Merkez Bankası Başkanı Trichet, EFSF’ye bir kaldıraç olarak baktığımızda bile bize göre yetersiz diyerek tam da bu durumu anlattı oylama öncesi. Şimdilik ortalıkta sanal bir kapkaç oyunu dönüyor. Ama işin sahici tarafı, dünden itibaren Fransa’da kendini gösterdi. Fransa’daki 5 büyük işçi konfederasyonu, ‘kemer sıkma politikalarını’ protesto etmek için greve çıkma kararı aldı. Demek ki ‘piyasaların’ aksine Fransa’da çalışanlar krizin akıbeti hakkında pek olumlu beklentilere sahip değiller.
Dün Başbakan Erdoğan, grup konuşmasında, Sarkozy’ye ‘sen önce kendine çeki düzen ver’ derken, Sarkozy gibilerinde somutlanan hâkim ulus-devlet belirleyiciliğinin ve bunun liderliğinin bittiğini anlatıyordu belki ama biten, bundan da öte, bir ‘uygarlığın’ yüzyıllardır inşa ettiği temel dayanaklar idi. Bunu şu günlerde en çok Nobel’de anlamak mümkün.
Kapitalizm tarihinin en büyük krizini (dönüşümünü) yaşıyor. Çözüm ufukta henüz yok. Nobel gibi kendi alanında öncü olmuş, dönüşümün kuramsal altyapısını oluşturmuş çabalara verilen ödül, krizin tam ortasında, sahici olmayan kısırdöngüleri modelleyen çalışmalara veriliyor. Nobel alan Sargent ve Sims’in geliştirdikleri, bildiğimiz ‘Rasyonel Beklentiler Teorisini’ makro iktisadi değişkenlerle sınamaktan başka bir şey değil.
İşin özü şudur: Keynes’in ikinci savaş öncesi ortaya koyduğu teorinin, yeni dönemde önemli açıkları olacağını ve teorinin aslında olağanüstü bir dönemin ürünü olduğunu bilen Keynes sonrası iktisatçılar, devletin daha az etkin olacağı, klasik teorinin tekelci dönemdeki uygulama alanları üzerinde çalışmaya başladılar. Arz yönlü iktisat ve parasalcı yaklaşım bu çabanın ürünü olarak ortaya çıktı. Daha az vergi, daha az kamu harcaması, düşük ücretler ve anti-enflasyonist politikalar eşliğinde piyasanın yolunu kendiliğinden bulacağını söyleyen bir dünyaydı bu. Bu dünyaya yetmişli yıllarda, John F. Muth’un 1961’de ortaya attığı Rasyonel Beklentiler Teorisini geliştiren Sargent gibiler katıldı.
Yorum Yap