- 19.07.2015 00:00
Bayram sonrası Türkiye’nin gündemi ağır... Gündem deyince bu, bence iki türlü... Birincisi bize medya ile “konuşturulan-tartıştırılan” gündem. İkincisi, bizim-şimdilik- konuşmadığımız, tartışmadığımız gündem.
Yani İstanbul Boğazı’nı düşünün, hep söylenir ya, Boğaz’ın metrelerce altında başka bir yeraltı nehri var diye. Bizim konuşmadığımız, esas gündem böyle bir şey işte... Esas olan biten sizin haberiniz olmadan bu yeraltı nehrinde akıp gidiyor; siz ancak, bu yeraltı nehri gün yüzüne çıktıktan sonra, olan biteni tartışıyorsunuz. Şu günlerde eğer “esas gündemi” konuşacaksak burada bize yardımcı olacak en önemli kavram “Asimetrik Savaş” kavramıdır.
Geçen sene sanıyorum Le Monde Diplomatique dergisinde görmüştüm. Semih Halef’in bu başlıkta bir yazısı vardı. Yazar, yaklaşık olarak, şunu anlatıyordu; “Asimetrik savaşla, içeriden gruplar, özel şirketler, parlamentolardaki hizipler, stratejik önemi olan bakanlıklar ve güvenlik birimleri üzerinden, devletleri içeriden işgal ediyorlar.” Türkiye, bunu tespit etti ve şimdi bununla mücadele ediyor. Ancak iş burada bitmiyor; kurumsal işgal bir müddet sonra sosyolojik sinir uçlarını buluyor, bunları istediği zaman harekete geçirecek konuma getiriyor.
Darbe ve Asimetrik Savaş süreçleri...
Toplumda olması gereken sınıfsal, kültürel farklılıklar abartılarak kutuplaştırıcı bir siyasi dile dönüştürülüyor. Kitlelerin siyasi talepleri, istekleri asimetrik savaş kurumları tarafından kullanılıyor ve bu siyasetin meşru güçlerinin ya da devletin bildiğiniz yüzünün yönetemeyeceği bir hale varıyor. Artık bu noktadan sonra size asimetrik savaş kurumları hakimdir. Örneğin çok basit olaylarda devletin gereksiz sertlik kullanması ve bunun da yine asimetrik savaşın önemli bir unsuru olan medya ağının abartması iç savaşın kapılarını açıyor.
Türkiye’nin siyasi tarihinde böyle sayısız kanlı olay sayabilirsiniz. Gezi, bu konuda Türkiye için, belki en çarpıcı örnektir. Yine bizce hala devam eden 17 Aralık darbe girişimi de çok çarpıcı bir asimetrik savaş örneğidir.
Asimetrik savaş süreçleri tıpkı darbe süreçleri gibi, bıçakla kesilir gibi bitmez. Zaten bu süreçlerin ne zaman başladığını bilemezsiniz. Çünkü başladığını sandığınız-ilan edilen- tarih olgunlaşmış durumun açığa çıkmış halidir. Örneğin 17 Aralık, 17 Aralıkta başlamamıştır, tıpkı 12 Eylül’ün 12 Eylül’de 28 Şubat’ın 28 Şubat’ta başlamadığı gibi. Peki hem 12 Eylül hem de 28 Şubat süreçleri bitti mi, ya da bittiyse ne zaman bitti; buna da kesin bir cevap veremezsiniz, bu süreçleri oluşturan dinamikler, sınıfsal talepler ve sosyolojik gerçekler ortadan kalkmadan bu süreçler bitmez. Bugün Türkiye’de hala 12 Eylül darbesini yapan, 28 Şubat’ın bin yıl süreceğini söyleyen gerici sermayenin talepleri devam ediyor, çünkü bu sermaye hem iktisadi olarak hem de sosyolojik olarak hala bizim bağrımıza bir hançer gibi saplı duruyor.
Bitmedi, devam ediyor...
Bu 12 Eylül ve 28 Şubat yapıları, 2008’den beri Erdoğan’ın onları geriletmesine direniyor ve tam anlamıyla bir asimetrik savaş yürütüyorlar. 17 Aralıkta da gördük ki, bu yapı, bir önceki asimetrik savaş gücünü FETÖ ile tasfiye edip onun yerine FETÖ’nün devlet içindeki paralel yapılanmasını geçirmek istemiş. FETÖ liderinin hem 12 Eylül’deki konumuna ve 12 Eylül’ü destekleyen sözlerine ve “vaaz”(!) larına bakın hem de 28 Şubat’ta ki Erbakan Hoca düşmanlığına ve askerden çok 28 Şubatçı olmasına bakın... Çok açıktır... FETÖ, kendinden önceki asimetrik savaş gücünü tasfiye etmeye de memur edilmişti zaten. Çünkü bu asimetrik güç, soğuk savaşın şartlarında oluşturulmuş, anti-Sovyet cephenin Gladio’sunun Türkiye koluydu ve tarihsel işlevini doldurduğu gibi ayak bağı da oluyordu. Türkiye için 1979 Humeyni örneği bir karşı devrim tasarlanmıştı. Burada kullanılan asimetrik savaş örgütünün İran konusundaki görüşlerini biliyorsunuz. İran konusunda İsrail’in resmi görüşünü tekrar ediyorlardı. Şimdi Türkiye’de bu asimetrik savaş örgütünün 17 Aralık’ta başarılı olduğunu düşünün...
Amaçladıkları budur...
Karşımızda nasıl bir tablo bulacaktık; şöyle: Mısır darbe sonucu çemberin içinde, İran Batı ile anlaştı ve içeriye alındı, Türkiye’de de asimetrik savaş örgütü iktidarda olacaktı. Türkiye’nin bütün stratejik kamu varlıkları blok özelleştirme ile dışarıya aktarılacaktı, Erdoğan’ın 2008’den beri ısrar ettiği, üretime dönük ekonomi, tam anlamıyla yeniden Dervişgillerin eline geçecek ve gerçekleşen bütün yatırımlar yok olmak üzere uyutulurken, devam edenler durdurulacaktı. İşsizlik ve enflasyon hızla yukarı çıkacak ve ülke yeniden derecelendirme kuruluşları ve IMF gibi kurumların eline verilecekti. Anadolu’da ayağa kalkmaya başlayan KOBİ ekonomisi yeniden 12 Eylül’ü 28 Şubat’ı yapan tekelci sermayenin eline verilecekti. Enerji ve alt yapı yatırımları duracaktı. Yani ekonomi yeniden CHP’nin seçim vaadinde dile getirdiği gibi, bir ambalaj ekonomisine dönüştürülecekti. 27 Mayıs ve 12 Mart Türkiye’yi bu tekelci sermayenin isteği ile bir montaj üssüne ve borç ekonomisine dönüştürmüştü. Şimdi ise yeniden 28 Şubatçı bir ambalaj ve borç ekonomisi geri gelecekti.
Çin, G. Kore ve Türkiye...
Bakın 28 Temmuz’da Cumhurbaşkanı Çin’e gidiyor, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a kalabalık bir DEİK heyeti de eşlik edecek. Çin ve G. Kore ile Türkiye’nin ekonomi alanında teknoloji ve serbest dış ticareti öne alan buluşması çok önemlidir. Bu buluşmadan en çok bugün Türkiye’nin dış ticaretine pozitif katkı yapan, yani dış açık değil, dış fazla veren, KOBİ’ler yararlanacaktır. Çünkü tekellerin elindeki teknolojiyi, imkanları aşan, yeni ortaklıklar yapacaklar, yeni büyüme sermayesi ve teknolojisi ithal edeceklerdir. Ama asimetrik savaşçıların galip geldiği bir Türkiye’de bu olabilir miydi? Hayır tabii ki... Zaten Cumhurbaşkanı yerinde otursun derken tam da bunu istiyorlar. Cumhurbaşkanı’nın yüze yakın iş sahibiyle Çin’de G. Kore’de ne işi var değil mi, o sadece sizin yapacağınız teslimiyet yasalarını imzalasın değil mi? Bunun için de geçen hafta Cumhurbaşkanı’nın yaptığı bir iftar konuşmasında, “ben Türkiye’nin bütün stratejik yatırımların arkasındayım, bunlar ne olursa olsun devam edecek” demesine fena içerlemişler. Bu asimetrik savaş medyasının yazarları bunu iki gün yazıp durdu.
Türkiye’nin esas gündemi işte bu asimetrik savaştır. Bunu bilelim... Bu anlamda hem 12 Eylül sermayesinin hem de 28 Şubat güçlerinin iktisadi ve siyasi olarak halen ayakta olduğunu, bunların küresel patronlarının da, Latin Amerika’dan Ukrayna’ya oradan Mısır’a ve Yunanistan’a kadar çok şiddetli bir asimetrik savaş yürüttüklerini ve başarılı olduklarının altını çizelim. Türkiye’de bu asimetrik savaşın içindedir. Türkiye’de önlerindeki en büyük engel de Erdoğan’dır. Bütün hesapları ve saldırıları bunun üzerinedir.
Yorum Yap