- 23.04.2015 00:00
Seçim bildirgesine sıkışmış ekonomi metinlerinin (vaatlerin) ciddi olduklarını varsayarak tartışmak pek mantıklı daha doğrusu mantıkla yapılacak bir faaliyet gibi gelmiyor bana. Ancak AK Parti’nin, IMF’siz yıllarını ve burada Erdoğan zoruyla yapılanları anlamlı ve bunun da devamının getirilmesini önemli bulduğum için AK Parti’nin söyledikleri tabii daha sahici…
Şimdi izliyorum CHP, AK Parti’den ekonomi kopyası çekiyor ve birtakım vaatlerde bulunuyor. Bunların yapılıp yapılmayacağı üzerinden bir tartışma var. Kaynak bulamaz falan deniyor; ben bunun pek kaynak meselesi olduğunu da sanmıyorum.
Ekonomi, politikanın likit yani az yoğun halidir ve politikada olan burada da vardır; yani ekonomide de tercihler sizin yolunuzu belirler; bulup bulamayacağınız kaynaklar değil.
Kaynaklar ve ekonomi
Bunun için de … “ekonomi, kıt kaynakların verimli kullanımını anlatan-bulan-bilimdir” tanımı doğru bir tanım değildir, belki içinde kaynak olan bir ekonomi bilimi tanımı cümlesi kuracaksak şöyle diyebiliriz, ekonomi, kaynakların adil kullanımını anlatan-anlatma çabası içinde olan- sosyal bir bilimdir. Bu son tanımda iki kritik ayrım var; birincisi, kaynak kelimesinin başında kıt kelimesi yok; ikincisi, sosyal ve adil kelimeleri… Sosyal olunca insan oluyor tabii; ekonominin özüne insanı koymadan o’nu anlatamazsınız, ikincisi kaynakların olup olmadığı değil, kaynakları kim/kimler için kullanacağız önemlidir.
Bu demokrasi gibidir; örneğin eski Yunan’da da demokrasi vardı ama bu köleler için değil, köle sahipleri için demokrasi idi. Bugün de öyledir; bazıları için “demokrasi” olan diğerleri için “diktatörlük” olabiliyor.
Şimdi bu girişe bağlı olarak, bu konuda, doğru tartışmada, kaynakları nasıl kullanacağımız ikinci önceliktir; birinci öncelik kaynakları kim/kimler için kullanacağımızdır. Zaten kaynakların adil dağılımı, piyasa mekanizmasını da doğru kuracağından, etkin (verimli) kullanımı da kendiliğinden getirecektir.
Erdoğan’ın vizyonu
Şimdi, Erdoğan’ın 2008 yılında, IMF’yi kovarak ipleri eline aldığı 2008 yılından itibaren AK-Parti, 2001 krizinden sonra dayatılan Derviş programını-tıpkı 12 Eylül Anayasası’nın delinmesi gibi- deldi ve deldiği ölçüde de kaynakları adil kullanarak, 2010 Referandumunda, 2011 seçimlerinde ve Cumhurbaşkanlığı seçiminde çok önemli bir başarı sağladı. Burada yapılan anti-tekel düzenlemeler, Anadolu’da ihracatçı KOBİ’ler için yapılan altyapı yatırımları, yollar, limanlar, demiryolu ağları, şehirlerde metro ve ulaşım ağları, sağlık reformları yoksul ve orta sınıfın nispi gelirini yukarı çekti ve yoksul-orta sınıf geçişkenliği hızlandı. Şimdi önemli olan bunun artarak devam etmesidir.
Bütün bu süreçte, AK Parti ile geleneksel sermaye (küresel ve yerel) sınıfları arasındaki mücadele ve Erdoğan’a yönelik saldırılar bu temel aks üzerinden devam etti. Son faiz tartışmaları da esasında bunun tartışmasıdır. Cumhurbaşkanı, çubuğu (kaynakları) yoksul ve orta sınıfa daha da büktükçe ve Başkanlık Sistemi ile birlikte ekonomide de yapısal bir dönüşüm istedikçe bu saldırı yoğunlaştı. Bu saldırı büyük ölçüde, bir önceki yazıda anlattığımız çarpıtma, algı yönetimi üzerinden oldu. Ama şimdi ortaya çıkartılan CHP’nin ekonomi vaatleri, esasında bu saldırının bir başka ve örtülü bir veçhesidir de… Çünkü CHP programı, Erdoğan’ın ekonomi için söylediklerinin teknik ve sığ-gözboyayıcı- taklididir. Her taklit esasında öze yönelik bir saldırıdır.
Program ve popülizm
Ama CHP’nin ekonomisi, (!) neoliberal Derviş çizgisinin özünü koruduğu için de, aynı zamanda popülist bir sahtekarlıktır. Geçen gün Faik Öztrak, bir TV kanalında biz bu program için günlerdir çalıştık diyordu; sanıyorum Faik Bey, Derviş’le çalıştığı günleri anlatmak istedi. Derviş kararlarında imzası vardır ve bununla övünür kendisi. Şimdi hem öyle hem böyle olmaz. Bakın, eğer elinizdekinin tutarlı, üzerinde çalışılmış bir ekonomi programı olduğunu iddia ediyorsanız; “şunu yapacağım, bunu yapacağım, al sana kaynak” diyemezsiniz, bu laubaliliktir, halka ve seçmene saygısızlıktır. Bunun program olması için, ayrıca nasıl bir maliye ve para politikası uygulayacağını da söylemesi ve bu söylenenin, sizin öngördüğünüz sosyal tayınlamalarla örtüşmesi gerekir.
Bu var mı; hayır. CHP programı, var olan ekonomik kurumların statükosunun aynen korunacağını söylüyor. Faik Bey, Merkez Bankası için araç bağımsızlığı falan diyor ama esasında kastettiği araç ve amaç bağımsızlığıdır, CHP bunu, yalnız merkez bankası için öngörmüyor; tüm piyasa yapıcı denetleme kurumları için öngörüyor. Bu kurumların, seçilmiş iktidara karşı sorumsuzluğu CHP’nin temel hedeflerinden birisidir ve bu Washington Uzlaşısı’nın olmazsa olmaz maddelerindendir. Çünkü CHP, var olan ve günü geçmiş “parlementer sistemi” aynen korumayı amaçlıyor; bu siyasi hedefin otomatik ekonomik sonucu, bütün ekonomi kurumlarının, küresel sermayenin statükosuna bağlı olarak devam etmesi ve kamu bankalarının da şimdiki pozisyonlarını yitirmesi demektir.
Enerji olmazsa ekonomi olmaz
CHP, bütün bunlara bağlı olarak, AK Parti (Erdoğan) döneminin en önemli kazanımlarından birisi olan, Türkiye’nin enerji habı olması hamlelerini yok sayıyor ve buraya ilişkin geliştirici bir strateji önermiyor. Bunun anlamı, Irak petrolleri sevkiyatı ve anlaşmaları başta olmak üzere, TANAP ve diğer enerji projelerinin askıya alınmasıdır. Aynı şey Abdülhamid döneminde de olmuştur; Osmanlı’nın Irak coğrafyasında Abdülhamid döneminde yaptığı tüm petrol hamleleri, Abdülhamid’in, 1909’da devrilmesiyle kaybedilmiştir.
Çok benzerdir; o dönem, Kudüs’teki petrol yatakları, Musul ve Kerkük’teki petrol yatakları, Bağdat’taki petrol yatakları hepsi tek tek tespit edilmiş. Bir Neft Bakanlığı kurulmuştur. Bütün bunlara bağlı olarak yataklar, haritalandırılmış ve millileştirilmesi doğrultusunda adımlar atılmıştır. Ayrıca Abdülhamid, 1881 yılında Duyun-u Umumiye’nin Osmanlı Devleti’nin başına bela edilmesinden sonra bütün bu Musul, Kerkük, Bağdat ve Ortadoğu’daki petrol yataklarını kendi mülküne geçirmiştir. Duyun-u Umumiye’nin bunlara el koymasını Abdülhamid böyle önlemiştir. Bunlar padişahın kişisel mülkü olmuştur ama 1909’daki karşı-devrim sonrasında tekrar bu yataklar hazineye devredilmiş ve hazineye devredildikten sonra Duyun-u Umumiye bunlara el koymuştur. Yani Musul ve Kerkük elimizden 2. Abdülhamit’in hal edilmesinden sonra gitmiştir. Bir daha da hiçbir zaman geri alınamamıştır. Ve Lozan’ın en önemli şartlarından birisi Türkiye’nin Misak-ı Milli sınırlarına uzanmamasıydı. Şimdi inanın bir CHP ya da ona benzer bir teknokrat hükümetle-Erdoğan’ın devre dışı bırakılması ve Başkanlık Sistemi’nin engellenmesi- yapılmak istenen aynen budur.
CHP aslında ne diyor?
Sonuç olarak, CHP’nin ekonomi programı şunu anlatıyor, örtülü olarak şunu söylüyor: “Ey küresel sermaye ve onun yerli işbirlikçileri, biz CHP olarak, Washington Uzlaşısı’ndan temellenen, IMF’ci Derviş programını uygularız ama “aşağıdakilere” de, AK Parti kadar vererek, sistemik sorun oluşturmayız, siz merak etmeyin, toplumsal patlama falan olmaz.” Tabii hem Derviş programını-neoliberal çizgiyi- takip edip hem de bu kaynakları yoksula ve orta sınıfa yönlendiremezsiniz. Burada ısrar ederseniz duvara toslarsınız; ama yalnız CHP değil, kim olsa duvara toslar bundan böyle; onu da söyleyeyim; çünkü burada, tıpkı 12 Eylül Anayasası ve onun kurumları gibi, deniz bitti.
İşte CHP’nin olması imkansız vaadi, bol keseden attığı rakamlar değil budur esasında. Bakın CHP’nin, ne kadar IMF’ci, neoliberalizmden başka bir şey tanımayan iktisatçı-politikacı varsa öven ekonomiden sorumlu bir genel başkan yardımcısı var, sayın Böke’nin hemen hemen bütün söyleşilerinde ekonomide 2007-2008’den sonra işlerin kötü gittiği vurgusu öne çıkıyor. Ben ise tam aksini düşünüyorum; AK Parti işe yarar ne yaptıysa, Erdoğan’ın 2008’de IMF’yi kovup, GAP Eylem Planı’nı ilan etmesiyle başlayan süreçte yaptı ve bu süreçte yapılanlar, Cumhurbaşkanlığı dahil, bütün seçimleri kazandırdı…
Belki şu seçim ve ekonomi tartışmaları buradan ve bu persfektiften yapılırsa şimdiye değil, geleceğe de ışık tutar.
Yorum Yap