- 16.04.2015 00:00
Türkiye yine doların yükselişini konuşuyor; bu konuda endişe duyanlara hak veriyorum ancak buradan yola çıkarak kriz tellallığı yapanlar tabii ki haksız ve amaçları da, bir durum tespiti değil, seçim öncesi ekonomide de kaos ortamı oluşturmak. Ancak bu tabii ki olmayacak. Öncelikle şunu vurgulayalım; TL’nin dolar karşısındaki bu seviyesi için yakınanlar ve ezbere seviye tespiti yapanlar reel efektif döviz kuru değişkenine baksınlar. Önemli olan döviz kurlarındaki oynaklığın (volalite) önlenmesidir. Türkiye buradan da gerekli dersleri çıkartarak ve güçlenerek çıkacaktır.
Peki son yılların en büyük dolar konsolidasyonunun olduğu bu günlerde başta merkez bankamız olmak üzere, ilgili ekonomi kurumlarımız burada etkin olabilirler mi? Bizim buradaki görüşümüz nettir; böyle dönemlerde para politikasının etkinsizleşmesi ile karşı karşıya kalıyoruz. Ancak merkez bankamızın şu an uyguladığı “enflasyon hedeflemesi” programı, bize göre, yangına körükle gitmektir.
Enflasyon hedeflemesi çerçevesi aslında, birinci nesil finansal kriz teorilerine tepki olarak geliştirilen bir paradigmadır. Birinci nesil finansal kriz teorilerinin temeli genellikle Krugman (1979) modeline dayanmaktadır. Aslında bu model de Ortodoks IMF programlarının en önemli temel argümanlarından birinin genişletilmiş halidir. Krugman modelinde, denetim altına alınamayan devlet harcamaları kamu maliyesinde kronik açıklar meydana getirmesi varsayımı geçerlidir. Bu kronik sorun, ancak çok güçlü bir ‘dezenflasyon’ programıyla çözülebilir. Bu programların iki temel ayağı vardır; birincisi iç talebin hızla düşürülmesi ikincisi de nominal kur çıpasıdır.
Enflasyonu hızla düşürmek ve kurun değerlenmemesine yol açmak için hükümetler çok sert ve Ortodoks önlemler alırlar ki, bu önlemler ancak demokrasi dışı rejimlerde uygulanabilmektedir. Eğer ki enflasyon hızla düşmezse kur değerli hale gelir ve borçlu ülke ihracat yapmak için zorlanacağı için model bir müddet sonra daha büyük bir krizle çökmektedir. Türkiye’nin 2001 krizinde yaşadığı aynen bu olmuştur. Bu konuda Colvo ve Vegh (1999) modelin açmazlarını anlatırken aslında neoliberal paradigmaya da kapsamlı bir eleştiri getirirler. Dolayısıyla birinci nesil kriz teorilerinin çıkış noktası, IMF Ortodoks programlarıdır. Dolayısıyla, bu krizler karşısında geliştirilen çözüm önerilere de, küresel krizin bugün gelinen aşamasında, özellikle gelişmekte olan ülkelerin, dış dünyaya entegre olarak istikrarlı bir büyüme paradigması geliştirmesi için yetersiz olmakta hatta böyle bir aşamaya geçişi önlemektedirler.
Öte yandan, bu ekonomilerin dışa açık hale gelmesine paralel olarak, dalgalı kur rejimiyle paralel uygulanan enflasyon hedeflemesi çerçevesi de yalnızca finansallaşmaya dayalı bir büyüme patikasına yol açmakta ve para politikası açısı hem maliye politikası ile örtüşmemekte hem de bir müddet sonra, reel alanlara ve sanayiye dayalı büyümeyi gündemden çıkarmaktadır.
İktisat ders kitaplarında ‘Trilemma -Üçlü Açmaz’ olarak adlandırılan politika önerileri Kur ve Sermaye Rejimi ile Para ve Maliye Politikaları’ndan oluşan İstikrar Politikasının hangi şartlarda nasıl şekillenmesi gerektiğini bildiren bir teoridir. Kısaca açıklamak gerekirse, Nobel İktisat Ödüllü Robert Mundell’ın Mundell-Flemming modelinden yola çıkılarak elde edilen bu teori, sermaye tam hareketliyken: Dalgalı Kur Rejimi’nde istikrar politikasında ana unsurun aktif Para Politikası olması gerektiğini ve Maliye Politikası'nın da göreli olarak çok daha etkinsiz olduğunu, Sabit veya Kontrollü Kur Rejimlerinde istikrar politikasında ana unsurun aktif Maliye Politikası olması gerektiğini ve Para Politikasının da göreli olarak çok daha etkinsiz olduğunu, Dalgalı Kur Rejimi’nde ekonominin dış şoklara karşı korunaklı ve iç şoklara karşı hassas olduğunu, Sabit Kur Rejimi'nde ise iç şoklara karşı korunaklı ve dış şoklara karşı hassas olduğunu vurgulamaktadır.
Bu duruma göre 1990’lı yılların başında Kontrollü Kur Rejimi’nde ve 2000 yılının Sabit Kur Rejimi'nde istikrar politikasının ana unsurunun maliye politikası olması ve para politikasının ancak maliye politikasını tamamlayıcı mahiyette olması gerekmektedir. Yine 2008 Krizi öncesinde uygulanan Dalgalı Kur Rejimi’ne uygun olarak istikrar politikasının ana unsurunun aktif para politikası olması ve maliye politikasının da onu tamamlayıcı içerikte olması gerekmektedir.
1994, 2001 ve 2008 Krizleri öncesinde en temel politika hatası yukarıda bahsedilen temel prensiplere uymamak, hatta tam tersini uygulamak olmuştur. Aşağıdaki tabloda durumun özetlendiği görülmektedir.
Parasal Hedefleme ve Uygulaması
Enflasyon Hedeflemesi Programı’ndan vazgeçilmelidir. Bunun sebebi sadece kriz değil aynı zamanda bu programın kur rejimi ile çelişmesidir. Enflasyon Hedeflemesi programı kısa vadeli faiz hedeflemesi ile yürütülmektedir. Dalgalı Döviz Kuru Rejimi’nde ise hem kur ve faizler piyasada belirlenmekte, yani Merkez Bankası hiçbir müdahalede bulunmamakta, hem de aktif para politikası tek geçerli politika aracı olmaktadır. Eğer Merkez Bankası faiz hedeflemesine yönelmişse hem dolaylı yoldan kuru da sabitlemiş olacak hem de elindeki tek müdahale aracı aktif para politikasından vazgeçmiş olacaktır. Bunun yerine kur rejimi aynen kalmakla birlikte Merkez Bankası bir ‘Parasal Hedefleme Programı’ uygulamalıdır.
Bir Parasal Hedefleme Programı ile kastedilen Merkez Bankası’nın kur veya faiz üzerinde belirleyici rolünden vazgeçerek, dalgalı döviz kuru sisteminin sağladığı en etkili politika aracı olan aktif para politikasını kullanmasıdır. Bundan önce, özellikle 2000 yılındaki sabit kur rejimi ile birlikte uygulanan istikrar programına kadar, TCMB parasal hedefleme programları uygulamaktaydı. Ancak, bu programlarda uygulanan kur rejimi ‘kirli dalgalanma’ rejimi olarak adlandırılmaktadır. Buna göre, TCMB 1990’lı yıllar boyunca, fiyat istikrarını sağlamak amacıyla dar anlamlı para arzını kısa ve orta dönemli gösterge hedefler doğrultusunda yönlendirirken, kurun da aylık belirlenen maksimum ve minimum değerler arasında dalgalanmasına müsaade etmekteydi. Eğer kur bu bandın dışına çıkma eğilimi gösterirse Merkez Bankası müdahale ediyordu. Merkez Bankası’nın bir politika uygularken iki veya daha fazla ve bazı durumlarda birbiriyle çelişen salınımlar sergileyen iktisadi değişkenleri gösterge hedefi olarak seçmesi Merkez Bankası’nın politika uygulamasının etkinliğini azaltan bir unsurdur. Yani, kur politikası ve para politikası belli koşullar altında birbiriyle çelişmekteydi. Tıpkı bugün olduğu gibi. Burada biz çok değişkenli bir maliye politikası reformu ve değişikliği de öneriyoruz. Bizim önerimiz budur; bunu her düzeyde ve platformda tartışmaya açığız. Türkiye burada daha fazla ısrar etmemelidir.
Yorum Yap