- 29.03.2015 00:00
Tarih biliminin ne kadar öğretici ve sürprizli olduğunu şu günlerde çok tekrar ediyorum. Şimdi olan bitenler sanki yüzlerce yıl önce başka biçimde olmuş ama bitmemiş gibi geliyor bana. Kilis’te Yavuzlu Köyü’nü bilir misiz; bu köy Kilis’in hemen çıkışında Mercidabık Ovası'nda Elbeyli yolu üzerinde küçük bir köy. Ama köy meydanında Yavuz Sultan Selim’in bir anı heykeli var. Çünkü bu toprakların kaderini değiştirecek Mercidabık Savaşı bu köyün bulunduğu Eybeyli Ovası’nda olmuş. Tabii çok ilginç ve tarihin öğretici bir oyunu olarak tam şimdi Yavuzlu Köyü’nün hemen bitiminde Elbeyli kampı var. Yaklaşık 25 bin Suriyeli (çoğu Halepli) mültecinin yaşadığı bu kamp Kilis Valisi Süleyman Tapsız’ın dediği gibi artık bir mülteci kampı değil; bize yaşadığımız şu günleri anlatan “modern” bir mülteci kenti. Elbeyli kampının (kentinin) çarşısı, liseye kadar her düzeyde okulları, hastanesi, rehabilitasyon merkezleri, çocuk ana okulları, kadın ve çocuk beceri atölyeleri var (ki bu atölyelerin çoğu profesyonel olarak çalışıyor; örneğin kadınlar halı dokumacılığı yapıyor, elişi tezgahlarından geçimlerini sağlıyorlar). Benim Elbeyli’de gördüğüm, iç savaş sonrası, Halep kenti artık Türkiyeli bir kent olarak, kaldığı yerden devam edecek.
Tarih mühendisliği olmaz!
Tam burada şunu bir tez olarak yazabilirim; nasıl toplum mühendisliği olmazsa, tarih mühendisliği de olmaz; olmuyor işte.
1516’da Mercidabık’la atılan tarihi adımı hiç kimse geriye doğru yürütemiyor. Bu savaşın ekonomik, dini ve siyasi olarak sonuçları çok boyutlu belirleyicidir. Halifelik müessesinin Yavuz’la Osmanlı’ya geçmesi, Osmanlı topraklarına Lübnan, Suriye ve Filistin’in katılması ve Osmanlı üzerinden Avrupa’nın Ortadoğu, K. Afrika ve Arabistan ile buluşması sonucu İslam medeniyetinin ve Osmanlı ekonomisinin coğrafyaya hâkim olması Mercidabık’ın günümüze ulaşan sonuçlarıdır. Lazkiye Limanı’nın Güney Anadolu ve Halep ekonomik çevrimi ile birleşmesi ve İpek Yolu’nun tamamen Osmanlı denetimine geçip, Akdeniz’in de ekonomik olarak Türkleşmesi Mercidabık’la olmuştur.
16. yüzyılda Batı’nın merkantilist yağması ve sömürüsü doruğa varmıştı. Batı (Avrupa-Vatikan) İpek Yolu’nun ve Akdeniz ekonomik çevriminin Osmanlı’nın eline geçmesini istemiyordu. Bunun için Osmanlı’nın, İran, Suriye, Mısır (K. Afrika) ve Arap Yarımadası topraklarına kesinlikle sokulmaması gerektiği bir Vatikan stratejisi idi. Bunun için İslam’ın hilafetle sağlanan birliği de Osmanlı’ya geçmemeli ve İslam politikası bölünmeliydi. Şah İsmail bunun için Osmanlı karşısında Batı tarafından desteklendi ve Osmanlı’yı kuşatma ve Anadolu’ya hapsetme projesi olarak ortaya çıkarıldı. İşte bunu gören Yavuz, Çaldıran’da ağır yenilgi alan Şah İsmail’in Memluk ittifakının arkasındaki stratejiyi de çözmüştü. Bu strateji ilk önce İran sonra da Mısır hattını Batı’nın Şah İsmail gibileri kullanarak parçalaması ve denetlemesine dayanıyordu. İşte Mercidabık bu oyunu bozmuş ve İpek Yolu’nun Batı’nın eline erken geçmesini önleyip Osmanlı’nın Doğu’ya genişlemesini sağlayarak bütün bu bölgeye barış ve refah getirmiştir.
İran ve yeni Şah İsmailler
Şimdi de aynı şey olmuyor mu? Şu İran’ı yöneten kadroya bakın; hepsinin birer Şah İsmail olduğunu görürsünüz. İran’ın bütün yönetici kadrosu Londra, Washington ve New-York merkezli üniversitelerden mezundur. İran’daki yayılmacı molla diktatörlüğü kesinlikle göründüğü gibi Batı karşıtı falan değildir; bu görüntüdür, Batı emperyalizminin ta kendisidir. İran’daki “mollalar”ın hepsi seküler, “çağdaş” birer Şah İsmail’dir. Yemen meselesi yeni bir Safevi-Memluk ittifakını arayan ve arkasında neocon küresel oligarşisi olan İran’ın yayılmacı politikalarının sonucudur. İran bugün Arap Baharı’nı boğazlayan bir devlete de dönüşmüştür.
Şimdi Türkiye, bu tarihsel gerçeği hiç bilmiyormuş gibi yapabilir mi; tabii ki hayır; Yavuz’dan beri biliyoruz bunları. Tam beş yüz yıldır biliyoruz.
Ancak işin ilginci Şah İsmaillerin yalnız İran’daki mollalarla sınırlı olmaması; Türkiye içinde de öyle çok Şah İsmail var ki…
Hilafet ve Başkanlık
Ancak tam bugün bütün bu tarihi denklemi çözen bir Türkiye var.
Almanya merkezli Avrupa gericiliğinin ve ABD merkezli neocon faşizminin kışkırttığı mezhep savaşları, hiç şüphesiz yeni bir “Balkanlaştırma” politikasıdır. Ama bu sefer bu tutmayacak. Bundan emin olun; çünkü dünya, bölge ve Türkiye doksanlı yıllardaki Türkiye değil.
İşte tam şimdi Türkiye’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın neden Başkanlık Sistemi istediğini anlıyorsunuz değil mi; bu istek yalnız Türkiye için değildir; ta beş yüz yıl önce olduğu gibi Halep, Lübnan ve Filistin içindir de… Bu isteğin tam beş yüz yıl önce Yavuz’un hilafet istemesinden bir farkı yoktur. Beş yüz yıl önce oldu; şimdi de olacak.
Yorum Yap