- 18.01.2015 00:00
Tam şimdilerde 2013 yılının Temmuz ayında yapılan Mısır darbesinin stratejik önemi ortaya çıkıyor. Mısır darbesi sıradan bir darbe değildir; bir süreçtir.
Bu süreç, Türkiye’de 2013 yılının Mayıs ayında Gezi kalkışması ile başlamıştır.
O zaman şunu rahatlıkla söyleyebiliriz; Mısır darbesi, Türkiye’de başlamıştır ve yine Türkiye üzerinden devam etmektedir. Bu sürece geleceğiz ama bundan önce tam şimdi yapılan operasyonlardan ve bu darbenin devam eden uluslararası dinamiklerinden bahsedelim.
Dikkat ediyorsanız gidip Sisi ile el sıkışan petro-dolar zengini “küçük” Arap ülkeleri aniden Türkiye karşıtı kesiliyor. Birdenbire Türkiye’deki yatırımlar duruyor, verilen sözler unutuluyor… Peki bunun arkasında Mısır’ın onlara sunduğu ve bizim bilmediğimiz acayip “avantajlar” mı var.
Darbeciler her zaman kıt akıllıdır; bunların stratejik aklı, silah sanayicilerinin lobilerinde, Londra’daki kirli finans oligarşisinin kan ve dolar kokan karanlık odalarında belirlenir. Sisi bana Evren’i çok hatırlatıyor; akılsız ve kibirli…
Sisi’nin, BAE’lerinden başlayarak, adım adım “zengin” körfez ülkelerini kafa kola alacak stratejik aklı yok. Bu akıl, bizim parelel çeteyi yöneten akıl…
Tabii bu arada neo-con-siyonist merkezli parelel çetenin arkasındaki güç ile Sisi’nin arkasındaki gücün aynı olduğunu ve Sisi’ye darbe yaptıranların, Aralık-2013 darbe girişimini tezgahladıklarını biliyoruz. Paris saldırısı ile tavan yapan İslamofobi ve bu sayede, bir kez daha mahkum edilen (!) siyasal İslam’la hem Türkiye’yi-özellikle Erdoğan’ı- vuracaklar hem de Sisi’yi, önümüzdeki dönem için Ortadoğu’nun tek vazgeçilmez meşru gücü ilan edecekler.
Suudi-Arabistan, BAE, Ürdün, Katar Mısır darbesini başaranlar ve Türkiye’de aralık-darbe girişimini deneyenler için Suudi Arabistan ve BAE zaten cepteydi. Katar, bütün bu süreçte, Suud ve BAE oligarşisinden ayrı davrandı, ama tam şimdilerde, Paris saldırısını yapanlar Katar’ı da Mısır’ın yanında konumlardırmaya çalışıyor ve bunda da kısmen başarılı oluyorlar. Katar’a söylenen şudur: “ Biz, Ortadoğu’da İsrail’in politik hattından ayrılmaya kalkan Fransa’yı bile yola getiriyoruz, yakında Türkiye’yi öyle bir sıkıştıracağız ki, -örneğin yakında Türk gemileri Süveyş’ten geçmekte zorluk çekecek- Erdoğan ya bizim yolumuza gelecek ya da düşecek, yanlış ata oynamayın.”
Burada, Suudi Arabistan, BAE, Ürdün, İsrail ve şimdi de Katar kuşatması kuruluyor ve Mısır’la da Akdeniz, Ortadoğu, Afrika ticaret çevrimi ve enerji kaynakları denetlenmek isteniyor. Tabii bu cepheyi, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile AB tarafından tamamlayacaklar. Bunun için, şimdi 25 Ocak Yunanistan seçimleri bekleniyor. Burada konumlandırılan her savaş cephesi ülkesinin işlevi ve görevi belirlenmiştir. Örneğin İsrail, ayakta kalmak için yüksek teknolojili silah sanayini geliştirmek isteyen ve bunun için yüzmilyarlarca doları ayıran Körfez ülkelerine bu imkanı sunacak. Mısır, ticari olarak dışa açılmalarını ve enerji kaynaklarını daha kolay ihraç etmelerini sağlayacak. Ürdün, yoksul Filistin ve Arapları içine alan, iş bulan bir işgücü deposu olarak faaliyet gösterecek ve bu ülkelerdeki olası Arap Baharı çıkışlarını emecek. Suudi Arabistan ve BAE, Londra ve Washington’la ekonomik ve siyasi ilişkileri geliştirecek, kendilerine akan Londra merkezli sermayeyi yeniden yönlendirecek.
Ne yapmak istiyorlar?
Tabii bütün bu ekonomik ve siyasi kuşatma ile bunalan, Kürt sorununu tam anlamıyla çözmeden, çok yakında yeniden Kıbrıs ve dolayımıyla AB sorunlarıyla karşılaşan, Paris saldırısı ile doruğuna varan İslamofobi ile de ideolojik olarak kuşatılan Erdoğan’ın politik çizgisi gerileyecek ve Türkiye böylece teslim alınacak. Yani Erdoğan’ın siyasi iradesiyle, yaklaşık on yılda gerçekleşen “sessiz devrim” yine sessiz bir karşı devrimle son bulacak. Erdoğan’ı Beştepe’de işlevsizleşirecekler ve 2015-19 arasında da, Ortadoğu’da, yukarıda anlattığımız cepheye eklemlenmiş bir Türkiye olacak. Gezi kalkışması ve Aralık darbesi ile hatta Doğu’dan başlayacak bir Kürt ayaklanması ile kan ve iç savaşla başaramadıklarını böylece “sessiz” bir karşı devrimle başaracaklar.
Beş paralık aklınızı çözdük…
Peki bu mümkün mü; tabii ki hayır, ilk önce işte görüyorsunuz beş paralık akıllarını çözüyoruz. İkincisi, Türkiye’nin ekonomik olarak sıkıştırılması artık mümkün değil. Öyle Türkiye’yi Süveyş’te sıkıştırırız tezleri de geçerli değil.
Yaşadığımız dönem öyle bir dönem ki, Lozan’ın da, 1936’daki Möntro’nün de kullanım işlevini Türkiye isterse başka bir hale getirir ve bu anlaşmalara güvenenlerin bir yerleri çok acır. Zaten Boğazlar’ın yol geçen hanı olmadığı çok yakında anlaşılacak. Üçüncüsü, bu cephe istese de istemese de, Kafkasya’da, ondan öte tüm Asya’da yeni bir kalkınma paradigması doğuyor ve bu artık önlenemez. Örneğin Güney Gaz Koridoru, öyle anlaşılıyor ki, Rusya’nın kuzey enerji yolları, İran’ın yeni boru hatları ile birleştiği gibi bu enerji entegrasyonu, Çin’in, Yeni İpek Yolu ile anlatılan küresel ticari hattının enerji açısından da tamamlayıcısı olacak.
Şunu da söyleyelim; 25 Ocak Yunanistan seçimleri AB’nin siyasi durumunu da ortaya çıkartacak. AB, bu haliyle devam edemez. Paris katliamının iki temel amacı vardır; birincisi yukarıda anlattığımız gibi, Mısır darbesini meşru hale getirmek ve ihraç ederek, Türkiye’yi kuşatmak ve Erdoğan’ı etkisizleştirerek, 2015-19 arasında Türkiye’yi teknokrat bir hükümete mahkum etmek.
İkincisi, AB’yi tekrar Almanya-Fransa merkezli saldırgan bir ulus-devletler cehennemine dönüştürmek ve Rusya-Türkiye ekonomik genişlemesini yeni bir Ortadoğu savaşıyla durdurmak. (Bu, aynı zamanda, Medeniyetler Çatışması’nın ilk kıvılcımıdır)
İşte tam bu günlerde Cumhurbaşkanı’nın, faiz üzerinden, bu cephenin, Washington Uzlaşısı ile mutlaklaştırılan ekonomi-politikalarına karşı çıkması ve Merkez Bankası gibi milli kurumların “kendine gelmesini” yüksek sesle istemesi, öyle basit bir faiz tartışması değildir. Bir paradigmanın değişmesi isteğidir ve çok tarihsel bir çıkıştır. Sonuç: Farkındayız, başaramayacaklar…
Yorum Yap