- 2.01.2015 00:00
Kuvvetli şüphe duyduğum yıllar vardır; bu yıllarda nereye gitmekte olduğunuz, yol arkadaşlarınız belli olmaya başlar; belki de bütün bir ömrünüzde görüp görebileceğiniz değişimleri, ileriye gidişi ya da geriye dönüşü, kırılmaları yakalarsınız böyle yıllarda… İşte 2008 yılı benim kuvvetle şüphe duyduğum bir yıldır. Defalarca yazdım ekonomide, eğer Erdoğan Ekonomisi diyebileceğimiz bir yol varsa bu yola giriş, tam 2008 yılında, IMF ile 20. stand-by anlaşmasının yapılmaması ve GAP Eylem Planı ile gerçekleşmiştir. Bu tarihten sonra, çoğunu bildiğimiz ve bir kısmını da-henüz- bilmediğimiz çok ilginç hatta garip gelişmeler oldu. İşte, kapatma davası, darbe ve Erdoğan’a suikast planları, iç savaş çıkarma girişimleri vb…
Ben, küresel-kirli- finans oligarşisinin, Erdoğan’ı AK-Parti’den bile ayırıp tek başına hedef yapmasının başlangıç tarihini de 2008 olarak görüyorum. Ama 2008 yılı, yalnız Türkiye için değil, dünya sistemi için de “şüpheli” bir yıldır; çünkü Obama ilk siyahi başkan olarak seçildi ve “birçokları” “acaba ikinci bir JFK olayı” olur mu sorusunu tam bu yıl sordular. Dünyanın 2008’i çok ayrı bir yazı konusu; biz yine Türkiye’ye dönelim.
Oligarşinin yeni vesayet rejimi
2007 yılındaki e-muhtıra, AK-Parti’nin buna direnmesi ve kazanması, özellikle Erdoğan ve yakın çevresinde “artık bize ayakbağı olan bazı zorunlu koalisyonları dinlemeden de yola devam ederiz” güvenini oluşturmuştu. 2008 yılında, özellikle TÜSİAD’da öbeklenen, devletin sağladığı iç ticaret imkanları-kapitülasyonları- ile palazlanan yağmacı vesayet sermayesinin IMF ile mutlaka yeni bir stand-by anlaşması baskısı had safhadaydı. Çünkü bu anlaşma yapılırsa, Türkiye’de Kemal Derviş’le, 2001 krizi sonrası başlayan, Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı (GEGP) derinleşerek mutlaklaşacak ve AK-Parti yalnız teknokrat bir hükümet olarak yola devam edecekti. Zaten, hem Gezi hem de 17 Aralık darbe girişimlerinin amacı esasında bütünüyle AK-Parti’yi ortadan kaldırmak değildi; onu Erdoğan’dan ayırarak bir nevi ANAP’laştırmak ve küresel sermayeyenin mültezimi olarak yapılandırmaktı. Bu da hiç şüphesiz yeni bir vesayet rejimi olarak karşımıza gelecekti. Bu yeni vaseyet rejimi, geleneksel Türkiye oligarşisini yeniden dizayn edecekti. Şimdi anlıyoruz ki, bu “yeni” oligarşinin belkemiğini yine TÜSİAD sermayesi oluşturacaktı. Bu sermaye, kendine-ana- ittifak olarak, o saate kadar devlet bürokrasisi içinde örgütlenmiş ve daha önceki vasayet rejiminin bürokrasisini-yargı ve ordu içinde- tasfiye etmiş neocon-siyonist odaklı cemaat yapısını alacaktı. Bu ittifakı biz, hem bu süreçte kotarılmaya çalışılan bütün yasa dışı darbe girişimlerinde hem de yasal süreçlerde gördük. Örneğin Cumhurbaşkanlığı seçim süreci gibi… CHP’nin cemaatin bir kolu olması bile oligarşinin bu yeni ittifakının sonucudur.
Darbenin ideolojik ayağı…
Ama bu süreçte bir şeyi daha gördük ki, bu çok önemlidir: Bu oligarşinin medya ve yazar-çizer ağının, yalnızca-sanıldığı gibi- öyle “ana akım” denilen “Türkiye Türklerindir” faşizmini bayrak yapmış “tarafla” sınırlı olmadığını tespit ettik. Markar Esayan geçen gün “Erdoğan ile köprüler ne için, ne zaman atıldı” başlığı ile önemli bir yazı yazdı şöyle diyor: “Şaşırtıcı biçimde, hadisenin kökü 2010’dan çok önceye, 2008 yılının başlarına kadar gitmekteydi. Liberal/sol aydınlarla Erdoğan arasındaki ilk çatlamayı nihayet bulmuş ve çok şaşırmıştım.”
Yani Markar, Erdoğan’la “liberal” bazı çevrelerin arasının bozulma tarihihi-yine onların iddia ettiği üzere- Uludere falan değil, 2008 yılı olduğunu saptıyor.
Çok doğrudur; ve bir ispatı da şudur; CHP’nin ekonomi işlerinden sorumlu genel Başkan yardımcısı Selin Sayek Böke, kasım ayında, Ahmet Hakan’a “Bu böyle gitmez, batacağız” başlıklı bir röportaj veriyor ve “2008’den sonra istikrar yoktur, programdan sapıldı çünkü” cümlesini kuruyor; Böke’nin programı tabii GEGP’dir.
Çok ilginç değil mi; bize göre, Türkiye ekonomisinde bütün bu süreçte olumlu olan ne varsa, 2008 yılında “program”dan sapıldığı için oldu. Türkiye, yeni bir orta sınıfı, bu sınıfın dayandığı ihracatçı KOBİ ekonomisini ve anti-tekel düzenlemeleri bu tarihten sonra inşa etti. Biz bu süreci, “Yatağını Bulan Nehir”de ayrıntılı bir şekilde anlattık. Ama Markar, sözünü ettiğimiz yazısının ikincisine dün de devam etti ve Erdoğan’a, o tarihlerde içeride malum oligarşi ile dışarıda da “dünya beşten büyüktür” falan diyerek, “küresel yerleşik sistemle aranı bozma” diye öğüt veren bazı “muhafazakar” gazetecilerden de bahsetti…
İşte 2015’in şu ilk günlerinde saflar belli; küresel sermayenin ve onun içerideki oligarşisinin mültezimleri bir yanda, devletin en tepesine-sessiz bir devrimle- taşınan halk iradesi bir yanda… Safınızı seçin…
http://www.aksam.com.tr/yazarlar/cemil-ertem/safinizi-secin-e2-80-a6/haber-368863
Yorum Yap