- 31.12.2014 00:00
2014 yılı hiç bitmeyen bir yıl olacak; bazı yıllar böyledir; öyle etkiler bırakırlar ki, kendilerinden sonraki yılları da belirlerler. Ve bundan dolayı o yıllar hiç bitmez. Bunun için bu akşam bu yıl bitecek diye beklemeyin; bu yıl bitmeyecek, çünkü bu yıl, Türkiye’nin ve içinde bulunduğumuz büyük coğrafyanın yarınını belirleyen olayların ebesi oldu.
Tabii bu yıla damgasını vuracak gelişme, Cumhurbaşkanlığı seçimi ve Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesi idi. Hiç şüphesiz Erdoğan’ın, halkoyuyla Cumhurbaşkanı seçilmesi, Türkiye’de olduğu kadar Avrupa’dan Kafkasya’ya uzanan büyük coğrafyada da yeni bir dönemi başlatıyordu.
Çünkü Erdoğan’ın vizyonu ve bu vizyon doğrultusunda ortaya koyduğu siyasi irade, “yerleşik” sistemin statükocu kurumlarını ve bu kurumların ürettiği siyaseti aşmaya çalışan, aştıkça da bunların kurumsal ve düşünsel alternatifini üreten bir iradeydi. Bu iradenin devletin en tepesinde kurumsallaşması şüphesiz ki, Türkiye Cumhuriyeti devletinin bütün kurumlarıyla yeniden yukarıdan aşağıya yapılanması anlamına geliyordu. Bu, yeni durum, AK Parti iktidarlarının on yılı aşkın süren iktidarının yeni bir aşaması olduğu kadar, Türkiye’de Cumhuriyet sisteminin de yeni bir şekli ve aşamasıydı bize göre.
Üç önemli tarihsel sonuç!
Nitekim Erdoğan’ın yerine Başbakanlığa gelen Davutoğlu’da bu aşamayı yeni bir dönem hatta bir restorasyon dönemi olarak tarif ediyordu.
Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesinin bize göre üç tarihsel önemli sonucu vardır:
Birincisi: Türkiye, potansiyel gücünü harekete geçirmeye ve bölgesini belirlemeye başlamıştır. Türkiye bölgesinde, ‘kullanılan’ güçsüz bir ülke olmaktan bu dönemde çıkmıştır ve tam şimdi Ortadoğu’nun kanla çizilen sınırlarını değiştirmektedir. Kürt barışı, bu anlamda çok önemli bir başlangıç olduğu gibi, ekonomik olarak da, Hazar ve Irak, Doğu Akdeniz kaynaklarına ulaşım ve yeni transit-pazar ağları çok önemli bir stratejik değişimdir. İkincisi: Davutoğlu’nun, potansiyel tarihi gücün, stratejik olarak, siyasi iradeyle ortaya çıkacağı tespitini, bir ‘Yeni-Osmanlıcılık’ ya da ‘Pan-İslamizm’ gibi -bana göre- suni, zorlama kavramlarla açıklamak çok büyük bir çarpıtmadır. Bu, 20. yüzyıla damgasını vuran Batı kaynaklı egemen ulus-devletlerin gerileyeceğini ve bunun yerine, bölgesel yeni birliklerin (devletlerin) ortaya çıkacağını öngören bilimsel bir tespittir ki, bu akış şimdiye değin ispatlıdır. Üçüncü ve en önemlisi: Bu değişim ancak, Türkiye dahil olmak üzere, bu yeni bölgesel devletlerin (birliklerin) Batı’nın, 1700’lerden beri ördüğü iktisadı, tedrici olarak, reddetmesi ile ve adım adım yeni, adil, bölgesel, ranta ve monopol sömürüsüne dayanmayan adil bir ekonomi örmesiyle başarılı olur.
Bütün bu çok önemli tarihsel değişimlerin tamamlanması için Avrupa’dan başlayan ve Kafkasya’ya uzanan büyük coğrafyada enerji entegrasyonu ve Çin’den başlayarak Türkiye’den Avrupa’ya uzanan yeni ticari yollar çok önemli bir araç ve fırsattır.
15. yüzyılın başında İspanya kıyılarından yola çıkan gemiler, Batı’nın merkantilist yağmasını başlattı ve sanayi devrimini ortaya çıkaran sermaye birikimini sağlayarak bütün 20. yüzyılda geçerli olan Batı egemenliğini inşa etti. Ama bu egemenlik, tam şimdi 21. yüzyılın şafağında Çin limanlarından başlayan hızlı tren hatları ve Türkiye’de ortaya çıkan yeni bir siyasi irade ile bitiyor.
Bugün yalnız Çin’in hızlı tren hatlarını geliştirmesindeki vizyonu ele alacak olursak bu dinamiğin bile tek başına, 2015 sonrasını belirleyecek temel dinamiklerden birisi olduğunu söyleyebiliriz.
Biten ve başlayan iki kalkınma yolu
Burada iki temel rota görüyoruz. Avrasya Rotası ve Merkez Asya Rotası; Avrasya Rotası, Rusya’yı takip ediyor ve Kazakistan’ın hemen kuzeyinden Avrupa’nın çatısına ulaşıyor. Bu rota, Rusya’nın Kırım’ı işgalinden sonra Merkez Asya rotasına göre gözden düşmüştür. Merkez Asya rotası ise, Kafkasya üzerinden İran’a iniyor ve Türkiye içinden Avrupa’ya ulaşıyor. İşte Merkez Asya rotası dünyanın yeni ticaret, entegrasyon ve siyasi küreselleşme yoludur.
Şimdi tam burada iki temel kalkınma paradigması görüyoruz; birincisi artık 20. Yüzyılda kalmış olan ve ulus devletler üzerinden sürekli ekonomik ve siyasi kriz yaratarak, 20. yüzyıla özgü ırkçı ve faşist hareketleri yeniden ortaya çıkaran sürekli savaş paradigması (bkz Pediga Hareketi, Almanya’nın yolu ve bunun bizdeki paralelleri)
İkincisi, Doğu'dan başlayan, insan merkezli birlikte kalkınma paragması… Bu paradigma, teknolojiyi ve teknolojinin yarattığı zenginliği, yeraltı ve yerüstü kaynaklarını ortaklaştıran yeni insani bir çıkıştır. Ve 2015 sonrasını hatta 21. yüzyılı belirleyecek en önemli dinamiktir. 2015 ve sonrası mazlumların ayağa kalktığı yıllar olacak; hayırlı ve kutlu olsun!
ÇiN'iN HIZLI TREN ViZYONU
http://www.aksam.com.tr/yazarlar/cemil-ertem/2014-hic-bitmeyecek/haber-368400
Yorum Yap