- 17.06.2011 00:00
İki gündür çok tumturaklı ekonomik, sosyolojik ve
siyasi tahliller yapılıp duruyor. Doğrusu bazılarını anlamakla güçlük çekiyorum. Oysa mesele basit; siz, Türkiye’nin büyüdüğünü ve özellikle son üç yıldır bu büyümeyle birlikte -krize rağmen- yeni bir kalkınma yoluna girdiğini görmüşseniz, bu seçim sonuçları karşısında ağzınız açık kalmaz. Aslında bu seçim sonuçları ekonomide, ‘battık’ edebiyatı yapanlara ve yoksulluk endeksleri (!) yayınlayıp, bunlar üzerinden ‘muhalefet’ stratejisi geliştirenlere de toplu bir yanıt oldu. Burada iki önemli yanılgı bina edildi. Bunlardan bir tanesi Türkiye büyümüyor; biz yerimizde sayıyoruz söylentisi oldu. Bu ‘söylentinin’ çeşitli çevrelerce çeşitli versiyonları geliştirildi. Bunlardan en vulger (kaba) olanı ‘TÜİK yalan söylüyor; zaten istatistik kuyruklu yalandır; biz küçülüyoruz’ söylemi idi. Sonra bu söylem; ‘tamam büyüyoruz ama neremize büyüyoruz’ şeklinde tadil edildi.
İkinci yanılgı binası da Türkiye’de yoksulluğun arttığı ve bu yoksulluğun giderek kırlardan, kentlerin varoşlarından ‘merkeze’ doğru bir kanserli hücre gibi çoğalarak yayılmakta olduğu söylemi idi. Başta CHP olmak üzere, sözüm ona ‘sol’ muhalefet yapmaya çalışan ama bütün gıdasını merkez medyanın altı doldurulmamış manşetlerinden alan çevreler, gerici-korporatist meslek örgütleri, turuncu sendikalar (Bu turuncu sendikalar aslında sarıdır ama bu yönleri belli olmasın diye kendilerini kırmızıya boyarlar; doğal olarak ortaya çıkan renk turuncudur). Türkiye’de yoksulluğun giderek artmakta olduğuna kendilerini inandırdılar. Oysa olan şuydu: 2008 krizinden çok önce, gelişmiş ülke gelişmemiş ülke ayrımının bitmekte olduğu bir sürece girdik. Enflasyon, işsizlik gibi verilerin ve sistemin bir sonucu olarak ortaya çıkan yoksulluk gibi olguların dünyada aynılaştığı bir döneme adım atmıştık. Enflasyon da dünyanın güneyinde gelir dağılımını bozan ve geliri bu anlamda yeniden dağıtan bir mekanizma olmaktan çıkıyordu. Çünkü artık küreselleşme dediğimiz olgu, üretici güçlerin gelişimini ve denetlenmesini ulus-devletlerin elinden almış, özellikle teknoloji, bu yapılar tarafından denetlemez bir yere savrulmuştu. Mesela bunun sonucu olarak, İsrail’in yaptığı insansız hava aracını Türkiye’de bir KOBİ üretebiliyor ya da Pakistan’ın dağlarında nükleer silah geliştirmenin şartları oluşabiliyordu. Böyle olunca dünyanın güneyine yalnız üretim gitmiyor, Ar-Ge merkezleri de gidiyordu.
İşte seçim sonucunun (ekonomik) sırrı
Tabii ki Türkiye’de bu olağanüstü değişimden azade değildi.
Özellikle ihracat ağırlıklı sanayi, yalnız mal ihracatıyla yetinmiyor sermaye de ihraç etmeye başlıyordu. Türkiyeli firmalar, özellikle makine, elektronik gibi yüksek katma değerli alanlarda mesela Almanya, Rusya, Çin gibi ülkelerde sermaye ihracı ağırlıklı yatırım yapmaya ve bu ülkelerden ihracat yapmaya başlıyorlardı. Bu müthiş değişimi, hâlâ aklı 20. Yüzyıl’ın ikinci çeyreğinde olan ‘muhalefet’ görmedi. Onlar hâlâ Türkiye’de yoksulluğun katlanarak artmakta olduğuna inanıyorlardı. Hâlbuki hiç inanmadıkları TÜİK’e baksalardı gerçeği göreceklerdi. TÜİK, nüfusun 17.1’nin yoksulluk riski altında olduğunu söylerken 2002’den 2008’e nüfusun en fakir ilk yüzde 20’lik diliminin toplam gelirden aldığı payın, az da olsa, artığını söylüyordu. Üstelik bu süreçte, 2, 3 ve 4. yüzde 20’lik dilimlerin milli gelirden aldıkları pay en zengin kesim aleyhine arttı. En tepedekiler, 2002 yılında milli gelirden yüzde 50.1 pay alırken bu 2008 yılında yüzde 46.7’ye düşmüştür. Yani ‘orta sınıf’ (ki bu sınıfın yüzde 60’ın üzerindeki kesimi kendi evinde oturmaktadır) ‘en tepedekilerden’ Ak-Parti döneminde, kendisine gelir aktarmıştır. Tabii bir de sağlık, eğitim ve ulaşım alanlarında atılan adımlar sonucu bu kesime ayni olarak yansıyan refahı buna ekleyin. Seçim sonuçlarının sırrı tam burada yatıyor.
Bakın şimdi yukarıdaki grafiklerde TÜİK’in bu hafta başı yayınladığı sanayideki sipariş ve ciro endekslerini görüyorsunuz. Bence bunları herkes takip etsin. Özellikle sipariş çok önemlidir. Nisan’daki düşüş mevsimseldir. Geçen seneye göre yüzde 27’lik artış var. Şimdi -seçim sonrası- üçüncü çeyrek iyi gelecek. 2011 büyümesi de yine beklenenin üzerinde olacak. Bence Türkiye’de muhalefet bu gerçekleri görürse muhalefet olabilir ama bu gerçekleri görünce ‘muhalif olanın’ nereden örülmesi gerekir sorusu da ayrı bir sorudur.
Yorum Yap