- 27.12.2016 00:00
Sayımlarda istedikleri “nizamda” durmayı kabul etmiyor, “komutanım” demiyor, “Atatürkçülük eğitimi” derslerine katılmıyor, “asker değil, siyasi tutukluyuz” diyorduk. Dayak, “operasyon” günlük hayatımızın “olağan” bir parçasıydı. 12 Eylül darbesi olmuştu. “İçeride” idik, Davutpaşa Sıkıyönetim Cezaevi’nde.
Binbaşı Adnan, 1980 yılını geride bırakıp 1981 yılına gireceğimiz gün bizzat geldi sabah sayımına. Her halinden belli idi, o gün bizi “dize getirmek” için yeni bir şey bulmuş olmalıydı. Ellerini arkasında kavuşturmuş vaziyette, sert bakışlarıyla her birimizi süzdü. Askerler saydı bizi, adama tekmil verdi. O da “Hala kurallara uymuyorlar mı?” diye sordu. “Hayır komutanım!” diye cevapladı onu sayımı alan subay. Tehdit dolu bir ifadeyle kafasını sallayarak önümüzde ileri geri yürümeye başladı. Haydi yahu, saldıracaklarsa saldırsınlar uzatmadan diye düşünmeye başlamıştık biz de, ne zevk alıyordu ki böyle uzatmaktan… Birkaç arkadaş kıkırdamaya başlamıştı Adnan’ın artistik hallerini izlemeye dayanamayıp. Bu gidişle bizi dövecekleri yoktuysa bile döverlerdi herhalde, “Ne gülüyorsunuz ulan” deyip. Bizden önceki dört koğuştan ses seda çıkmamıştı, demek ki “operasyon” yoktu. Ama her an gülmemek için dudaklarını ısıran arkadaşlar yüzünden “piyango” bize vurabilirdi pekala…
Neyse ki adam üzerimizde ne etki yaratmak istiyorduysa “yeterlidir” kanısına varmış olmalıydı ki, az sonra boğazını temizleyip çatlak sesiyle konuştu. “Eğer kurallara uymuyorlarsa” dedi, “bunların televizyonlarını alın!”. Nöbetçi subayı “Emredersiniz komutanım!” diye koğuşu çınlatırken Adnan elleri arkasında pozisyonunu bozmadan rap rap rap yürüyüp çıktı koğuştan. Askerler de peşinden… Adnan’ın yeni buluşu buymuş demek…
Eee? Televizyonları almadılar? Kahvaltıdan sonra kendimiz televizyonları götürüp kapı önüne koyduk. Elindeki silah sürekli üstümüze çevrili nöbetçi asker hafif panikledi, “Ne oluyor lan? Ne yapıyorsunuz?”. Meseleyi söyleyince de “Komutanımm!” diye bağırdı. Nöbetçi çavuş fırladı geldi, “Ne var lan ne oldu?” Askerin cevabını beklemeden kapı önüne konulan TV’leri görünce anladı durumu. Anladı ama o da ne yapacağını bilemedi. “Durun! Bekleyin!” dedi gitti.
Haydaa…Ne bekleyecektik ki… “Kurallara uymuyorsanız TV’lerinizi alacağız” demişti Binbaşı Adnan. E, buyurun alın işte… Operasyonlarda isteksiz hali dikkatimizi çeken bir asteğmen vardı, nöbetçi subayı oymuş o gün. Az sonra çavuşla beraber geldi. “Ne oldu?” diye sordu. Sabah sayımındaki “TV’lerinizi alacağız” mevzusunu bir de ona hatırlattık, biliyordu aslında. “Biliyorum” diye sözümüzü kesti zaten ve devam etti, “Ama yani yanlış yapıyorsunuz”. Cevap vermedik. Koğuşlarımıza döndük. Kapıyı açıp TV’leri aldılar.
TV’lerimizi almasınlar diye kurallara uyacak değildik herhalde. O kadar dayak yiyip de kurallara uymuyorduk, TV’ler gitmesin diye mi uyacaktık? Bu Adnan cidden enteresan bir adamdı.
Ama ne yalan söyleyeyim, bu işe bozulmamış da değildik yani. Sonuçta o tek kanallı, siyah beyaz televizyon bizim için haber ve eğlence aracı idi. Haberler çatışma, ölüm, yok oldular, bittiler haberleri olsa da… Ankara’da Erdal Eren’i asarak öldürmüşlerdi en son… “Eğlence” dediğim ise, dizi filmlerdi tabii. Mc Millian ve Karısı, Dallas, Flamingo Yolu gibi Amerikan dizileri. Bir de gündemde Nesrin Topkapı vardı o günlerde. Ünlü dansöz TRT’nin Yılbaşı özel eğlence programına çıkacaktı. Eğlenecek halimiz yoktu ya, yine de hayat devam ediyordu işte ve henüz televizyonları haberler dışında kapalı tutmak gibi “örgütsel” ve de “ideolojik” hassasiyetlerimiz yoktu.
O yılbaşı gecesi kendi kendimize “özel” bir program yaptık. Marifetli komüncülerimiz kuruyemişler, meyveler hazırlamıştı. Şarkılar, türküler, skeçler… Her birimizde bir sürü marifet, yetenek varmış meğerse. Tabii ki en çok Binbaşı Adnan’lı skeçlere güldük.
Belki yarın ölecektik herhangi birimiz, belki bir daha “dışarı” çıkamayacaktık. Ülkemiz koyu bir faşizm cenderesindeydi ve biz o faşizmin karargahlarında tutsak gençler idik. Yarın başımıza ne gelir bilmiyorduk, ama bildiğimiz bir şey vardı elbette ve o da, bu faşizmin ülkemizin “kaderi” olmadığı ve olamayacağı idi…
Yorum Yap