- 12.07.2016 00:00
Saray ve AKP’nin dış politikada ‘değerli yalnızlık’ macerasından vazgeçip ‘Dostlarımızı arttıracağız düşmanlarımızı azaltacağız’ siyasetine geçiş yapması, son günlerin en önemli ‘gelişmesi’. Rusya’dan özür dilenmesinin ardından görüşmeler başladı ve muhtemelen krizden olumsuz etkilenen iki ülke arasındaki ilişkiler zamanla normalleşmeye doğru bir seyir takip edecek. Bu gelişmenin bedeli sadece Kremlin’e yollanan özür mektubu değil; aynı zamanda Suriye’de Esad lehine ağırlık koyan Rusya’nın inisiyatifine razı gelinmiş oluyor.
Malum; İsrail ile de yeniden ‘dost’ oldular ve Mısır’la da dirsek teması sürüyor. Sırada Suriye var. Esad’la ‘kardeşlik’ tazelemek, Esad ülkesinde kontrolü ele alsaydı kolaydı. Ne var ki Suriye’deki AKP’nin de benzin dökerek harlandırdığı iç savaş durumunun görünür gelecekte Esad da dahil herhangi bir gücün lehine sonuçlanması ham hayal. Bu nedenle ABD ve NATO’nun dümen suyunda hareket edilecek. Mesela şiddetle itiraz edilen ‘Esad’lı geçiş dönemi’ formülüyle ilgili ciddi bir tutum değişikliğine tanık olursak, şahsen şaşırmayacağım.
Osmanlı hayallerini canlandırmanın mevcut reel politik açısından herhangi bir karşılığının olmadığı herhalde görüldü. Emperyal hevesleri olmak ile emperyal bir güç olmak bir ve aynı şeyler değil. Yiğit Bulut, İsmail Kahraman gibileri diyor diye dünyanın Türkiye’nin önderliğini beklediğini düşünmek buna inanan kişiler için güzel bir hayal olabilir; ama bu hayali Türkiye Cumhuriyeti devletinin ‘politikası’ haline getirirseniz, bunun kuşkusuz sadece AKP açısından değil bütün Türkiye için ağır bedelleri olur. Nitekim yaşıyoruz…
Niyetim bu trajik ‘çarkın’ bir kez daha eleştirisini yapmak değil. Daha önce düşüncelerimi yazdım. Yanlıştan dönmek kötü bir şey değil. Yanlış yaptığını kabul etmek kaydıyla. Ama şu ana değin Saray ve AKP sözcülerinden derli toplu ve mevzuyu açıklıkla, dürüstçe ortaya koyan bir açıklama duymadık. Türkiye toplumunun Putin kadar hatırı vardır herhalde? Ahmet Davutoğlu’nu ‘günah keçisi’ yaptıklarını biliyoruz tabii de, bunu Pelikan kuşlarından duymak meselenin ciddiyetiyle çok da bağdaşmıyor.
Ya ‘iç barış’?
Saray ve AKP’nin estirdiği ‘barış’ rüzgarı bazılarını bir başka heyecanlandırdı. Doğan Grubu açıkça ‘elimiz havada kalmasın, barışalım’ tavrı sergiliyor. Bazı AKP’liler ile yandaş yazarlardan da ‘sıra iç barışta’ mealinde görüşler geldi. Doğan medyasının epeydir ‘farklı’ bir yayın çizgisi izlediğini görüyoruz. Yandaş medya transferlerinin de bu kapsamda bir ‘anlamı’ var elbette. ‘Teslim olduk, görün bizi’ diyorlar yani. Uzun süre iktidar partisine ‘muhalif’ imiş gibi davranmaya alışkın değiller zira. Demokrasi, hukuk, hak ve özgürlükler, bu medya grubu patronları için ‘şartların icabına göre’ hatırlanan şeyler.
Unuttukları şu: Demokrasi, hukuk, hak ve özgürlüklerimiz en hayati ortak paydamız ve değerlerimizdir. Oysa bunların ‘barış’tan muratları bu değerler değil. Düpedüz ellerindeki medya gücünü iktidara pazarlıyorlar. Barış filan değil; teslimiyetlerine ödül istiyorlar. Oysa teslimiyet, her zaman daha fazla baskıyla tam bir biatı koşullar, sonu da yoktur.
Doğan medyasının içler acısı teslimiyet çağrıları bir yana, tabii ki gerçek bir ‘iç barış’a ihtiyacımız var. Gelecek yazının konusu da bu olacak.
Yorum Yap