- 7.02.2016 00:00
Memlekette ‘bayram’ havası yok, ama bu ‘tatil’ havası yok demek değil. İstanbul, koca kent adeta boşalmış. İnsanın asabını bozan trafik keşmekeşi son bulmuş. Aslında nicedir böyle; ‘bayram’ tatil demek. Her bayram öncesi ‘tatil’in uzatılması beklentisi de genellikle karşılık buluyor ve insanlar ortalama bir hafta gündelik yaşamın olağan rutininden kopma imkan ve fırsatı buluyorlar.
Fakat tatil yapmak, ‘bütçe’ gerektiren pahalı bir şey. Cebindeki kuruşun, faturaların, kredi borcu taksitlerinin hesabını yapmak mecburiyetindeki insanlar açısından tatil, bir hayal. Tabii kastettiğim, bir tatil beldesine gitmek, denize sıfır bir otelde kalmak filan.
Bu nedenle insanlarımızın çoğu için tatil, özellikle de bayram tatili, memlekete, köyüne gitmek demek. Bu, en ucuz tatil yapma imkanı. Hem fazla harcama yapmanız gerekmeyecek hem de doğduğunuz, büyüdüğünüz yeri görecek, büyüklerinizi ziyaret edecek, ellerini öpeceksiniz. Böylece tatil ile bayramın anlamı da birbiriyle buluşmuş oluyor. Ya gidecek bir köyünüz bile yoksa?
Bu nedenle insanlarımızın çoğu için tatil, özellikle de bayram tatili, memlekete, köyüne gitmek demek. Bu, en ucuz tatil yapma imkanı. Hem fazla harcama yapmanız gerekmeyecek hem de doğduğunuz, büyüdüğünüz yeri görecek, büyüklerinizi ziyaret edecek, ellerini öpeceksiniz. Böylece tatil ile bayramın anlamı da birbiriyle buluşmuş oluyor. Ya gidecek bir köyünüz bile yoksa?
Bayram günleri, bazılarımız için hiç eksilmeyen hüzünlerin, üzüntülerin daha bir arttığı günlerdir. Kayıplarınız varsa, hastanız varsa, ‘içeride’ yakınlarınız varsa, yaşadığınız ‘bayram sevinci’ değildir elbette. Tepeden tırnağa hüzün. Sevdiklerinizle paylaşmadığınız bayram, nasıl ‘bayram’ olabilir ki?
Bazı haberleri, fotoğrafları anlatır. Dün bazı gazetelerde gördüğüm o fotoğraflı haber de bu tür haberlerdendi. Yüksekova’da viraneye çevrilmiş evlerinin önünde kadınlar, çocuklara şeker veriyorlardı. O kadınlar ve o çocuklar bayramı nasıl bir sevinçle, iyimserlikle kutlayabilirler? Yine de ‘bayramdır’ deyip geleneğe sahip çıkmalarına sadece saygı duyulabilir.
Gelenek deyip geçmemek gerek. 12 Eylül’ün en karanlık zamanlarında dahi bayram günü Metris’te ‘bayram yemeği’ niyetine her zamankinden farklı bir karavana çıkardı. Farklı dediysem, mesela kuru fasulye ya da yeşil mercimeğin içerisinde birkaç parça et görülürdü. Bir keresinde gözlerimizle gördük; etin üzerinde bir ‘damga’ vardı ve 1944 yazıyordu.
On yıllarca bu eti hangi soğuk hava depolarında, nasıl saklayabilmişlerdi? Olsun; ‘bayram yemeği’ idi işte. Sayıma gelen ve az sonra ‘rutin işkence’ görevini ifa edecek ekibin bize ‘Bayramınız kutlu olsun’ deyip şeker tuttuğu bile olmuştur. E tabii, o ayrı bu ayrı. ‘İş’ ile ‘bayram’ı birbirine karıştırmamak gerekirdi…
On yıllarca bu eti hangi soğuk hava depolarında, nasıl saklayabilmişlerdi? Olsun; ‘bayram yemeği’ idi işte. Sayıma gelen ve az sonra ‘rutin işkence’ görevini ifa edecek ekibin bize ‘Bayramınız kutlu olsun’ deyip şeker tuttuğu bile olmuştur. E tabii, o ayrı bu ayrı. ‘İş’ ile ‘bayram’ı birbirine karıştırmamak gerekirdi…
Cumartesi Anneleri mesela, yıllardır bayram sevinci değil bayram hüznü yaşıyorlar. Eşleri, kocaları, anneleri, kardeşleri, bacıları ‘kayıp’ iken, bayramlarda ziyaretine gidecekleri bir mezarları bile yok iken, nasıl ‘bayram’ kutlayabilirler?
Bugün itibarıyla 42 gündür kendisinden haber alınamayan, yetkililerin akıbetiyle ilgili açıklama yapmadığı Hurşit Külter’in hasta annesi Kerime Külter nasıl bayram yapacak?
Atatürk Havaalanı’nın kan gölüne döndüğünün ertesinde devlet ricali Osman Gazi Köprüsü’nün açılışını yaptı. Ülkede ‘yas’ ilan eden o devlet, açılış töreninde ‘bayram yaşıyoruz’ açıklaması yaptı, selfie'ler çektirdi, taraftarlarıyla birlikte göbek attı oynadı. Ve bu haber, ertesi gün gazetelerde havaalanında yakınlarını yitiren insanların acılarını yansıtan haberlerle birlikte aynı sayfalarda yer aldı.
Bayram kimler için ‘bayram’dır ve kimler için acısının büyüdüğü günler?
Yorum Yap