- 10.05.2016 00:00
Geçtiğimiz hafta sonu bazı STK’ların birlikte düzenledikleri bir panelde AİHM Büyük Daire’nin Alevilerin maruz kaldığı ayrımcılık ve hak ihlaliyle ilgili verdiği karar, konuyla ilgili hukukçuların yanı sıra eski AİHM yargıcı Rıza Türmen tarafından etraflı bir şekilde değerlendirildi. Sayın Türmen’in değerlendirmesi meselenin önem ve ciddiyetini bir kez daha ortaya koydu. Çıkardığım sonuçları özetleyerek paylaşmak isterim.
AİHM, Avrupa Konseyi üyesi ülkeler için bir ‘ortak hukuk alanı’ anlamı taşıyor. Kararları itibarıyla çağdaş ve evrensel manasıyla demokrasinin ‘asgari eşiği’ kabul ediliyor.
Türkiye’nin, mahkeme kararlarının uygulanması, gereklerinin yerine getirilmesi bakımından Rusya, Ukrayna, Moldovya gibi ülkelerle birlikte ‘problemli’ ve ‘uyumsuz’ bir pratiği var.
Demokrasi kültürü ve standartları oturmuş ülkeler AİHM ile ‘uyumlu’ bir tutum içerisindeyken, Türkiye’nin de aralarında olduğu bazı ülkeler ‘uyum’ sorunları yaşıyor. Bunun da temelinde demokratikleşme mecrasından uzaklaşıp diktatörlüğe, otoriter yönetime meyletme tercihi var. Amacı ve çabası demokrasi ve özgürlük normlarını benimsemek ve geliştirmek olmayan için AİHM, bir ‘başağrısı’…
Büyük Daire, bütün AİHM yargıçlarının katılımıyla karar veren bir ‘üst mahkeme’. Dolayısıyla önemli ‘problemli’ davalarla ilgili toplanıyor. Kararları bağlayıcı ve kararların uygulanması, üye ülkelerin dışişleri bakanlarının oluşturduğu komisyon tarafından denetleniyor. Büyük Daire kararlarının bir diğer özelliği ise, ‘içtihat’ değeri taşıması. Ve sadece kararın muhatabı olan ülke değil, diğer üye ülkeler de bu kararın gereklerini yerine getirmek, varsa yasalarında eksiklikler, boşluklar ya da sorunlar, giderme sorumluluğu taşıyorlar.
Büyük Daire’nin bazı Alevi yurttaşların başvurusu üzerine cemevleriyle ilgili aldığı kararın önemli sonuçları var. Öncelikle Türkiye adına yapılan savunmalarda Aleviliğin ‘sufi bir tarikat’ olarak tanımlanması, mahkeme tarafından kabul görmemiş oldu. Zaten Türkiye’nin savunmasını bu argüman üzerine oturtması baştan ‘faul’. Çünkü Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ilgili hükümlerine göre devlet, herhangi bir din ve inanç grubunu ‘tanımlayamaz’. Bu, din ve inanç özgürlüğünü kısıtlayan bir yaklaşım.
Büyük Daire’nin kararıyla sadece Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Alevilere ayrımcılık yaptığı tespit edilmedi, aynı zamanda daha önce verilen zorunlu din dersi, nüfus kimliğinde din hanesi, cemevlerinin de diğer ibadet mekanlarının yararlandırıldığı ‘muafiyetlerden’ yararlanması kararlarıyla birlikte ciddi bir Alevi açılımı yapmasını diyebiliriz ki kaçınılmaz hale getirdi.
Şunu da vurgulamakta yarar var: Bu AİHM kararları sadece Alevilerin yaşadığı kabul ve izah edilemez ayrımcılığa son verilmesi bakımından değil, genel olarak din, inanç, vicdan ve düşünce özgürlüğü hakları üzerindeki koyu gölgelerin kaldırılması açısından da büyük önem ifade ediyor. Mesela Diyanet İşleri Başkanlığı’nın statü ve misyonunun ciddi bir demokratik reform konusu olarak ele alınmasını gerekli kılıyor. Açık ki sorun, hepimizle ve geleceğimizle ilgilidir.
Bu nedenle AKP bir tercih yapmakla karşı karşıyadır. Ya AİHM zoruyla da olsa yeniden demokratikleşme mecrasına girilecektir ya da ‘diktatörlükse diktatörlük, biz böyle iyiyiz’ diyerek demokrasinin asgari eşiğinden geri dönülecektir.
Peki AKP’nin hukuk ve demokrasinin gereklerini hiçe sayan tercihi, Türkiye’nin mi tercihi olacaktır?
Yorum Yap