- 30.04.2016 00:00
TBMM Başkanı İsmail Kahraman’ın “Laikliği anayasadan çıkartalım, dindar anayasa yapalım” çıkışı tepkiyle karşılanınca Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu başta AKP sözcülerinden gelen açıklamalar “Şahsi görüşleridir” şeklinde oldu. Erdoğan, ek olarak tartışmalar için “Gündem çarpıtma gayreti” dedi.
Ben bu tartışmanın ‘yersiz’ olduğu kanısında değilim. Aksine tartışılmasında ve kimin ‘laiklikten’ ne anladığını açıklıkla ortaya koymasında büyük yarar var. Özellikle ve öncelikle de İslamcıların. Değil midir ki ‘laiklik’ siyasal İslamcı cenahın bugüne değin müesses nizam deyince en ‘dertli’ olduğu konudur; o halde ‘yeni anayasa’ gündeminin en önemli tartışma başlıklarından birisinin bu olması da son derece doğaldır. Bu nedenle düşüncesini herhangi bir filtreden geçirme gereği duymadan ortaya koyan İsmail Kahraman’a teşekkür bile etmek gerekir.
Peki düne kadar ‘laiklikten’ yana dert sahibi olanlar bugün neden Kahraman’ı yaptığı çıkışla baş başa bırakmış gibi davranıyorlar?
Kamuda başörtüsü yasağı kalktı, Meclis’te ve hükümette başörtülü hanımefendiler var, okullardaki zorunlu ve tercihli din dersleri yetmiyormuş gibi dört bir yanda Kuran kursları açılıyor, imam hatip okulları altın çağını yaşıyor, dini eğitim artık düpedüz ‘değerler eğitimi’ adı altında anaokullarından başlıyor, Ensar Vakfı, TÜRGEV türü ‘kurumlarımız’ üzerinden bugün biçmeye çalıştıkları Cemaat’ten öğrendikleri yöntemlerle ‘dindar nesil’ yetiştiriyorlar, Diyanet İşleri Başkanlığı, sadece Türkiye’nin değil bütün İslam âleminin ‘dini liderliği’ olarak taltif ediliyor...
Hal böyle olunca ‘Ne yaptın İsmail abi ya?’ demeleri gayet anlaşılır görünüyor.
Yine de ben Kahraman’ın ‘şahsi’ görüşlerini açıklamasının önceki yazımda da değindiğim gibi ‘gündem çarpıtma’ değil bir ‘gündemi yoklama’ hareketi olduğu kanısındayım. Öyle de olsa tartışmanın önünü kesmemek sürdürmek gereği var. Yeniden ‘kamplaşmak’ için değil ama laiklikten kimin ne anladığını ortaya koymasının gerekli olduğuna inandığım için.
Çünkü mevcut ‘Türk tipi laiklik’ anlayış ve uygulamasını gerçekten devletin bütün din ve inançlara eşit mesafede duracağı bir anlama kavuşturulması ve bu kapsamda Diyanet’in misyon ve statüsünün de bir demokratik reform konusu olarak ele alınması gerekiyor.
Kahraman’ınki de bir görüştür ve ‘şahsi’ dese de siyasal İslamcılar içerisinde hatırı sayılır bir kesimin hissiyatıdır. Nitekim laikliği ‘boyunlarına takılmış tasma’ olarak nitelendiren yazılar da yazıldı o cenahtan. Bu nedenle ‘yok’ saymak, küfür, hakaret eşliğinde bastırmaya çalışmak doğru değil. Varsa bir tartışma ortamı, doğrusu konuşmak, tartışmak ve bir ‘ortak akıl’ ortaya çıkartmayı zorlamaktır.
Bu, en azından Alevilerin talep ve beklentisidir. Çünkü ‘eski’ dedikleri Türkiye de o Türkiye’nin devletini ve araçlarını kendilerini inşa etmek için tepe tepe kullanmanın keyfini sürenlerin ‘yeni’ dedikleri Türkiye de Alevileri tanımıyor.
Anayasayı takmayan, devlet bürokrasisine “boş verin mevzuatı” diyen bir Cumhurbaşkanımız var. “Laikliği tanımıyorum, dindar anayasa istiyorum” diyen bir de Meclis Başkanımız.
Meşhur fıkradır; Temel, kendisine küfrettiği için davacı olduğu Dursun mahkemede, “Ben bu adamı tanımayrum” deyince, Temel de “Ula ben seni hiç tanımayrum!” demiş.
Acaba ‘alayına’ “Biz sizi hiç tanımıyoruz!” demek mi lazım, bilmiyorum ki...
Yorum Yap