- 23.02.2016 00:00
Yüzleşme Derneği geçtiğimiz 7 Şubat günü bu başlık altında çok sayıda gazeteci, yazar ve akademisyenin katıldığı bir panel düzenledi. Panelistler bu sorunun cevabını, medya, düşünce ve ifade özgürlüğü, yargı, hukuk, adalet, kutuplaşma, Kürt sorunu, din ve inanç özgürlüğü başlıkları altında irdelediler.
Aralarında Erdal Doğan, Ferhat Kentel, İştar Gözaydın, Levent Gültekin, Said Sefa gibi isimlerin bulunduğu panelistler, Türkiye’nin mevcut durumunu değerlendirirken pek ‘iç açıcı’ tespitler yapmadılar ve görünür geleceğimiz için de maalesef umutlu konuşmadılar. Göz göre göre ‘iç savaşa’ sürüklendiğimizi söyleyen bile oldu.
İzleyenlerin dile getirdiği soru ve görüşlerin çoğu, ‘umutlu’ bir mesaj duymak istediklerini yansıtıyordu oysa. Bunu, farklı mecralarda karşılaştığım okurlarımda da gözlemliyorum; “Umut var mı?” diye soruyorlar. Belki ‘umut’ derken neyi kastettiklerini dahi bilmeden. Ama her biri, ülkenin ‘kötü’ yönetildiğini, hükümeti işlevsiz bırakan, parlamentoyu ‘ayak bağı’ olarak gören, memleketin yegane sorununun hâlâ ‘Türk tipi başkanlık’ sistemine geçilememesi olduğuna inanan Saray yönetiminin Türkiye’yi tehlikeli belirsizliklere sürüklediğini görüyor olmanın kaygı ve endişesi içerisindeler.
“Türkiye kötü yönetiliyor, tamam da, bu durumdan nasıl kurtulacağız?” Merak ettikleri, kafa yordukları soru bu.
Yazılarımı yazmadan önce, ‘yandaşlar’ da dahil başka köşe yazarlarının ülke gündemini nasıl yorumladıklarını da izlemeye, anlamaya çalışıyorum. Çoğu hâlâ ‘reis’ etrafında kenetlenmek gerektiği üzerine herhangi bir ‘fikir’ ve ‘analiz’ değeri taşımayan yazılar döktürüyor. Ama bir şey dikkatimi çekti; ‘onlar’ da Türkiye’nin durumunu ‘iyi’ görmüyorlar.
Mesela nicedir ‘ileri demokrasi’, ‘yeni Türkiye’ kavramlarını kullanmıyor ve her şeyin aslında güllük gülistanlık olduğunu söyleyemiyorlar. Aksine, içeriden ve dışarıdan çok ciddi ‘tehdit ve tehlikeler’ ile karşı karşıya olduğumuz mesajı veriyor, ‘zorda’ olduğumuzu söylüyorlar.
“Bu da bir şey” diyemiyoruz ama. Çünkü çizdikleri bu felaket tablosunun nedenlerini, nasıl ortaya çıktığını sorgulamıyorlar. Ve savundukları ‘çare’ de, malum, Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliği etrafında safları sıklaştırmak...
AKP ve Erdoğan, 14 yıldır iktidarda. Yeri geldiğinde “Duble yollar yaptık, memleketi AVM’lerle donattık” filan diyorlar; ama ‘kötü’ veya ‘olumsuz’ hiçbir şeyin sorumluluğunu da üstlenmiyorlar.
Sorunlarımızın müsebbibi hep ‘başkaları’. Duruma göre HDP, CHP, ‘paralel’ ya da el ele verip Erdoğan’a karşıtlık yapan, içini herkesin kendine göre doldurabildiği ‘iç ve dış mihraklar’. Ama asla AKP ve hele ki Erdoğan değil...
‘Pes’ dedirten bu arsızlık, pişkinlik siyaseti dış politikada arzuladıkları sonuçları veriyor mu, emin değilim. Mesela henüz son olarak ‘dostluk’ tazeledikleri İsrail konusunda “Aramızı paralelciler bozmuştu” demediler. Suriye konusundaki iflas için de ‘paralel’ veya başka bir ‘düşmanı’ işaret etmediler. Ortadoğu’da ‘Sünni eksen’ siyasetinin sorumluluğunu CHP’nin üzerine atamadılar. Ülkemizin doğusundaki insafsız abluka politikasını TSK’ya ihale ederler mi, o biraz müphem. Malum, çözüm süreci yıllarında “Operasyon yapmayın emrini ben verdim” diyen, sonradan vali ve kaymakamları suçlamıştı.
“Nereye gidiyoruz?” ve “Umut var mı?” sorularına konu olan bir belirsizlik, ülkemizin ‘kaderi’ değildir...
Yorum Yap