- 19.01.2016 00:00
Cumhurbaşkanı Erdoğan gündemi çekip çevirme veya mevcut gündemi kendi zeminine sürükleme konusunda son derece ‘mahir’ bir lider. Buna büyük önem veriyor. Hatta başbakanlık döneminde ‘gündemi tayin edemezsem biterim’ dediğini hatırlıyorum.
Tabii gündemin efendisi olmak, beraberinde borazanlığını yapacak bir medyanın, ağzınızı her açtığınızda ‘isabet buyurdunuz efendimiz’ diyecek bir yalaka erbabının varlığını gerektiriyor. Dahası, devleti neredeyse tümüyle dilediğiniz şekilde seferber edecek bir gücünüz varsa, gündemle oynamak ve hep gündem olmak, daha da kolay oluyor. Sayın Erdoğan’ın medya ile haber altyazılarına müdahale edecek denli ‘yakından' ilgili olmasının, muhalif medyayı etkisiz hale getirmekteki ısrarının, ‘tamam sustum ben' diyenleri bile ‘Yetmez! Biat edeceksin’ baskısı altına almasının sebeb-i hikmetini herhalde anlamayan kalmamıştır.
Akademisyenlerin, AKP iktidarının Kürt sorununu hendekleri işaret ederek ‘abluka’ altına alıp ‘imha etme’ siyasetini eleştiren bildirisi, Erdoğan komutasında yeni bir ‘cadı avı’ başlatılmasına ‘bahane’ oldu. (Beyaz Şov’daki ‘çocuklar öldürülmesin' çığlığından da çok korkmuşlardı.) Bir taşla birkaç kuş vurulması hedefleniyor besbelli ki. IŞİD katliamını ve AKP’nin siyaseten sorumluluğunu konuşamıyoruz mesela. ‘Abluka’ siyasetiyle ülkemizin doğusunda kanayan insanlığımızla yüzleşme çabamızı bastırıyorlar. Toplumda öteden beri var olan aydınlara yönelik alerjiyi ayaklandırarak üniversiteleri de tek tipleştirmek için düğmeye basmış oldular. Baskın seçim ya da ‘başkanlık’ referandumu için ‘gerekli' toplumsal atmosfer de ‘devlet', ‘terörle mücadele’, ‘hainler' lafları eşliğinde oluşturuluyor, olgunlaştırılıyor...
Söylemek zorunda kalmak bile zûl, ama yinelemekte fayda var. Akademisyenlerin bildirisini beğenmeyebilir, eksik ya da fazla bulabilirsiniz. Tartışılır, konuşulur, eleştirilir, desteklenir vb. Söz konusu olan düşünce ve ifade özgürlüğü hakkıdır. Ve söz konusu olan, insanların hayatını kaybettiği, binlercesinin can güvenliği endişesiyle yaşam mücadelesi verdiği, karda kışta yerinden yurdundan göç etmek zorunda bırakıldığı bir ‘olay'... Böyle bir ‘olayla’ ilgili konuşmayacağız, hükümeti eleştirmeyeceğiz, uyarmayacağız, ‘yanlış yapıyorsunuz' demeyeceğiz de, ‘aydın' veya ‘akademisyen' olmak bir yana, nasıl bu ülkenin ‘yurttaşı’ olacağız? AKP istediği zaman ‘barışçı', istediği zaman ‘savaşçı' olmak zorunda mıyız? Tepelerden bakınca, gözünüze ‘güruh’ gibi mi görünüyoruz?
Evleri basılan, savcıların, üniversite yönetimlerinin ‘derhal’ harekete geçtiği, hakarete doymadığınız, ‘vatanperver' mafya bozuntularına, ‘milliyetçi' hisleri galeyana gelmeye hazır gençlere hedef gösterdiğiniz o aydınların çoğu, darbe tehdidi altındayken, partiniz kapatılmak istenirken yanınızdaydı ve ‘iyiydi’ ama şimdi ‘hain, alçak, karanlık, müsvedde, güruh' oldular, öyle mi?
Bu kutuplaştırma, karşıtlaştırma siyasetinin ‘mahir' temsilcisi Sayın Erdoğan ‘cumhurbaşkanı' ve cumhurbaşkanının birincil görevi, “milletin birliğini, beraberliğini temsil etmek”, paramparça etmek değil!
Bir de ağızlarına pelesenk olan şu cümle var: 'Devlete cinayet işliyor, katliam yapıyor diyorlar'... Demeyelim mi? Tarihimiz, devletin âli menfaatleri için işlenen suçlar tarihi. İşte bir örneği daha: Bugün arkadaşımız Hrant Dink’in katledilişinin 9. yıldönümü. Hrant’ı devlet öldürdü ve hesabını hâlâ vermedi. Ama biz ‘adalet' istemekten vazgeçmeyeceğiz. ‘Adalet' deyince de ‘hain’ oluyor muyduk?
Yorum Yap