- 5.02.2015 00:00
Her biri ülkemiz şartlarında aynı zamanda rahatlıkla ‘yüzleşme’ olarak da okunabilecek demokratikleşme sorunlarımız, yıllarca palavra bir ‘birlik-beraberlik’ söylemiyle hasır altı edildi. Bu demagojinin ‘tavan’ yaptığı dönemler de, malum, genellikle darbe ve askeri müdahale dönemleri oldu. Zira ciddi sorunlardan muzdarip ‘birlik-beraberliğimizi’ korumak ve kollamak ordunun başlıca misyonu idi.
Birlik ve beraberliğimizi korumak için iç ve dış mihrakların bitmek tükenmek bilmeyen oyunlarına karşı daima ‘uyanık’ olmalıydık.
Bu oyunları sahneye koyanlar bazen Kürt sorunu, bazen Alevi sorunu, bazen mütedeyyin yurttaşların sorunlarını kullanarak ‘birlik ve beraberliğimizi’, dolayısıyla da ‘huzur ve istikrarımızı’ bozmak isteyebiliyorlardı.
Bu tehdit ve tehlikelere karşı devletin etrafında saflarımızı her zaman daha çok sıklaştırmalıydık. Aslına bakarsanız görünüşte ‘millete’ gerçekte ise resmi ideoloji bekçisi orduya ‘vekaleten’ devleti idare edenlere de fazla güvenmemeliydik. Onlar da zaten bu ‘güvenmeme’ gereğini hiç boşa çıkarmadılar.
Bu inkarcı ve zorlama ideoloji ile ülkeyi yönetmek imkansız hâle geldiğinde 21. yüzyıla girmiştik ve geçmiş yüzyıldan miras zihniyetin ağırlaştırdığı sorunlarımızı demokrasi içerisinde çözüme kavuşturmaktan başka bir ‘çıkış yolumuz’ kalmamıştı.
AKP, bu tarihsel gidişatın keskin virajında iktidar oldu. Demokrasi ve özgürlüklerden yana adım attıkça toplumun her kesiminden destek gördü. Ne var ki ‘alıştığı’ iktidar olma hâli, kendisini iktidara taşıyan tarihsel şartları unutturdu ve bir zamanlar ‘değiştik’ diye dil döktükleri ‘asli’ ayarlarına geri döndüler. 2010 yılındaki anayasa referandumunun ardından gizlemeye gerek görmeden bunu söylemleri ve icraatlarıyla açıkça ilan da ettiler.
İktidar olmaya ‘alışmak’ ne demek, AKP’nin son yıllardaki hâl-i pür melali son derece zengin biçimde ortaya koyuyor. Kibir, ‘güç bende artık’ sarhoşluğu, partizanca kadrolaşma, ayrımcılık, soruşturulamayan rüşvet-yolsuzluk düzeni, tehlikeli boyutlarda seyreden toplumsal kutuplaşma, gerginlik, sürekli yüksek tansiyon... Bu tabloya ‘dış politika’ hâline getirilen müflis Osmanlı hayallerini de eklemek gerekir elbette.
Buna karşılık ‘açılım’ diye gündeme getirilen hiçbir reform girişimi sonuçlandırılmadı.
‘Madem devlet artık biziz’ diyerek bir zamanlar karşı oldukları vesayet kurumlarını bile yüzsüzce sahiplenir oldular. Demokrasi anlayışları ‘4 yılda bir sandık önünüze geliyor mu? Geliyor’ tarzı bir sığlığa saplanıp kaldı. Kaldı ki o sandığa verdikleri anlam ve önemin de kendilerinin tek başına iktidar olmaları şartına bağlandığını gördük.
‘Madem devlet artık biziz’ diyerek bir zamanlar karşı oldukları vesayet kurumlarını bile yüzsüzce sahiplenir oldular. Demokrasi anlayışları ‘4 yılda bir sandık önünüze geliyor mu? Geliyor’ tarzı bir sığlığa saplanıp kaldı. Kaldı ki o sandığa verdikleri anlam ve önemin de kendilerinin tek başına iktidar olmaları şartına bağlandığını gördük.
Bir toplumu ‘birlik-beraberlik’ ruhuyla bir arada tutmak ve yönetmek için gerekli olan en asgari özellikler dahi büyük bir hızla aşınıyor, tanınmaz hâle geliyor. Birlik-beraberliğimiz, ciddi, sahici bir tehdit altında. Ve bu tehdidin kaynağı ‘dış mihraklar’ filan da değil.
‘Olsun! Memleketin yarısı bizi destekliyor ya...’ diye düşünüyorlar. Memleketin diğer yarısının duygu ve düşüncelerini anlamak şöyle dursun aşağılamayı marifet sanarak...
Bu kafa ile de Türkiye yönetilir ve yönetiliyor işte. Ama bedeli, telafisi ve tedavisi her geçen gün daha da zorlaşan ‘birlik ve beraberliğimize’ kastetmek oluyor.
Yorum Yap