- 9.01.2015 00:00
AKP’nin ‘sürpriz’ seçim başarısıyla ilgili moral bozukluğu, hayal kırıklığı, ‘madem öyle…’ küskünlüğü etkisini biraz kaybettiyse ‘sorunu’ doğru teşhis etmek için daha soğukkanlı değerlendirmeler de yapabiliriz demektir.
Saray ve AKP kurmayları da çok iyi biliyor ki AKP’nin gerçek oy potansiyeli bu değil. Bunu kimseye ‘moral’ olsun filan diye söylemiyorum.
Bunu görmek için bir parça siyaset, sosyoloji, toplumsal psikoloji ve Türkiye toplumunun gerçeklerinden haberdar olmak yeter.
1 Kasım seçimleri ‘olağanüstü’ şartlar altında yapıldı. Bu gerçeğin altının kalınca çizilmesi gerekiyor.
Bu ‘olağanüstü’ şartları bir politik taktik olarak kullanan AKP oldu; zaten mimarı da kendisiydi.
Buna karşılık 7 Haziran sonrası ortaya çıkan imkânları değerlendirmekteki sorumsuzluğuna, beceriksizliğine birlikte tanık olduğumuz muhalefet partileri, seçmene güven verecek birer ‘alternatif’ oluşturdukları mesajını veremediler.
Ülkemiz birkaç ayda yangın yerine döndü ve AKP, “Bu yangını ancak benim tek başıma iktidarım söndürebilir” dedi.
“İyi de yangını siz çıkardınız” demek, evet, doğruydu ama yanı sıra yangını söndürecek güven vermeniz de gerekirdi.
Muhalefetin aciz kaldığı nokta da buydu.
Dünya çapında politik psikolojinin önde gelen isimlerinden Prof. Vamık Volkan, Cumhuriyet’ten Türey Köse’ye verdiği röportajda, Ankara katliamının ‘Türkiye’nin 11 Eylül’ü’ olduğunu vurguladıktan sonra, Amerika’da 11
Eylül saldırılarından sonra dönemin ABD Başkanı Bush’a desteğin bir günde yüzde 80-90’lara vardığını belirtiyor ve devam ediyor:
“Büyük trajedilerden sonra halkta yas tutamama psikolojisi gelişir. Kendinin de ölebileceğini düşünme, kuvvetli birisini arama. Türkiye’de muazzam bir korku var, buna karşı emniyet psikolojisi gelişti.”
CHP’nin ekonomik vaatleri önemliydi. Nitekim bunu tespit eden AKP, daha önce “Nereden kaynak bulacaksınız?” derken o vaatleri kopyalayan bir tutum aldı.
Ama daha da önemlisi, insanlarda yarattığı can güvenliği korku ve endişesiyle ilgili ‘tek başına iktidar olursam…’ söylemiydi.
Çünkü ekonomik beklentilerden ziyade bu süreçte öne çıkan, insanların can güvenliği endişeleriydi. Suriye’deki iç savaş Türkiye’ye mi taşınıyordu?
IŞİD’in canlı bombaları bundan sonra nerede patlayacaktı? Doğu’daki savaş metropollere de sıçrayacak mıydı? Ve bu korkunun sorumlusu, ‘ancak ben tek başına iktidar olursam…’ diyordu…
Tabii ki korku imparatorluğuna boyun eğmemek gerekirdi.
Ama seçmenin AKP’nin şantaj siyasetiyle baş başa bırakıldığını ve muhalefetin 7 Haziran sonrası süreçteki güven vermeyen pratiğinin olumsuz etkisini de göz önünde bulundurmak gereği var.
Uyduruk gerekçelerle girişilen haksız, hukuksuz, keyfi muhalif medyayı susturma operasyonları da bu tablonun bir parçası oldu.
Toplumsal realitemiz bu: Devlete karşı hakkını, hukukunu sahiplenme, koruma konusunda çok da parlak bir mücadele geleneğimiz yok.
Ama bu, bundan sonra da olmayacak demek değil. Gezi direnişinden öcü görmüş gibi korkmalarının nedeni buydu.
Demokrasi, özgürlük, hukuk ve adaleti savunan bir tek kişi dahi varsa, umut vardır ve mutlaka karşılığını bulacaktır. Kaldı ki ‘tek kişi’ de değiliz, ‘çaresiz’ de…
Yorum Yap