- 11.10.2015 00:00
Hukuka dair en temel kavramlar dahi muğlaklaştı. Sokaktan kimi çevirip sorsanız savcının ‘iddia makamı’ olduğunu bilir. Savcılar delillerini ortaya koyarak ‘iddia’ ve ‘talep’ eder.
Avukatlık ‘savunma’ makamıdır. Savcının konu her ne ise yasaları çiğnediğini iddia ettiği müvekkilini kendi delilleri, kanıtlarıyla savunur. Ve mahkeme de ‘hüküm’ verir.
Beraat ya da ceza. Verilen karara itiraz imkânları vardır. Hüküm kesinleştiğinde infaz süreci başlar.
Bir savcının yazısını ‘gerekçe’ göstererek Digiturk’ün Saray ve AKP nezdinde ‘muhalif’ kabul edilen 7 televizyon kanalının ekranlarını karartması, o yazıyı yazan savcılık, o yazıyı ‘talimat’ kabul edip uygulayan (‘infaz’) kurum bakımından da açıkça yasadışıdır.
Anayasa ihlalidir. TV kanallarıyla ilgili yegâne ‘yetkili’ kurum RTÜK’ün de yok sayılmasıdır.
Bu durum, hukukla birlikte demokrasiye dair en temel normların da muğlaklaştırılması oluyor. Sözümona “Basın hürdür, sansür edilemez” diyen bir anayasamız var. Bir bu anayasa maddesine bir de medya üzerindeki baskıların vardığı düzeye bakın. Özgür, eleştirebilen, sorgulayabilen, araştırabilen medya, bir ülkede demokrasi iddiasının turnusol kâğıdıydı, değil mi?
Demokrasi ve hukuk normlarını keyfinize, siyasi çıkarlarınıza, ‘faydalı-zararlı’ hesabına göre anlar ve uygulamaya kalkarsanız bunun adı dünyanın bütün dillerinde zorbalıktır.
‘Gazeteci’ kılıklı bazı kişiler ise memnun ama “Yetmez! Tamamen karartalım” diyorlar. En iyisi muhalefeti olduğu gibi kapatalım, karartalım, yasaklayalım. Aslında seçimi de yapmayalım. Parlamento üyelerini Saray belirlesin. Gönüllerinden geçen bu.
Silahlar sussun
Aylardır gücümüz, nefesimiz yettiğince ‘silahlar sussun’ diyoruz. Dün kadar yakın bir geçmişte Çözüm Süreci’ne dair alkış çalmaktan gayrı her türlü tutumu “artık cenaze kaldırmamamızdan rahatsız mı oldunuz?” diyerek bastırmaya çalışanlar, şimdilerde ‘terörle mücadele’ uzmanı kesildiler. Reis’e ayarlı oldukları için hızla hazır kıta savaş düzenine geçtiler.
1 Eylül Barış Günü, Kurban Bayramı gibi vesileler oldu ama çatışmalar, operasyonlar, ölümler durmadı. Şimdi 1 Kasım seçimlerine gün sayıyoruz ve nihayet PKK’den tek yanlı ‘ateşkes’ sinyalleri geliyor. Sadece 1 Kasım için değil, sonrası için de silahlar sussun. Bunun için uğraş vermek ve sorunun çözümünün zorlukları, sıkıntıları olsa da demokratik, sivil siyaset mecrasında aranması gerektiğini savunmak zorundayız.
Ama derin dondurucudaki çözüm sürecinin koordinatörü Yalçın Akdoğan “Karnımız tok” diyor. Akdoğan’a göre önümüz kış olduğu için örgüt taktik yapıyor. Muhtemelen yandaş korosu da aynı yönde yayın yapacak: “örgüt taktik yapıyor, hücuma devam, ölmeye, öldürmeye devam, son terörist öldürülünceye kadar.”
Velev ki ‘taktik’! Meselemiz sadece seçimlerin daha güvenli bir ortamda yapılması da değil, kalıcı olarak silahı, şiddeti bir ‘çözüm’ yöntemi olarak mâhkum etmek ve sahici bir barışı inşa etmek ise bunu bir ‘şans’ olarak değerlendirmek gerekmez mi?
Demokrasi, hukuk, adalet gibi barışa dair kavramları da tanınmaz hale getirdiler. Türkiye, dünyayı Saray etrafında dönüyor sanan bu dejenere siyasi anlayış ile olabilecek en kötü noktaya sürüklendi. Var mı daha ötesi?
‘Başkan’ mı dediniz? Hay Allah, siz hâlâ orada mısınız?
Yorum Yap