- 5.02.2015 00:00
Gezi günlerinde İstanbul başta olmak üzere yurt sathında milyonlarca insan, her biri kendi nedenleriyle sokaklarda isyan ve itirazını haykırdığında, yol açtığı tabloya bakıp ders çıkarması gerekenler, kutuplaşmadan iktidar devşirme siyasetini daha da tırmandırma yoluna gittiler. “Yüzde 50’yi zor tutuyoruz” diyerek, aslında destekçilerini de sokaklara dökmeye çalıştılar. Kabataş (‘namus’) ve ‘camide bira içtiler’ (‘dini hassasiyetler’) yalanları bunun içindi…
İlk defa o zaman “Tayyip’in askerleriyiz” sloganını duyduk. Dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın katıldığı mitinglerde ve protestoculara saldıran bazı AKP’lilerin dilinde. Daha sonra 17-25 Aralık rüşvet ve yolsuzluk soruşturmalarını ‘darbedir’ diyerek bastıran (!) Erdoğan’ın düzenlediği ‘istiklal ve istikbal’ mitinglerinde de (aslında söz konusu olan sadece 30 Mart yerel seçimleri idi) aynı sloganı atanlar oldu. Aynı günlerde siyasi tarihin gördüğü ve göreceği bu en ‘tuhaf’ rüşvet ve yolsuzluk soruşturması görünümündeki ‘darbe’ girişimine (!) karşı ‘dik’ duran Erdoğan’ın yollarına kefen niyetine dantelli beyaz örtülerle, perdelerle çıkanlar da görüldü.
Bir siyasetçiyi beğenmek ile kendisini onun ‘askeri’ ilan etmek, kuşkusuz aynı şey değil. Bugün beğenirsiniz yarın ‘değişti’ deyip beğenmeyebilirsiniz. Bu son derece olağan; tabii ‘normal’ bir ülkede…
Bu ‘asker’ olmak sloganına ilham veren sanıyorum bazı ultraulusalcı çevrelerin ‘Mustafa Kemal’in askerleriyiz’ sloganı idi. Gezi günlerinde bu tür onun bunun askeri gruplar türeyince gençler de çareyi ‘Biz de Mustafa Keser’in askerleriyiz’ demekte bulmuştu.
Bu ara ‘Tayyip’in askerleri’nin sesi fazla çıkmıyor. Ortalık yerde beyaz örtüler örtünmüş kişiler de dolanmıyor. Bir ‘boşluk’ hasıl olunca bu sefer başdanışman, milletvekili sıfatlı bazı silahşorlar türedi; ‘üç silahım var’ filan diyen. Bu zatlar kamuoyunda alay konusu olmanın ötesinde bir etki yaratamadılar. Oysa ‘öl de ölelim’ zamanı. ‘Reis’, ‘Vatan topraklarını şehit kanlarıyla yoğurmaktan’ bahsediyor. Hayatını kaybeden acılı polis ve asker ailelerine ‘ne mutlu size’ diyor. Sayın Davutoğlu “Evlatlarımızı feda etmeye hazırız” diyor ve Soma faciasından dolayı bile bırakmadığı koltuğunu ‘seçim hükümeti’ mecburiyetiyle bırakmadan önce Taner Yıldız, “Nasipse ben de şehit olmak istiyorum” açıklaması yapıyor.
Fakat durum, “neden vatan sağ olsun demiyorlar” araştırmaları yapmayı gerektirecek kadar ciddi. Şehit cenazelerinden yükselen protesto sesleri soruşturma açmakla, ‘cumhurbaşkanına hakaret’ tutuklamalarıyla bastırılacak gibi değil. Kardeşinin tabutu başında “Düne kadar çözümden bahsederken şimdi neden sonuna kadar savaş diyorsunuz?” diye feryat eden Yarbay’ın sorusuna cevap vermediler hâlâ. “Madem askersin, öleceksin” şeklindeki izahatlar ise sadece insanları iğrendirdi.
Ölerek öğrendik; bu savaş haklı bir savaş değil. Bir ‘vatan savunması’ değil. Kurgulanmış bir savaş. Ve bu kurguyu yapanlar bütün kozlarını tüketti.
Durduk yere ‘paralel’ hikâyelerinin canlandırılması, muhalif medyayı susturma ve gözdağı planının raftan indirilmesi, arzulanan sonucu vermeyen ‘kaos’ planının bir parçası mıdır acaba?
Yorum Yap