- 24.08.2015 00:00
Birlik ve beraberlik vurgusu oldum olası iktidar partilerinin en çok kullandıkları klişelerin ilk sırasındadır. En çok da ‘kriz’ zamanlarında birlik ve beraberliğimizin öneminden dem vururlar. Bu klişe lafın devamında genellikle ‘huzur ve güven ortamı’ndan bahsedilir.
Bu açıklamalara göre ülkemizde iç ve dış mihrakları kıskandıran güçlü bir birlik-beraberlik ruhu, yanı sıra da ‘huzur ve güven ortamı’ vardır ve birileri birlik-beraberliğimizi habire bozmaya çalıştıkları için her birimizin devletin etrafında kenetlenmesi gerekmektedir. Madem birlik-beraberliğimiz tehdit altındadır ve onu devlet namına korumakla mükellefiz, ‘şehit’ olmak, muhbir olmak, gereğinde asker, polis, savcı, hâkim olmak suretiyle devlete kafa tutanlara balta, pala, bıçak, tabanca artık ne varsa hücum etmek ifa edilmesi zaruri ‘vazifeler’ haline gelmektedir.
‘Yeni Türkiye’nin mimarı AKP iktidarı da içerisine girdiği Tek Adam, Tek Parti ‘davasının’ mevcut durağında kendisinden öncekilerle aynı demagojilerden medet umar hâle geldi. Varlı- ğını devletle özdeşleştirdi. Ancak ‘milli irade’ bu ‘davanın’ Türkiye gerçekleriyle uyumsuzluğunu fark edince devreleri karıştı, ezberi bozuldu.
Aldığı dersi ezber etmesi gerekirken iktidardan ‘bir saniye bile’ uzaklaşırsa, davanın da partinin de hikâye olacağını gördü. Çünkü kendisine de ‘dava’sına da güvenmiyor. 13 yılda davasının yerini liderinin ihtirasları ve kurduğu havuz düzeninin bekası için sergilenen inat aldı.
‘Zor tutuyoruz’ dedikleri yüzde 50 hep arkalarında asker kalacak sandılar ve diğer yüzde 50’yi aşağıladılar, horladılar, bastırdılar, ‘biat’ etmeye zorladılar. Dillerine pelesenk ettikleri birlik-beraberliğimizi bu kutuplaşma ortamında tamamen tanınmaz hâle getirdiler.
‘Geziciler, paralel’ konseptleri miadını çok çabuk tüketti. Geriye kendilerinden önceki bütün statüko partilerinin kullandıkları milliyetçiliği tırmandırmak kaldı. Bedeli iyi niyetle ‘barış’ olduğunu varsaymak istediğimiz Çözüm Süreci’ni tepelemek olsa da. Ülkeyi yeniden yangın yerine çevirmek, cenazeler kaldırmak, ekonomik dengeleri allak bullak etmek olsa da.
Türkiye etnik, dini, kültürel çeşitlili- ğiyle anlamlı bir ülke ve toplum. Bunu ya herkesin kendi değerleriyle özgür yaşadığı bir toplum olabilmenin gerekçesi göreceksiniz ya da “az-çok” hesaplarının çekimine kapılarak bir kutuplaşmanın konusu haline getireceksiniz. Birinci seçenek ve yol, demokratikleşmenin yoludur; ikincisi ise, kaos, kargaşa, ayrımcılık ve huzursuzluğun. Ve eğer elinizde iktidarı tutarak ikinci seçeneğin siyasetini yapıyorsanız, bunun doğal karşılığına da diktatörlük veya faşizm deniyor.
Kendinizi ‘çoğunluk’ diye Türkçü, Sünni bir parti olarak lanse edip diğerlerini de ‘ötekiler’ olarak konumlandırırsanız oluşturacağınız düzen ilelebet baki kalır sanırsınız. Bu dayatma, evet, Türkiye’nin canını yakar. Ama aynı zamanda kendisine getirir. Çünkü barış içerisinde bir arada yaşamanın anlamını ve kıymetini acı deneyimlerle öğrenmiştir.
Öğrenmiş midir? YSK’nın değil de Saray’ın ilan ettiği 1 Kasım seçimlerinde test edilecek olan, budur...
Bu da ‘tarihte bugün’ hatırlatması: 1 Kasım, 1922’de TBMM’nin padişahlık ve saltanatı kaldırdığı tarihtir.
Yorum Yap