- 2.02.2015 00:00
Cidden soruyorum, Anayasa ilga oldu da haberimiz mi olmadı! TBMM’nin, Anayasa Mahkemesi’nin sitesine girince başköşede ‘anayasa’ karşılıyor bizi.
O kurumlar yanlış biliyor olamaz herhalde! “Basın hürdür, sansür edilemez.” diyen 28. madde yerinde duruyor değil mi? “Kanun, haber, düşünce ve kanaatlerin serbestçe yayımlanmasını engelleyici veya zorlaştırıcı siyasal, ekonomik, malî ve teknik şartlar koyamaz.” şeklinde açık hüküm getiren 29. maddenin değiştiği de kayıtlarda görünmüyor. “Kanuna uygun şekilde basın işletmesi olarak kurulan basımevi ve eklentileri ile basın araçları, suç aleti olduğu gerekçesiyle zapt ve müsadere edilemez veya işletilmekten alıkonulamaz.” amir hükümlü 30. maddenin buharlaşmadığına emin miyiz? Baktım, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin ilgili maddeleri de yerinde duruyor. O halde nasıl oluyor da “bazı gazetelere el konulacağı, müsadere edileceği” gibi konuları tartışıyoruz? Devlet kurumlarının internet sitelerinde duran metinler, devlet yöneticilerini ve bazı savcıları bağlamıyor mu? Onlar Anayasa ile bağlı değiller mi?
Bir ülkenin demokrasiyle ve evrensel hukuk normlarıyla yönetildiğinin önemli göstergelerinden biri basın özgürlüğü ve haber alma hakkının korunması. Adil ve dürüst seçimin de olmazsa olmaz şartlarından biri özgür basın. Pek çok hürriyetin koruyucu şemsiyesi aynı zamanda. Bunun için hem anayasamız hem de iç mevzuatın üstünde olduğunu kabul ettiğimiz uluslararası sözleşmelerin en fazla hassasiyet gösterdiği konu basın özgürlüğü. Demokratik hukuk devleti olma iddianız varsa, hür medyaya getireceğiniz sınırlamaları anayasa ve evrensel hukuka uydurmak zorundasınız. Bu bir lütuf değil mecburiyet. Aksi halde rejiminizin adını doğru koyup demokrasiden vazgeçersiniz. ‘Rejimi değiştirelim, demokrasiyle yönetmek zorunda değiliz’ dediğiniz hukuk yakanıza yapışır. Hem de en şiddetli şekilde. Zira Anayasa’yı ihlal suçu dünyanın her yerinde cezası en ağır cürümlerdendir. Böyle bir ülkenin ödeyeceği ekonomik fatura da cabası.
Türkiye siyaset eliyle ve onun güdümündeki bürokrasinin marifetiyle basın özgürlüğü ihlalleri yapılan bir ülke haline geldi. Ülkeyi yönetenler kürsülerden gazetecileri tehdit ediyor. Soyut tehditler de suçtur ama öyle kalmıyor, anında icraat başlıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı, AK Parti iktidarını veya herhangi bir icraatı eleştiren gazetecinin başı muhakkak belaya giriyor. Fatih Altaylı yayın yönetmenliğini kaybetti, çiçek böcek yazısı yazıyor. İşini kaybeden gazeteciler kervanına en son Milliyet’te Aslı Aydıntaşbaş katıldı. Akreditasyon denilen illet, askeri darbe dönemlerini mumla aratacak şekilde bütün sivil alanlara yayıldı. Yukarıdaki nobran hava aynıyla kılcallara kadar iniyor. Gezi eylemlerinin yıldönümünde Taksim’de görevi yapan Zaman muhabiri Emre Şencan, darp edildi, tekmelendi, hakarete uğradı. Emniyet amiri kameraların önünde bu şovu yapmaktan çekinmedi, hatta belki de göze girmek için fazlasıyla abarttı.
Muhalefet etmenin, hatta seçimlere girmenin ihanet olarak yaftalandığı günler yaşıyoruz. Siyasi partiler ‘iktidarı devirmek için seçime girmekle’ suçlanıyor. ‘Politika zaten ne için yapılır?’ diye sormak ne kadar tuhaf bir durum. Muktedirlerin hoşuna gitmeyen yayınları yaptığı gerekçesiyle bazı gazetelere el konulacağı konuşuluyor. Tutuklanacak gazeteciler listesi elden ele dolaşıyor. Askeri darbe dönemlerinde bile medyaya el koyma seçeneği hiç masada olmadı. Geçici kapatma ya da gazetecilere dönük sansür ve susturma girişimlerini akleden darbeciler dahi bu kadarını düşünemedi. Nazlı Ilıcak’ın makalelerinden dolayı Tercüman Gazetesi’ni kapatan Kenan Evren bugünleri görse takdir eder, ‘siz bizi aştınız’ derdi.
Yorum Yap