- 3.02.2015 00:00
“Sayın seyirciler, şu anda Taksim’de saldırıya uğrayın polis noktasının önündeyiz. İki ayrı silahla 50 el ateş açan E.S.K. isimli kadın terörist, yetkileri olmadığı için müdahale edemeyen polislere dil çıkardıktan sonra kaçtı. Bombalı intihar eylemi için ülkeye döndüğü ileri sürülen E.S.K., Sultanahmet’teki bombalı saldırının faili zannedilmişti. Emniyet güçleri elini kolunu sallayarak dolaşan ‘canlı bomba’yı yetkileri yeterli olmadığı için yakalayamıyorlar…”
Elbette böyle bir haber yok. Ben biraz vülgarize ettim. Ama hükümet sözcüleri ve yakın medyanın söylediğine inanacak olursak yukarıdaki duruma yakın noktadayız. Kobani olayları sırasında çok sayıda vatandaş hayatını kaybetmiş ve büyük maddi hasar meydana gelmişti. İçişleri Bakanı Efkan Ala, tasarıyı savunurken, “Yasin Börü’ler vefat mı etsin yani!” diyor. Diyarbakır’da hunharca linç edilen liseli gencin öldürülmesine yetkisizlikten mi müdahale edilmedi? Bu ülkede adam öldürmek, hele de misalde olduğu gibi ‘vahşice hislerle cinayet’ suç. Cezası yürürlükteki en ağır ceza. Milletin zekâsıyla alay ediliyor.
Aynı şekilde yağma yapmak, kamu ve özel mala zarar vermek, molotof atmak, cezaları kanunda yazılı cürümler. Molotof atmaktan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası onanmış bir sürü mahkûm var. Nisan 2013’te çıkan 4. Yargı Paketi’ne eklenen bir maddeyle, maske takmak Terörle Mücadele Kanunu kapsamına alındı. İfade aynen şöyle geçiyor: “Terör örgütünün propagandasına dönüştürülen toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde, kimliklerin gizlenmesi amacıyla yüzün tamamen veya kısmen kapatılması…” Zaten suç olan sansasyonel eylemler halkın gözüne sokularak arkadaki antidemokratik düzenlemeler saklanıyor.
30 Kasım 2002’de neredeyse ilk icraat olarak olağanüstü hali kaldıran ve bununla haklı olarak övünen parti, şimdi bütün ülkeyi sıkıyönetim düzenine çevirecek bir kanun çıkarıyor. Bu 17-25 Aralık nasıl bir şeyse bütün ülkeyi yangın yerine çevirmeye kadar götürüyor. Evrensel hukukta sadece yargı erkinin kullanabileceği kimi yetkiler, güvenlik bürokrasisine devrediliyor. Arama ve gözaltı işlemlerinde polisin üstü konumundaki mülki amirlere salahiyet veriliyor. Bakan Ala, bu kişilerin denetleneceği ‘müjde’sini de kamuoyuyla paylaşıyor: “Elbette bu talimatları verebilecek kişiler belirli kişiler olacak. Bakanlık bunları denetleyecek. ‘Bu da yetmez’ diyoruz ve Kolluk Denetim ve Gözetim Komisyonu kuruyoruz. Bu komisyon akademisyenlerin, hukukçuların da olacağı sivil bir yapı olacak. Güvenlik güçlerimize bir yandan yeni yetki ve görev verirken, öte yandan ciddi bir mekanizmayla denetlemeye tabi tutuyoruz.” Yetkiyi kullanan ile denetleyenin aynı kurum olmasının bugünün dünyasında yeri de izahı da yok. Kaldı ki yargısal denetimde bile devlet aygıtı içindekilerin korumacı tavra dair kötü örnekler mevcut.
Bu kanunu perdelemek için vitrine konan maddelerden biri de bonzai. Uyuşturucu ile mücadele sıralamasında ceza, arka sıralarda kalır. Uyuşturucuya karşı tecrübe kazanmış ve uzmanlaşmış kadrolar, 17 Aralık sonrasında oluşun paranoya çerçevesinde görevden uzaklaştırıldı. Kalanlar da bu tasarı yasalaştığında emekli edilecek. 3200 tecrübeli polis yöneticisi tasfiye edilerek yerlerine hızlandırılmış kurslarla yetiştirilen üniversite mezunları alınacak. Bunların AK Parti tarafından ‘özenle’ seçileceğini söylememe gerek yok. Uyuşturucuyu kaynağında yok etmedikten sonra metropollerde satıcı avlamak ne yazık ki sonuç vermiyor. Kaldı ki bonzai de kanunlarımıza göre suç. Mevcut kanunda imal, ithal ve ihraç edene 20 ile 30 yıl arasında hapis cezası veriliyor. Buna rağmen sokaklarda yığılmış kalmış çocukların sayısı her geçen gün artıyorsa bir yerlerde hata yapılıyor demektir.
Yorum Yap