- 28.03.2014 00:00
30 Mart seçimleri eşine az rastlanır bir atmosferde gerçekleşiyor. 89 seçimleriyle kıyaslayanlar yanılıyor.
Evet o seçimin sonuçları müthiş sürprizler barındırıyordu ama öncesinde yaşananlar rutindi. İstanbul’da Bedrettin Dalan, Ankara’da Mehmet Altınsoy ve İzmir’de Burhan Özfatura beklenmedik şekilde kaybetmişti. Güçlü ANAP, şok yenilgiyle ırgalanmıştı. Rahmetli Turgut Özal’ın deyimiyle ANAP iktidarı ülkeyi dönüştürmüştü. Mahallede birkaç tane bulunan ve yıllarca sıra beklenen telefon, bir anda her eve girmişti. Kara ve demiryolları ıslah edilmiş, tek kanallı ve sınırlı yayın yapan siyah-beyaz televizyonun yerini çağı yakalamış bir TRT almıştı. Ekonomi dünyaya açılmış, refah seviyesi yükselmişti. Babam, 79 yılında parasını ödediği arabayı alabilmek için bir yıl beklemişti. Aldığımız nihayetinde Murat 131 idi. Otomobil almak kolaylaşmış, yabancı markalar yollarda boy göstermeye başlamıştı. Yerel yönetimler de şehirlerin çehresini değiştirmişti. Ancak ANAP önemli ölçüde imaj kaybına uğruyordu. Semra Özal ve etrafındaki papatyalardan sonra, Zeynep Özal’a hediye edilen Jaguar otomobil bardağı taşıran damla olmuştu. Genel seçimlerde istikrara oynayıp ANAP’ı tekrar tek başına iktidara getiren seçmen, yerel seçimlerde ciddi bir ikazda bulunuyordu. Oy oranı 21,75’e düşüyor ve üç büyük şehir kaybediliyordu. O seçimlerden zihinlere kazınan ise Bedrettin Dalan’ın seçmeni tehdit eden ilanlarıydı. “Başka partiden belediye başkanı seçerseniz eli kolu bağlı oturur, hiç hizmet alamazsınız.” diyordu.
Şimdi benzer tablolar yaşıyoruz. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç, “biz gidersek üç ay sonra maaş alamaz hale gelirsiniz” çıkışını cemaatleri tehdit ederek sürdürdü: “Bu hükümet varsa, o cemaat de, o cemaatler de var olacaktır. Bu hükümet olmazsa, o cemaat de bütün cemaatler de yok olacaktır.” Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, daha ileri giderek şunları söylüyor: “Bu yapı, son 11 yılda güçlendi ve bu noktaya geldi. Bunu biz yarattık. İyi niyeti bu kadar suistimal edebileceklerini düşünememekle hata etmişiz.” Ben olsam tövbe ederim ama bazılarının yaptığı gibi küfür ya da şirk isnadında bulunacak değilim. İmanımı sokakta bulmadım; Peygamberimiz’in (sas) beyanı çok açık: ‘İsnat ettiğin şey o kişide yoksa sana döner.’ Ancak kibirli ve egosantrik bir yaklaşım olduğunu izninizle söyleyeceğim.
AK Parti’de ve destekçisi medyada lejyonerler var. Bu paralı askerlerden bir kısmı ile beraber çalışmıştık. Dolar bazında beş-on muhabir maaşı alarak her fikrin savunuculuğunu yaparlar. Onlara yaptıklarını yakıştırıyor ve acı tebessümle geçiştiriyorum. Ama dindarlıkları müsellem hatta bazı camialara mensup insanların bu pervasızlığını hayret ve esefle izliyorum. Taner Yıldız da onlardan biri. İspat edemediği şeyleri tekrarlayıp duruyor. “Üç yıldan beri siz uzun adamın ölümüne dua ediyorsunuz.” sözünün kaynağını hâlâ gösteremedi. Kim, nerede, ne zaman yapmış? Cevap yok. Birileri Suudi Arabistan’daki okul diyecek oldu, orada Camia’nın okulunun olmadığı ortaya çıktı.
Dün Vatan’a söyledikleri içinde daha uçuk şeyler var. Bakan Yıldız, “Cemaat, himmet adı altında insanlarımızdan para toplarken, o toplantılarda, o ildeki bazı polis müdürlerinin, savcıların da hazır bulunduğunu öğrendik. Düşünebiliyor musunuz, nasıl bir baskı ortamı? Ne işi var o polislerin, yargı mensuplarının ya da başka devlet görevlilerinin orada?” şeklinde konuşuyor. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, evinde para kasası çıkan bakan çocukları için söylediği gibi ‘Müddei iddiasını ispatla yükümlüdür.’ Evinde milyon dolar çıkan adama gösterdiğiniz duyarlılığı başkalarından niye sakınıyorsunuz? Hangi şehir, hangi emniyet müdürü, hangi savcı?.. Neden isim vermiyorsunuz? Eskiden Ergenekoncular böyle yapardı. ‘Filan tarikat şöyle şöyle yapıyor’ der ispatla yükümlü olmazdı. O mesnetsiz iftiralar üzerinden zulüm yapılır, kendinizi aklayana kadar ananızdan emdiğiniz süt burnunuzdan gelirdi. Ergenekoncuları salıverdiniz, üstüne bir de benzemek zorunda mısınız?
30 Mart bu tavrın, bu kibrin oylanacağı bir referandum olacak.
Yorum Yap