- 13.10.2015 00:00
Gezi Olayları’nın üzerinden 2 yıldan fazla bir süre geçti. Bu süre zarfında Ak Parti’nin psikolojik konumunda önemli bir değişiklik meydana geldi. Hatırlayın, Gezi Parkı Olayları, büyük bir kalkışmaydı ve hedefte doğrudan “Recep Tayyip Erdoğan” vardı. Başka bir ifadeyle hedef “Erdoğan’sız Türkiye”ydi.
Burayı açmak gerekiyor.
Çünkü “Erdoğan’sız Türkiye” denildiğinde bunu bilinçli bir biçimde salt Erdoğan ismi üzerinden kavramsallaştıran, bu kavramsallaştırmanın arka planını gizlemek için tartışmayı şahsa indirgeyerek yapan ve dolaysıyla bu tartışmayla beraber sadece Erdoğan’a saldırıları meşru hale getiren bir akıl var.
Oysa Erdoğan’sız Türkiye, Erdoğan’ı aşkın bir hedefi ima ediyor.
Öyleyse nedir bu “Erdoğan’ı aşan Erdoğan’sız Türkiye” hedefi?
Öncelikle Erdoğan’sız Türkiye’yi amaçlayanlar, aslında demokrasisiz bir Türkiye’yi hayal ediyor. Sivil siyaseti iğdiş edilmiş, cuntacıların, apoletli veya cübbelilerin iktidar olduğu bir Türkiye’yi hayal ediyorlar. Devletin rutin dışına, askerin kışla dışına, gayri-meşru organizasyonların meşrulaştığı bir Türkiye’yi amaçlıyorlar.
Dolaysıyla Erdoğan’sız bir Türkiye, demokrasisiz, olağanüstü hal Türkiye’sidir. Ekonomik gelişme gösteremeyen, anayasa kitapçıklarının havada kalış süresi kadar borsanın değer kaybettiği, yazar kasaların Başbakanlık ofislerinin önündeki caddelere fırlatıldığı, faili meçhullerin meşhurlaştığı, kukla, bağımlı ve mavi kanlı siyasetçilerin iktidar olduğu, milletin talepleri için değil, 780bin km2 dışında yaşayan “yabancı ve gayri millilerin” talepleri doğrultusunda icraat yapan kliklerin iş başında olduğu bir Türkiye’dir.
Erdoğan’sız Türkiye, kendi iç sorunlarına gömülmekten coğrafyasının ötesinde gelişen hiçbir olaya müdahale edemeyen, 3. Dünya ülkesi, cılız Türkiye’dir.
Bu hedefin arka planı Türkiye halkından gizlenmek istenmekte, Erdoğan’sız Türkiye hedefi, sadece Erdoğan’ın şahsında tecessüm eden bir idealmiş gibi halka yutturulmaktadır.
Öte yandan Erdoğan’sız Türkiye hedefini pratize edenlerin taktik değiştirdiğini bilmek gerekiyor. Zira artık Türkiye’de üniformalıların silahla darbe yapma veya cübbelilerin hukuk(suzluk)la darbe yapma dönemleri geride kaldı.
Bugün yapılmak istenen yeni sürüm darbe “algı darbesi”dir. Bunun temel dinamiği de “psikolojik harp”tir.
Tam bu noktada tarihsel olarak Türkiye, Gezi Olayları’ndan itibaren “psikolojik savaş ajanları” marifetiyle “psikolojik harbe” maruz kalmıştır.
Burada şüphesiz özne yine Recep Tayyip Erdoğan’dır ve onun şahsında Ak Parti hareketidir.
Mayıs 2013’ten bu yana, ulusal ve uluslararası koalisyonun hemen hemen her olayı, vakayı, eylemi, bombayı, patlamayı, hatta denilebilir ki, sel, deprem, yağmur gibi doğa olaylarını Erdoğan’a ciro etmesinin temel nedeni Erdoğan’ı yalnızlaştırmak, ardından Davutoğlu’nu ve Ak Parti’yi yıldırmaktır.
Bu kirli proje, “demokrasi sosuyla” meşru gösterilmektedir. Zira manipülasyon, spekülasyon, yalan ve iftira gibi pratikler, silahlı darbeden daha “soft”tur ve karşısında çok fazla kitlesel tepki veya reaksiyon gelişmez. Tank, top, tüfek, silahla yapılan veya e-muhtıra tarzı darbe girişimleri özü itibariyle hukuk-dışı, gayri-meşru kabul edildiğinden hem ulusal hem de uluslararası toplumda tepki çekiyorken, algı darbesi veya psikolojik harp girişimleri toplumda fazla reaksiyon meydana getirmez.
Ak Parti, tam 10 maçta sahadan galibiyetle ayrılmış bir partiydi. 11. maçta ise sahada bambaşka bir durumla karşılaştı. İlk kez aynı takımın formasını giymiş birden fazla takımla, çok uluslu bir rakiple maç yaptı.
Şüphesiz bu adaletsiz bir durum. Ancak Ak Parti, o günden bugüne sadece “defansa mahkûm edilmiş” bir parti haline geldi.
“Defans yapmaktan atak yapmayı unutan bir Ak Parti” var şuan karşımızda.
Ve aslında uzun zamandan beri durum böyle.
Ak Parti’nin yaptığı siyaset, kendisine yapılan atakları savuşturmaya çalışan, defans üzerine kurulu bir siyaset şuanda.
Bu ise sağlıklı bir siyaset tarzı değil. Zira sadece savunma ve savuşturma üzerine kurulu bir siyaset tarzı geliştirirseniz, topu alıp çalım atma, gole gitme gibi pozisyonları sergilemekten uzak kalır, maçın aktörü olan, atak yapan ve bünyesinde yıldızları barındıran bir takım olmanızdan keyif alan tribündeki Türkiye halkını bu keyiften ve üstünlükten mahrum bırakırsınız. Dahası bu psikoloji size hakikati, olağanı ve normal olanı ıskalatır. Topu alıp normal şekilde atak yapmak veya topu daha fazla ayağında tutup topla oynama yüzdesini, aktör ve özne olma yüzdesini arttırmak varken, topu taca veya avuta atmak zorunda kalırsınız. Çünkü o an üzerinizde baskı vardır, üst üste, iftira ve yalanla sizi baskı altında tutan saldırı atakları vardır. Dolaysıyla önünüze gelen topu taca atmak veya degaj yapmaktan başka çareniz kalmaz. Sıhhatsizleşir ve yorgun düşersiniz.
Ak Parti’nin çok acil bir şekilde sahadaki bu pozisyonunu yeniden gözden geçirmek ve kendisine kurulan bu tuzağı fark etmelidir. Oyun planını değiştirmeli, orkestranın şefliğine geri dönmeli ve yeniden gündem belirleyen özne haline gelmelidir. İzleyicilerini, rakip takımı izlemek zorunda bırakmamalı, bu yüzden topu ayağına geri almalıdır.
Olayların ve eylemlerin kriminal tarafına gömülüp, hakikati ve esası kaçırmamak için de olay ve eylemlerin kriminal tarafını “eğip/bükmeden” olduğu gibi belgeleyecek, fotoğraflayacak ve bunları anlık olarak kamuoyuna gece-gündüz, vakit ve hız kaybetmeden paylaşacak çok profesyonel bir ekip kurmalıdır.
Umarım tüm bu yazdıklarımız dikkate alınır da biz de en kısa sürede “defanstan çıkıp yeniden atak yapmaya başlayan Ak Parti…” başlıklı bir yazı yazarız…
Yorum Yap