Türkiye'nin McDonald's solcuları

  • 19.05.2014 00:00

 Türkiye'nin, hepimizin, 75 Milyonun başı sağ olsun.

Son zamanların en büyük felaketlerinden birini yaşadık. Bu satırları yazmaya başladığımda hayatını kaybeden işçi sayısı 301'di. Bu sayının 320'ye çıkacağı tahmin ediliyor. Maden işçilerinin yaşadığı dram, ailelerinin hayatları, çalışma koşulları ve imkansızlıktan dolayı yerin yüzlerce metre altından çıkardıkları kömür oranınca evlerine götürdükleri ekmek.. 13 Mayıs'tan bugüne, tüylerimiz diken diken, ciğerimiz parça parça, bu yalın ayaklı mazlumların, "kömürden bir ömür çıkartan işçilerin hazin öykülerini izliyoruz.  Öte yandan yaşananlardan, işçi sağlığı ve güvenliği, denetim, kalite standartları ve çalışma koşulları gibi hususlarda ne düzeyde olduğumuzu değerlendirmek ve bunlar üzerinden dersler çıkartmak, eksikliklerimizi tamamlamak gibi bir sorumluluğumuz var.

Bunun yanı sıra, iki büyük problemimiz var.

Bunlardan ilki, "acılarımızı ortaklaştıramama" problemidir.

Henüz Türkiye halkı, bir bütün olarak yaşadığı acıları ortaklaştırma olgunluğuna erişememiştir. Ve ateş, (Türkiye'ye düşmesine rağmen) halen "sadece düştüğü yeri" yakmaktadır.

Ölenin kimliğine, rengine, dilene ve inancına göre işleyen, devreye giren/girmeyen bir "toplumsal vicdan(?)ımız" bulunmaktadır. Eğer ölen kişiler bizdense daha çok ses çıkartıyoruz. Ama değilse, cılız bir ses(sizlik)le "acıyı ötekileştiriyoruz"

Bu ülkede, Ali İhsan Korkmaz'ı bir taraf, Burak Can Kahramanoğlu'nu da diğer taraf daha çok sahiplenmedi mi?

Lice'de vücudu paramparça olan Ceylan'ın acısı ile İstanbul'da vücudu cayır cayır yanan Serap'ın acını yüreğimizde eşit derecede hissedebildik mi?

Peki ya Roboski?  Bizzat devlete ait savaş uçaklarının bombalayarak katlettiği vatandaşlarımızın acısını ne kadar ortak yaşayabildik? Yaşamayı bırakın içimizdeki bazı İrlandalılar onlara hakaret bile etmedi mi?

Peki ama beyaz tenlinin siyah tenliden ne üstünlüğü var?

Ateş ne zaman sadece düştüğü yeri değil, dolaylı olarak hepimizi yakacak?

İkinci problem ise Türkiye'nin işlevi olmayan "istifa mekanizması"dır.

Asıl itibariyle demokrasilerin en önemli unsurlarından bir tanesi "istifa etmek/ettirmek"tir.

Siyaset kurumunun hesap verilebilirliğinin başat göstergesi "seçimler" ise, ikincisi de "istifa mekanizması"dır. Siyaset kurumu toplumsal olaylarda, yaşanan büyük çaplı ve ihmal ihtimali yüksek olan kazalarda hesap verir. Doğrusu, "istifa etmek" denilen şey de bu günler için vardır.

Ne var ki, bizde "istifa mekanizması" tam olarak çalışmamaktadır. Bunun birbiriyle bağımlı iki nedeni var.

Siyasal iktidarın her yaptığını kategorik olarak eleştiren, Kuşadası'na her yıl gelen göçmen kuşlar bile biraz geç kalsa suçu hükümete ciro eden ve Erdoğan'ı istifaya çağıran yeminli muhalifler ile bu muhaliflerin gözü kapalı muhalefetleri karşısında kendini savunmaya alan, doğal olarak kabinesindekileri ve siyasetçilerini koruma altına alma ihtiyacı hisseden bir iktidar mevcut.

Her iki tutum da birbirini beslemektedir. Ancak bu davranış biçimleri demokrasi açısından sorunludur.

Muhalefetten beklenen iktidarın yaptığı "iyi şeyleri" desteklemesi, ülke yararına olan icraatlara katkı sunması, eksiklikleri dile getirmesi ve yapıcı eleştiride bulunmasıdır. İktidardan beklenen ise, Roboski, Soma vb. acılarda, istifa mekanizmasını devreye sokmasıdır. İstifa, toplumsal basıncı azaltacağı gibi, iktidarın elini güçlendirecek ve demokrasinin daha da gelişmesine fırsat sağlayacaktır. İktidar, "istifa"yı bir "yenilgi, mağlubiyet" gibi değerlendirmemeli, aksine bunun bir yenilenmeye, hesap verilebilirliğe zemin sağlayacağını gözden kaçırmamalıdır.

Bütün bunların yanı sıra, benzer bir eleştiriyi "sol hareket" de hak etmektedir.

Türkiye bugün 1960'lı yıllardaki sol(culuk)un çok uzağındadır.

Adaleti, mazlumu, mağduru, işçiyi, ezileni ve emekçiyi savunması gereken ve 60'lı yıllarda bunu yapan "sol", bugün, bu değerlerin çok gerisine düşmüş, kapitalizm, sermaye ve patronla içli-dışlı olmuştur.

Nitekim Soma'da 300 işçinin hayatını kaybettiği, yüreklerimizi dağlayan felakette, işçilerin haklarını savunması beklenen "duayen solcular", solcu gazete ve gazeteciler maalesef "patronu" savundular. Hatta daha da ileri giderek "patronun mağdur olduğunu" dile getirdiler.

Şüphesiz bu yaklaşım biçimi, sol(culuk)un dünden bugüne geldiği noktayı, dünyadaki sol hareketler ile Türkiye'deki sol hareketler arasındaki farkı ve bunun sosyolojik ve siyasi nedenlerini masaya yatırmak, "solculuğu yeniden tanımlamak" zorunluluğunu açığa çıkartmaktadır.

Öte yandan kendisini siyasi yelpazenin solunda konumlandıran siyasi partilerden sendikalara, sivil toplum kuruluşlarından gazetecilere kadar herkesin şapkayı önüne koyup bugün durdukları pozisyonu yeniden gözden geçirmesi gerekmektedir.

Solcular, "sistem muhalifliği”ni bir kenara bırakıp "sınıfsal olarak" salt "iktidar muhalifliği" yaptıklarının farkındalar mıdır?

Kapitalizm çarkında bir dişli olup, sermayenin ve patronun haklarını korurken, hele "konformist yaşantıdan" hiç bir taviz vermeden yarım ağızla işçi haklarını dile getirmek, dünyadaki "solculara ve sol hareketlere" işçilere, emekçilere ve ezilenlere büyük saygısızlık değilse nedir?

Türkiye'nin "McDonald's solcuları"na itina ile duyurulur.

@bayramzilan

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums