Bir örgüt: İTC... Bir gazeteci: Ahmed Samim... Bir tetikçi: Çerkes Ahmed...

  •  

 Günlük bir gazetede tarih sayfası hazırlamak zor. Birbirinden farklı ilgi, eğitim, sabır ve zamana sahip geniş bir kitleye hitap ettiğiniz için üslup, uzunluk, derinlik konusunda hep ortalama bir yerde durmanız gerekir. Konu seçmek bile sorun olur. Bazen kronoloji, bazen gündemin temaları, bazen gündemin olayları, bazen tarihin genel sorunları esin kaynağı olur konu seçiminde. Elbette seçtiğiniz konunun kaynaklarına sahip olmanız ya da kısa sürede ulaşabilir olmanız gerekir. En çok özlediğim, bu kriterlere hiç uymadan sadece kendi ilgilendiğim, benim için ilginç, önemli, değerli olan konularda yazma özgürlüğüdür.

‘Esin kaynağı olur’ sözünü bilinçli kullandım, çünkü bazen ele aldığım konularla güncel olaylar arasında paralellik kurmaya, hatta bunları birbirinin tekrarı gibi görmeye eğilimli kişilerle karşılaşıyorum. Veya tersinden "Bu yazdığınızın şu şu olayla ne ilgisi var?" diye soranlar oluyor.

Bazen  nesnel anlamda ‘ilgi’ çok güçlü olur, bazen ‘zayıf’, bazen hiç ilgisi olmaz. Çoğunlukla da ilgiyi öznel biçimde okurun kendisi kurar sadece. Bu haftaki yazımın esin kaynağı da yazar, programcı Ahmet Hakan’a yönelik darp eylemi. Bu vesileyle Ahmet Hakan’a bir kez daha büyük geçmiş olsun diyorum. ‘Ahmet Hakan’a kim vurdu’ sorusuna cevap arıyorsanız Hayko Bağdat’ın 3 Ekim 2015 tarihli Taraf yazısını okumanızı öneriyorum. (okumak için tıklayın)

 

BİR ÖRGÜT: İTC

Örgütün hikayesi ile başlayalım. 30 yıldır istibdat rejimi sürdüren II. Abdülhamid’i alaşağı etmeye karar veren Müslüman-Türklerin (ki Batı basını onlara Jön Türkler diyordu) ilk hücresi, İshak Sukuti, Mehmed Reşit, İbrahim Temo, Abdullah Cevded, Hüseyinzade Ali tarafından Fransız Devrimi’nin 100. yıldönümünün kutlandığı 1889 yılının Mayıs ayında, İstanbul’da Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye’de kurulmuştu. İlk adı İttihad-ı Osmanî olan bu gizli cemiyetin hedefi halkın temel hak ve özgürlüklerini gasp eden ‘istibdat’ yönetimini sonlandırmak ve imparatorluğun dağılmasının önüne geçmekti.

İttihad-ı Osmanî ve Avrupa’da faaliyet gösteren diğer muhalifler 1889-1895 arasındaki bir tarihte Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti adı altında birleştiler. Kısa süre içinde Paris, Cenevre, Selanik, Kahire, Londra, Napoli gibi merkezlerde şubeler açan örgüt önceleri Mizan, Meşveret, Osmanlı, Kanun-i Esasi, Basiret’ül-Şark, Hak, İçtihad gibi yayın organları aracılığıyla sadece fikir faaliyetlerinde bulundu. 1902’de Abdülhamid’e muhalif güçlerin Paris’te gerçekleştirdiği Birinci Jön Türk Kongresi’ne tüm Osmanlı halklarını temsilen 60-70 kişi katıldı, İngiliz tipi liberalizme yakın duran Prens Sabahattin kongre başkanı seçildi, Ermeni Ahoranyan ve Rum Satus ise yardımcılıklara getirildi. Ama kongre başarıya ulaşamadı ve Prens Sabahattin’in grubu Teşebbüs-i Şahsî ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti adında bağımsız örgütlenmeye gittiler.

1906’da Selanik’te Talât, Cemal, Rahmi, Mithad Şükrü, İsmail Canpolat beyler gibi radikal unsurlar Osmanlı Hürriyet Cemiyeti adı altında örgütlendiler. 27 Eylül 1907’de bu ‘radikal’ örgütle Paris’teki ‘entelektüel’ örgüt Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti adı altında birleşti. Daha sonra kısaca İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) olarak tanınacak olan örgüt, birleşmeden sonra entelektüel niteliğini kaybederek komitacılığa evrildi. Cemiyet’e muhalefet etmek vatan hainliği ile eşdeğerdeydi. Cemiyet bu cezaları yerine getirmek için ‘Cemiyetin Jandarma Teşkilâtı’ diye bir fedailer birliği oluşturmuştu. Tüzüğün 48-55. maddelerine göre, bir yemin töreniyle girilen fedai teşkilatına giriş gönüllü olup, çıkmak mümkün değildi. Fedailer merkez heyeti tarafından mevcudiyeti vatan için tehlikeli olduğuna hükmedilen herkesi ortadan kaldırma konusunda yetkiliydiler, ancak gerektiğinde merkezin talimatlarını beklemeden eyleme geçme hakkına da sahiptiler. Kendisine verilen görevi 24 saat içinde yerine getirmeyen fedai cezalandırılırdı.

Cemiyetin önündeki en önemli sorun hareketi Anadolu’da yayacak bir teşkilata ve etkinliğe sahip olmamaktı. İşte bu eksiklik 27-29 Aralık 1907’de Paris’te yapılan kongrede Haçadur Malumyan (nam-ı diğer Agnuni), Prens Sabahaddin ve Ahmed Rıza’nın başkanlık yaptığı üç oturumda Taşnaksutyun (Ermeni Devrimci Federasyonu) ile kurulan ittifakla dolduruldu. İttihatçılar sadece Taşnakçılarla değil, VMORO’nun (Makedonya-Edirne Dahili Örgütü) sol kanadından çetelerle de işbirliği yapıyorlardı.

(Genç ve yaşlı II. Abdülhamit)

 

II. MEŞRUTİYET'İN İLANI 

9-12 Haziran 1908 tarihlerinde Britanya Kralı VII. Edward ile Rus Çarı II. Nikola’nın Reval’de (bugün Estonya’nın başkenti Tallinn) bir araya gelmesi İttihatçılara aradıkları fırsatı verdi. Reval’de Osmanlı İmparatorluğu’nun “taksimine karar verildiği” şaiyaları yayılarak ortam gerilmiş (bugün Edward ve Nikola’nın esas amacının Almanya’ya karşı bir gövde gösterisi yapmak olduğunu ve görüşmede Makedonya, Girit gibi konularda görüş alışverişi yapıldığını biliyoruz) Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun, Avusturya sınırından Selanik Limanı’na uzanan bir demiryolu inşa etmeye karar vermesi üzerine İttihatçılar harekete geçmişlerdi. 

3 Temmuz 1908’de Resneli Niyazi Bey komutasındaki kuvvetler dağa çıktılar. 23 Temmuz 1908 günü, İttihatçılar Manastır Garnizon Kumandanı Müşir Osman Paşa’yı esir aldılar, şehirdeki İngiliz Konsolosluğu’na İTC’nin birkaç saat içinde meşrutiyeti ilan edeceğini bildirdiler. Serez, Drama, Resne, Debre ve başka merkezlerde de benzer törenler yapıldı. Haberler İTC’nin merkezi Selanik’e ulaştığında şehir halkı coşkuyla meydanlara akın etti.  Selanik’te bulunan Umumi Müfettiş Hüseyin Hilmi Paşa, hükümetten, Abdülhamid’in halkın isteklerine uyarak 1877’de kapattığı Meclis-i Mebusan’ı yeniden açmayı kabul ettiğine dair bir telgraf aldı. Hüseyin Hilmi Paşa 24 Temmuz’da telgrafı halka okuduktan sonra Selanik’te ve Makedonya’nın  önemli şehirlerinde Avrupalı gözlemcileri büyük şaşkınlığa düşüren gösteriler başladı. Abdülhamid ya hareketi çok güçlü sandığı için ya da tarihin akışını değiştiremeyeceğini anladığından Jön Türklere direnmedi ve 1876 tarihli Kanun-i Esâsî uyarınca Meclis-i Mebusan’ın açılmasını emretti. 30 yıl aradan sonra 17 Aralık 1908’de açılan Meclis-i Mebusan’da 147 Türk, 60 Arap, 27 Arnavut, 26 Rum, 14 Ermeni, 10 Slav ve 4 Yahudi mebus yer aldı. Kısacası Osmanlı İmparatorluğu’nun çok kültürlü yapısını tam anlamıyla yansıtmasa da gayet çoğulcu bir meclis oluşmuştu.

 

(İzmir’de Meşrutiyet’in ilanı sevincini gösteren bir kartpostal. Temmuz 1908)

 

BİR GAZETECİ: HASAN FEHMİ

Bu olayların coşkusu azalarak da olsa sürüyordu ki, 1909 yılının 6 Nisan’ını 7 Nisan’a bağlayan gece, Serbesti gazetesinin başyazarı Hasan Fehmi Bey ile Şakir Bey Galata Köprüsü’nün orta yerinde silahlı saldırıya uğradılar. Alpay Kabacalı’nın aktardığına göre parlak düğmeli siyah bir kaput giymiş, yakasında kırmızı işaret bulunan kara bıyıklı bir şahıs “Al Mevlan!” diye bağırarak Şakir Bey’e bir el ateş etmiş ardından Hasan Fehmi Bey’e üç kurşun sıkmıştı. Şakir Bey, kendisini katil sanan polis tarafından zorla karakola götürülürken, gerçek katil Eminönü tarafına doğru koşarak gözden kaybolmuştu.

Mevlanzade Rıfat Bey’in sahibi olduğu Serbesti gazetesi ve yazarı Hasan Fehmi Bey, İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) yönetimine karşı sert muhalefetleriyle tanınıyorlardı. Bir ay önce gazetede yayımlanan bir belgede İTC’nin eski rejimin yozlaşmış memurlarından şantaj yoluyla para aldığı iddia edilmişti. Katilin “Al Mevlan!” seslenişi, aslında Mevlanzade Rıfat Bey’i öldürmek istediğini, Hasan Fehmi Bey’in Rıfat Bey’e benzerliği yüzünden saldırıya uğradığını düşündürüyordu. Nitekim Rıfat Bey, olayın soruşturulması için Zaptiye Nazırlığı’na başvurduğunda, nazırın yanında bulunan Meclis Başkanı İTC’li Ahmed Rıza Bey, kendisine “şahsiyat ile uğraşanların akıbeti böyle olur,” demişti…

ALİ KEMAL'İN SİVRİ DİLİ 

7 Nisan günü, İTC’ye muhalif İkdam’ın sivri dilli gazetecisi Ali Kemal, tarih dersleri verdiği Mekteb-i Mülkiye’de olayın heyecanı içindeki büyük bir topluluğa hitap etmiş, “O atılan vicdansız kurşun, Hasan Fehmi’nin başına değil, söz hürriyetine, fikir hürriyetine, vicdan hürriyetine, en basit ve en başta gelen insan haklarına atılmış bir kurşundur” diye haykırmıştı. Nutkun giderek artan şiddetiyle dershane adeta sarsılmış, izleyicilerin derin sessizliği yerini asabi ve öfkeli bağırışlara bırakmıştı. Konuşmanın etkisindeki Darülfünun hocaları ve öğrencileri Bâbıâlî’ye giderek yetkililerden katillerin yakalanmasını istemeye karar vermişlerdi. Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa, yanında yaveri ile sayıları on bine yaklaşmış kalabalığın huzurunda belirdiğinde öfke son haddine varmıştı. (Resmi tarihin ünlü ‘hain’i Ali Kemal ve acı sonu hakkında geniş bilgi için: http://arsiv.taraf.com.tr/yazilar/ayse-hur/resmi-tarihin-unlu-haini-ali-kemal/369/ )

Kalabalığın sözcüsü “her iki başında ikişer askerin nöbet tuttuğu bir köprüde işlenen cinayetin hükümetten habersiz olamayacağını,” “devletin İttihatçıların çetecilik usulleri ile yönetilemeyeceğini” söylemiş, konuşmayı kayıtsızca dinleyen Sadrazam “Katil yakalanır ise, en ağır cezaya çarptırılacaktır,” deyince kalabalık “Yakalanırsa ne demek? ‘İse’ ne demek, bu ne biçim devlet?” diye haykırmaya başlamış, yeni katılımcılarla birlikte Ayasofya Meydanı’ndaki Meclis-i Mebusan’a doğru yürüyüşe geçmişti. Meclis Başkanı Ahmed Rıza Bey de benzer bir ilgisizlik gösterince, kalabalık tam galeyana gelmişti ki, uzaktan 50 kadar süvari belirmişti. Bir süre sonra, sayıları on binlere ulaşan topluluğun geride birkaç yüz yaralı bırakarak yavaş yavaş dağılmaya başladığı görülecekti…

MİTİNG GİBİ CENAZE TÖRENİ

Ancak, halkın sinmediği ertesi gün anlaşıldı. 8 Nisan günü, yaklaşık 30-40 bin kişi cenaze için toplanmış, padişahtan cenazeyi Sultan II. Mahmud’un türbesine gömmek için izin alınmıştı. Cenaze töreni İTC’ye ve Hükümete yönelik bir gövde gösterisine dönüşmüştü. 11 Nisan tarihli Volkan gazetesinde çıkan bir haber birilerinin olayı karartmaya çalıştığını düşündürüyordu. “Cinayet Başka Bir Şekle mi Girecek?” başlıklı bir haberde şöyle deniyordu: “...dünkü gazetelerin bir ikisinde mecruh  (yaralı) Şakir Bey’in yarasının evvelce arkadan olduğu söylenirken, şimdi Gülhane Hastanesi Müdürü ve Sertabibi muallim Doktor Viting Paşa ile Seririyyat-ı Cerrahiye Muallimi Doktor Orhan Bey ve Zabtiye Etibbasından (doktorlarından) Simon Beylerin vaki olan muayeneleri neticesinde Şakir Bey’in ön taraftan cerh edilmiş (yaralanmış) olduğunu tahakkuk etmiştir deniliyor.”   

Halbuki adı geçenlerden Orhan Bey’in yapmış olduğu ilk muayenede, Şakir Bey’in arkasından yaralandığı söylemişti. Aynı doktorun iki ayrı raporda farklı teşhisler koyması Volkan gazetesinin şüphesini çekmişti. Ancak birkaç gün sonra ‘31 Mart Olayı’ patlak verdi ve cinayetin peşi bırakıldı. (Olay, bugün kullandığımız Milâdî Takvim’e göre 13 Nisan 1909 günü, o tarihte kullanılan Rumî Takvim’e göre ise 31 Mart 1325 günü meydana geldiği için böyle adlandırılmıştı. Ayrıntılar için: http://arsiv.taraf.com.tr/yazilar/ayse-hur/31-mart-ihtilal-i-askeriyesi/375/ , eş zamanlı Adana İğtişaşı için:http://www.radikal.com.tr/yazarlar/ayse_hur/1905_bomba_olayi_ve_1909_adana_igtisasi-1338855 )

(31 Mart Olayı’nı bastıran Hareket Ordusu Kumandanı Mahmud Şevket Paşa)

 

İTC İSTİBDATI BAŞLIYOR

31 Mart Olayı bastırıldıktan hemen sonra İttihatçılar II. Abdülhamid’i tahttan indirdiler. Selanik’te Alatini adlı bir İtalyan un tüccarının köşkünde (Alatini Köşkü, sonradan Ordu Köşkü diye anılacaktı) mecburi ikamete tabi tutulan Abdülhamid’in yerine Veliaht Mehmed Reşad Efendi’nin padişah ilan edilmesinden sonra İTC iktidara yerleşmeye başladı.

Özgürlükleri kısıtlayan bir dizi kanun çıkarıldı. 9 Haziran 1910’da Sada-yı Millet başyazarı Ahmed Samim Bey, 10 Temmuz 1911’de Şehran gazetesi yazarı Zeki Bey öldürüldü. Ekim-Kasım 1911’de Trablusgarp Savaşı başladı. 1912 Mayıs ve Haziran aylarında, İTC’ye muhalefet eden bir grup subay ‘Halaskâr Zabitan Grubu’ (Kurtarıcı Subaylar Grubu) adıyla bir araya geldi ve bir ‘muhtıra’ yayınladı. Ekim ayında Birinci Balkan Savaşı patladı. Hükümet krizleri derken, İTC 23 Ocak 1913 tarihli kanlı Babıali Baskını ile yönetime tamamen el koydu!… (Ayrıntılı bilgi için:http://www.radikal.com.tr/yazarlar/ayse_hur/teskilatin_tetikcisi_yakup_cemil-1378707 )

Cumhuriyet tarihi boyunca yakamızı bırakmayan darbeciliğin miladı saydığım Babıali Baskını’ndan altı ay sonra, 30 Mayıs’ta, Edirne’nin tüm mücadelelere karşı kesin olarak düşmanın eline geçmesinden sonra Enver’in itibarı çok azaldı ama muhalefetin 11 Haziran 1913’te, Mahmut Şevket Paşa’yı Harbiye Nezareti’nden çıktığı sırada öldürülmesi ile durum tersine döndü. Aralarında devlet memurlarının da bulunduğu 320 kadar muhalif Bahr-i Cedid Vapuru ile Sinop’a sürüldü. Edirne’nin bir şans eseri geri alınmasıyla birlikte İTC’nin itibarı zirveye çıktı ve Birinci Dünya Savaşı’na kadar da sürdü.

BİR TETİKÇİ: ÇERKES AHMED

Gelelim tetikçinin hikayesine. Yakın zamana dek, Hasan Fehmi’yi İttihatçıların fedailerinden Kara Kemal’in veya Mustafa Necip’in öldürdüğü tahmin ediliyordu. Ancak bu kişinin, Şehrah yazarı Zeki Bey’in de katili olan Çerkes Ahmed olduğu ihtimali çok güçlü görülüyor.

10 Temmuz 1911 gecesi üç arkadaşı ile Sakızağacı’ndaki Mihail’in gazinosundan çıkıp evlerine giderken öldürülen Zeki Bey’in katil zanlısı olarak Serez Mebusu Derviş Bey’in kardeşi Mustafa Nazım ile Nazım’ın çiftlik kahyası Çerkes Ahmed tutuklanmıştı. Sorguda ve yargılamada birbiriyle çelişen ifadeler veren ikili, mahkemeye gelmeyen, gelse de “hatırlamıyorum”, “bilmiyorum” diyen tanıklar, resmi makamlardan bir türlü gelmeyen cevaplar ve belgeler, İttihatçıların mahkemeye baskılarına rağmen cezalandırılmış, bunlardan Çerkes Ahmed asli fail olarak 15 seneye mahkum edilmişti. Ancak bu cezasını çekmediği gibi rütbe almaya devam etti. Çerkes Ahmed’in affa mı uğradığı yoksa hapisten mi kaçtığı/kaçırıldığı meçhuldür ancak cinayetlerine devam ettiği kayıtlara geçmiştir. Bunlardan en ünlüsünün hikayesi şöyle:

ERMENİ MEBUSU ZOHRAB'IN KATLİ

O meşum 1915 yılında, 23 Nisan’ı 24 Nisan’a bağlayan gece İstanbul’da tutuklama haberini duyanlar İstanbul Mebusu Krikor Zohrab’ın evine koşmuşlardı. Zohrab Sadrazam Said Halim Paşa’yı aramış, ardından Talât Paşa’ya bir mektup yazmıştı. Ama sürgünleri durduramamıştı. Durduramadığı gibi kendisi de sürülmüştü. Tutuklanış hikâyesi gayet ilginçti. 2 Haziran Çarşamba gecesi Cadde-i Kebir’deki (İstiklal Caddesi) Cercle d’Orient Kulübü’nde Talât Paşa ve Halil Bey’le yemek yemiş, ardından kâğıt oynamış, Zohrab Efendi gitmek üzere ayağa kalktığında Talât Paşa da kalkmış ve Zohrab’ı yanağından öpmüştü. Şaşıran Zohrab “Bu iltifat neden?” diye sormuştu. Talât Paşa da “İçimden geldi” demişti. Zohrab, yayan olarak evine giderken kendisini takip eden bir polis tarafından tutuklanmıştı. Erzurum Mebusu Vartkes Serengülyan’la birlikte Zohrab’ı Diyarbakır Divan-ı Harbi’nde yargılamak üzere Haydarpaşa’dan trene bindirdiklerinde, karısı Klara ile İttihatçı gazeteci Hüseyin Cahit (Yalçın) Bey, Talât Paşa’nın evine gitmişlerdi. Talât Paşa Klara’yı kayıtsız bir şekilde dinlemiş ve “Soruşturma bitince dönecektir” demekle yetinmişti. Ama Zohrab ve Serengülyan dönemeyeceklerdi.

(24 Nisan 1915 den itibaren tutuklanan ve öldürülen Ermeni aydınlarından bir grup: Krikor Zohrab, Taniel Çubukkâryan, Rupen Zartaryan, Ardaşes Harutünyan, Adom Yârcanyan, Rupen Çilingiryan, Dikran Çöğüryan, Diran Kelekyan, Tlgadintsi, Yervant Sırmakeşhanlıyan.) Kaynak: AGOS

 

ÇERKES AHMET'İN İTİRAFLARI

İki arkadaş, zorlu yolculukları sırasında İstanbul’da pek çok kişiye (Şeyhülislam Ürgüplü Hayri Bey’e, Dahiliye Nazırı Talât Paşa’ya, İTC’nin Merkez Komitesi üyesi Halil Bey’e, eski Adliye Nazırı Necmettin Molla’ya, Almanya Büyükelçisi Wangenheim’a, İTC’nin önde gelenlerinden Dr. Nazım’a) mektup yazarak geri dönmelerine yardım etmeleri için ricada bulunmuştu. Ama hiçbirinden cevap alamamışlardı. Ermeni komitacıların ve bazı Türk dostlarının (örneğin Bekir Sami Bey’in) kaçmalarını tavsiye etmelerine de kulaklarını tıkamışlardı. Hâlâ işin vahametinin farkında değillerdi. Zohrab ve Serengülyan, 18, 19 veya 20 Temmuz’da Urfa yakınlarında, Teşkilat-ı Mahsusa mensubu Binbaşı Çerkes Ahmed tarafından öldürüldüler.

AHMET REFİK ALTINAY'IN TANIKLIĞI

Cinayetin nasıl işlendiğini, İkinci Meşrutiyet’in üç önemli tarihçisinden (diğerleri Ali Reşad ve Diren Kelekyan’dır) biri olan ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin resmi tarihçisi olan Ahmed Refik Altınay İki Komite, İki Kıtal/Kafkas Yollarında adlı hatıratında şöyle anlatmıştı: “Çerkes Ahmet, Ermeni felaketi için mühim bir belge idi. Bu katili, hadisenin evrelerini bizzat failinden dinlemek istedim. Çerkes Ahmet’e doğu vilayetlerinde neler yaptığını sordum. Çizmeli ayaklarını birbirinin üstüne attı, cigarasının dumanlarını karşısına savurdu: ‘Beybirader’, dedi, ‘şu hal namusuma dokunuyor. Ben vatanıma hizmet ettim. Gidin, görün, Van ve havalisini Kâbe toprağına döndürdüm. Bugün orada bir tek Ermeniye tesadüf edemezsiniz. Vatana bu kadar hizmet ettim: sonra o Talât gibi hergeleler İstanbul’da buzlu bira içsinler, beni de böyle muhafaza altında getirtsinler, yok bu haysiyetime dokunuyor!’

Fakat onun bir arkadaşı vardı, kendisiyle beraber Zeki Bey’i öldüren Nazım! Çerkes Ahmet’e Nazım’ı sordum: Sus beybirader. Zavallı şehit oldu. dedi. Çerkes Ahmet’ten daha fazla malumat almak istiyordum:  -Peki, bu Zöhrab filan ne oldular? ‘A duymadınız mı? Hepsini geberttim.’ Sigarasının dumanlarını havaya doğru savurdu, sol eliyle bıyıklarını düzelterek sözüne devam etti: ‘Halep’ten çıkmışlardı. Yolda rast geldik, derhal arabalarını kuşattım. Gebereceklerini anladılar. Vartakes dedi ki: Peki Ahmet Bey. Bize bunu yapıyorsunuz, fakat Araplara ne yapacaksınız? Sizden onlar da memnun değiller.’ ‘O senin bileceğin iş değil kerata dedim, bir mavzer kurşunu ile beynini patlattım. Sonra Zöhrab’ı yakaladım. Ayağımın altına aldım. Koca bir taşla kafasını ezdim, ezdim, geberinceye kadar ezdim.”

ÇANTADAN ÇIKAN MÜCEVHERLER 

Meclis-i Mebusan’ın saygın ve renkli üyelerinden olan Zohrab’ın böyle vahşice öldürülmesi İstanbul’da büyük tepki yaratınca, Talât Paşa bir soruşturma açmak zorunda kaldı. Aslında Talât Paşa bir süredir uygun bir bahane bulup başına buyruk davranan Çerkezs Ahmed’den kurtulmak istiyordu. Nitekim IV. Ordu Kumandanı Cemal Paşa’nın Emir Subayı Falih Rıfkı (Atay) Suriye anılarını topladığı Zeytindağı adlı kitabında “Tam fırsatı idi. Cemal Paşa hemen ikisinin de tevkif olunmasını emretti. Fakat Çerkes Ahmet’le Nazım durumu kavramış olduklarından ilk trenle İstanbul’a hareket etmişlerdi. Cemal Paşa, çılgın, Adana’ya, Afyon’a, şiddetli emirler yağdırıyordu. İki arkadaş İstanbul’a can atmışlardı. Merkez Kumandanına emir verdi: Bütün mesuliyeti bana ait olmak üzere derhal bu iki arkadaşı eşyalariyle Şam’a yollayınız.’ Merkez-i Umumi bırakmıyordu. Talat Paşa ile şifre yazışmaları başladı. Talat Paşa nihayet: ‘Bu vesile ile onlardan da kurtulmuş oluruz’, kararını vermiş olacaktı. İki arkadaş Şam’a geldiler. (…) Çerkes Ahmet ve Nazım’ın eşyaları açıldığı zaman çantalarında kadın yüzüğü, bilezik, küpe ve mücevher buldular. Harp divanının eline mükemmel bir silah geçmişti, bu iki serserinin bir ideal için fedakârlık değil, zengin olmak için cinayet yapmış oldukları belli idi. İstanbul’dan iltimas telgrafları yağıyor, Şam Harp Divanına sür’at emirleri gidiyordu. Harp Divanı yirmi dört saat içinde iki azılının idam kararını verdi ve mazbatasını Kudüs’e yolladı. (…) Zöhrap’la Vartekes’in katilleri ertesi gün Şam’da asılmıştı.”

İleriki yıllarda bu hikaye resmi tarihçiler tarafından “Ermeni Tehciri’nin suçlularını İttihatçılar cezalandırdı” yalanına monte edilecekti.

Evet, yazı bitti. Kıssadan hisseler çıkarmak sırası sizde…

  

Özet Kaynakça: Şükrü Hanioğlu, Bir Siyasal Örgüt Olarak Osmanlı İttihad ve Terakki Cemiyeti ve Jön Türklük, Cilt I: (1889–1902), İletişim Yayınları, 1986; Aykut Kansu, 1908 Devrimi, Çeviren: Ayda Erbal, İletişim Yayınları, 2006; Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler Cilt 3, İttihat ve Terakki, Bir Çağın, Bir Kuşağın, Bir Partinin Tarihi, İletişim Yayınları, 2000; Feroz Ahmed, İttihat ve Terakki 1908-1914, Kaynak Yayınları, 1995; 31 Mart’ta Ne Oldu?”, Dosya Editörü: Aykut Kansu, Toplumsal Tarih, S. 124, Nisan 2004, s. 72-103, Nazmi Eroğlu, “Arnavutluk İsyanından Muhalif Bir Cuntaya:1Halâskâr Zabitân Grubu”, Köprü, Güz 2002, S. 80; Alpay Kabacalı, Türkiye’de Siyasal Cinayetler, Gürer Yayınları, 1993, Ahmed Refik Altınay, İki Komite, İki Kıtal/Kafkas Yollarında, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 2010, Falih Rıfkı Atay, Zeytindağı,Varlık Yayınevi, 1964.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums