Stalin, Naziler ve Kırım Tatarları

  • 24.02.2014 00:00

Stalin, Naziler ve Kırım Tatarları

 8 Nisan 1944'te Kızıl Ordu, Almanların boşalttığı Kırım'a girer girmez, 'Nazi işbirlikçisi' diye yaftalanan tüm Tatar toplumu cezalandırılmaya başlandı. Binlerce Tatar daha ilk günlerde idam edildi.

Önce bir açıklama ve bir özür. İki hafta önce yayımlanan ‘Semerkand’da ölümle randevumuz mu var?’ başlıklı yazımda yer alan bir alıntıyla ilgili olarak, Profesör Kadir Cangızbay’dan bir katkı notu aldım. Hocam özetle şöyle diyordu: “'Bilgi' meselesinde yol alabilmek için, her şeyden önce şunu bilelim: 'Bilgi çağı/toplumu', yanlış ve müthiş yanıltıcı bir çeviri; doğrusu, 'information/informatics= malumat/haberdarlık çağı/toplumu'; işin Türkçesi, enformasyon, öznesi olmadığımız bir bilme durumudur. Ayrıca, sadece İngilizce kaynaklardan beslenenler connaitre=tanımak ile savoir=bilmek/bilgi arasındaki farkı da tam olarak kavrayamıyorlar. Ancak, daha da önemlisi, 'bilgi'nin çok sayıda türü var: Bilimsel, sağduyusal, teknik, felsefi vb...; kısacası, 'bilgi' bizde genellikle algılandığı gibi, sadece 'bilimsel bilgi' değil…” 

Hocam doğrudan beni eleştirmiyordu belki ama hak vermemem mümkün mü? Her hafta bu sayfalarda, sizlere ‘bilimsel bilgi’ değil ‘malumat’ sunduğumun farkında olmaz mıyım? Her hafta değişik bir konuda yazma zorunluluğu, beni belli bir konuda uzmanlaşmaktan alıkoyduğu gibi, zaman zaman maddi hatalar yaparak mahcup olmama da neden oluyor. Nitekim geçen haftaki yazımda, fahiş bir bilgi hatası yaparak, Dündar Bey’i öldürenin Orhan Gazi olduğunu yazdım. Doğrusu Osman Gazi olacaktı. Özür dilemek yeter mi, bilmiyorum. Ama mahcubiyetim hakikaten çok büyük. 

Bu hafta da, yine uzmanlık bilgisinden ziyade ‘malumat’la inşa edilmiş bir yazıyla karşınızdayım. Bunların ‘bilgi’ haline dönmesi için sizlerin büyük çabası gerekiyor. Yazı, şimdilik kanlı bir iç savaşın eşiğinden dönmüşe benzeyen Ukrayna’nın Kırım bölgesinin kadim halklarından Kırım Tatarları’nın (Kırım Tatarları diyorum çünkü, eski SSCB coğrafyasında yaşayan başka Tatarlar da var) trajik hikâyesine dair. Sürç-i lisan edersem, şimdiden affola… 


ALTIN ORDA’NIN BAKİYESİ 

Kırım Tatarlarını, Gotlarla Alanların bir karışımı olarak görenler de var ama bugün Cengiz Han’ın ölümünden sonra ortaya çıkan Türk-Moğol hanlıklarından biri olan Altın Ordu (ya da Altın Orda) Devleti (1240-1443) döneminde Müslümanlaştıkları ve Türkleştikleri kabul ediliyor. Altın Orda Devleti’nin yıkılışından sonra kurulan Kırım Hanlığı, 1774 yılına kadar Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı kalmış, 1792 Yaş Antlaşması ile Rus Çarlığı’nın egemenliğine girmişti. Dönemin Rus Çariçesi II. Yekaterina’nın “Kırım Tatarsız Kırım” politikasının sonucu olarak Tatarlar 1810, 1840, 1855, 1860, 1874, 1880 ve nihayet 1905 tarihlerinde dalgalar halinde Osmanlı İmparatorluğu’na göçederken, yerlerine Ruslar iskan edildi. 1917’ye gelindiğinde Tatarlar 700 bin civarındaki Kırım nüfusunun ancak dörtte birini oluşturuyorlardı. 


1917 BOLŞEVİK DEVRİMİ 

1917 Bolşevik Devrimi sonrasında Kırım, Tatar, Alman, Beyaz Rus milliyetçilikleriyle Bolşevikler arasında muharebe alanına döndü. İktidar, taraflar arasında gidip geldikten sonra nihayet Ekim 1920’de Bolşevikler kazandı. Yerel komünist liderlerin arzusu hilafına fakat Lenin’in isteğiyle Kırım Otonom Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kuruldu. Tatar milliyetçisi Veli İbrahimov’un başını çektiği Milli Fırka kendini feshetti ama fırkanın sol kanadı, otonom bir yönetim içinde faaliyetlerine devam etme imkanı bulabileceklerini düşünerek komünistlerle ittifakı seçti. Bu sayede Tatarlara yönetimde yer verilmeye başladı, Tatarca okullarda okutuluyor, Tatarca kitaplar, dergiler basılıyordu. Bu özgürlük hali, Lenin’in Ocak 1924’te ölümü ve yerine Stalin’in geçmesiyle sona erdi. Yerimiz olmadığı için Stalin’in ‘milliyetler politikası’nın neden ve hangi açılardan Lenin’in politikalarından farklı olduğunu anlatamayacağım ama sonuç olarak 4 yıl içinde ‘Kırım Tatarlarının Altın Dönemi’ sona erdi. Veli İbrahimov, Belarusya’dan getirilen Yahudilerin Kırım’a yerleştirilmek istenmesine karşı çıktığı gerekçesiyle, Şubat 1928’de tutuklandı, bir kaç ay sonra da idam edildi. Aynı yıl Arapça Tatar alfabesi Latin harfli alfabe ile değiştirildi. (1938’de Latin’den Kiril alfabesine geilecekti.) 1930’larda devlet kadrolarındaki Tatarlar ayıklanmaya başlandı. 

Bu yıllar aynı zamanda, Ukrayna’daki zengin toprak sahibi sınıfın (ki bunlara ‘kulak’ deniyordu) sert politikalarla tasfiye edildiği yıllardı. Toprakları kolektif çiftliklere dönüştürülen ‘kulak’lar Sibirya’ya sürülürken aralarında binlerce Tatar milliyetçisi de vardı. 1931-1933 yılları arasında kolektivizasyonu izleyen kıtlık sonucu 100 binden fazla Rus, Ukraynalı, Kırım Tatarı ve diğer Kırımlılar öldü. 

Sonuç olarak, 1936 tarihli bir Sovyet ansiklopedisine göre o tarihte Kırım’da yaşayan 875 bin kişinin yüzde 43,5 Rus, yüzde 10’u Ukraynalı, yüzde 23,1’i Tatar (ki bu oran 202.000 kişiye tekabül ediyordu), yüzde 7,4’ü Yahudi, yüzde 5,7’si Alman’dı. 


1941 ALMAN İŞGALİ 

22 Haziran 1941 günü, 3 milyon Alman askeri, Barbarossa Harekatı kapsamında SSCB topraklarına girdi. Hızlı Panzer tankları ve savaş uçakları sayesinde Alman ordusu büyük bir engelle karşılaşmadan ilerlemeye başladılar. 21 Ekim 1941’de Kırım Yarımadası’nı anakaraya bağlayan Perekop kıstağında Sovyet ordusu Almanlara yenildi ve Hitler orduları Kırım’ı işgal ettiler. Tatarların ‘kulak’ denilebilecek kesimleri, milliyetçi unsurları, Stalin döneminin baskılarından sonra, Nazileri adeta kurtarıcı olarak görmüşlerdi. Naziler de durumu fark ederek, Tatar milliyetçileriyle iyi ilişkiler kurmaya çalışmışlardı. Öyle ki, Tatarlardan oluşan bir polis gücü, Yayla Dağları’ndaki Kızıl Ordu partizanlarına karşı şehri ‘savunmaya’ başlamıştı. İddialara göre o yıllarda görünüşte tarafsız ama içten içe Alman yanlısı bir politika güden Türkiye, Kırım Tatarlarını Nazilerle işbirliğine teşvik ediyordu. Hatta Mavi Alay adı verilen bir de birlik kurmuşlardı. Bunun dışında, Nazilerin, esirlerden oluşturduğu birlikler içinde de Tatarlar vardı. Nisan 1944’te geri çekilen Alman orduları, aslında ‘insanaltı bir ırk’ diye aşağıladıkları binlerce Tatar’ı yanlarında götürdüler. Gidenlerin bir kısmı esir statüsünde götürülmüştü, bir bölümü ise işbirlikçi olarak başlarına gelecekleri öngördüklerinden gönüllü olarak gitmişti. Almanların Tatarları götürme nedeni ise fabrikalarda köle işçi olarak çalıştırmaktı. 


NAZİLERLE İŞBİRLİĞİ Mİ? 

İleriki yıllarda, Sovyet (ağırlıklı olarak Slav) tarihçileri, işte bu tarihçe yüzünden, Tatarların ‘milletçe’ Sovyetler Birliği’ne ihanet ettiğini iddia ettiler. Tatar tarihçileri ise bazı işbirlikçiler olmakla birlikte, genel olarak Tatarların Alman ve Rus zorbalığı arasında ezildiğini ve bazı unsurların istemedikleri işleri yaptıklarını söylediler. Batılı tarihçiler ise Tatar zenginlerinin ve milliyetçilerinin başlangıçta Nazileri kurtarıcı gibi gördüklerini ve gerek gönüllü olarak gerekse esir düştükleri için Nazilere destek verdiklerini, vermek zorunda kaldıklarını belirttiler. Ancak aynı şekilde, Kızıl Ordu’da veya partizan grupları arasında da pek çok Kırım Tatarının bulunduğunu hatırlattılar. Gerçekten de, 1941 yazında SSCB’de seferberlik ilan edildiğinde, 20 bin Kırım Tatarı Kızıl Ordu’da silah altına alınmıştı. Kızıl Ordu’da kahramanlık madalyası alan 80 kadar Kırım Tatarı vardı. Kızıl Ordu’da kahramanlık madalyası alan 80 kadar Kırım Tatarı vardı. Bunlardan Ahmethan Sultan adlı pilot iki kez kahramanlık madalyasına layık görülmüştü. (Bu kişinin hikâyesi 2013’te Rusları derinden etkileyen bir filme konu oldu.) Rıfat Mustafa liderliğindeki bir Tatar birliği Nazilerin elindeki 46 mahkumu kurtarmış, 2 tank ve mühimmatı ele geçirmişti. Kısacası, Kırım Tatarlarını toptan ‘hain’, ‘işbirlikçi’, ‘casus’ olarak damgalamak büyük haksızlıktı. Ama daha da büyük haksızlık, Moskova tarafından Kırım Tatarlarına kesilen cezadaydı. 


17/18 MAYIS 1944: KARA GÜN 

8 Nisan 1944’te Kızıl Ordu, Almanların boşalttığı Kırım’a girer girmez, Tatarlar cezalandırılmaya başlandı. Tatarların kitlesel ihanetlerine ilişkin söylence öyle hızlı yayılmıştı ki, binlerce Tatar daha ilk günlerde idam edildi. Ölü bedenler, günlerce idam sehpası olarak kullanılan Akmescit’in (Simferopol) caddelerindeki ağaçlarda asılı kaldı. Ama esas 17-18 Mayıs 1944 gecesi, Kırım Tatarları için ‘Kara Gün’ olacaktı. Kızıl Ordu’nun mekanize birlikleri tüm Tatar köylerini sardı ve halkı yanlarında çok az eşya ile birlikte tren istasyonlarına yönlendirdi. (Şehirlerden de sürgün yapılmıştı ama sayıları çok daha azdı.) O günü yaşayanlar aynen Nazilerin Yahudilere yaptığı gibi topluca öldürüleceklerini düşündüklerini anlatacaklardı sonradan. Havalandırması olmayan yük vagonlarına tıkıştırılan binlerce insan, aç biilaç Orta Asya’ya doğru yola çıkarıldılar. Bir anlatıya göre, Arabat adlı balıkçı köyünün ahalisinin sürülmesi o gün unutulmuş, durumu fark eden Kızıl Ordu komutanı, köylülerin bir gemiye bindirilmesini ve geminin Karadeniz’de batırılmasını emretmişti. Nitekim, geminin kapakları açılarak batması sağlanmış, ardından yetkililer Moskova’ya ‘sürgünün başarı ile tamamlandığını’ rapor etmişlerdi. 


SÜRGÜN YILLARI 

Sürgünlerin küçük bir kısmı Sibirya’nın Urallar bölgesinde, Rusya Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne bağlı Udmurt ve Mari otonom bölgelerine, büyük kısmı Özbekistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne gidecekti. Sürgünlerin sayısı konusunda farklı rakamlar var ama en düşük rakam 151 bin (küsuratı şimdi ve daha sonra yuvarladım) en yüksek rakam 191 bin civarında. En düşük rakam olan 151 bin kişinin 68 bini çocuk, 56 bini kadındı, “yani Nazilerle işbirliği yapmış olması neredeyse imkansız olanlardı” diyor yazar. Erkeklerin azlığı bir kısmının Kızıl Ordu’da ve partizan gruplarında görev alması, bir bölümünün Almanya’ya götürülmesiyle/gitmesiyle açıklanabilir herhalde. 

Aslında Özbekistan’ın başkenti Taşkent dağıtım istasyonu olarak kullanılmıştı. Sürgünler Fergana Vadisi’nden Kaşga Darya çöllerine kadar geniş bir coğrafyaya sepriştirilmişti.Sürgünler elbette şehirlere yerleştirilmemişlerdi. Şehirlerin çeperlerinde, köylerde, bozkırda, son derece elverişsiz barınaklara tıkıştırılmışlardı. Çoğu durumda etrafı tel örgüyle çevrili kamplarda kalıyorlardı. Üstelik, büyük aileler, aşiretler, boylar olarak yaşamaya alışmış Tatar köylüleri, çekirdek ailelere bölünerek uzak coğrafyalara serpiştirilmişti. Hatta aileler bile parçalanmıştı bazı hallerde. 

Bütün bunlardan, Tatarların, Özbekistan ve Kazakistan bölgesinin Müslüman-Türk kökenli halkı tarafından asimile edilmelerinin hedeflendiği anlaşılıyordu. Ancak ‘düşmanla işbirliği yapmış halk düşmanları’ oldukları düşünüldüğünden yerel halktan son derece kötü muamele gören Tatarların asimile olmalarını bırakın, hayatta kalmaları bile çok zordu. Tatarlar esas olarak Alman ordularının eline geçmesin diye geri hatlara taşınmış fabrikalarda çalıştırıldılar. Bir diğer istihdam alanı pamuk ‘gulag’larıydı. Çalışma saatleri çoğu zaman 12 saate varıyordu. Kamplarda elverişsiz koşullar yüzünden salgın hastalıklar kol geziyordu. Fergana Vadisi dışında bölgeye egemen olan çöl iklimi ve hepsinden önemlisi aile ve sıla hasretini de ekleyince, o yıllarda Kırım Tatarlarının ne büyük acılar yaşadığını kestirebilirsiniz. Sibirya’daki hayat koşulları daha da sertti ama bu bölgeye ait istatistik yok elimizde. Genel kanı ilk beş yıl içinde sürgünlerin yüzde 30’unun öldüğü yolunda. Sonuç olarak savaş öncesinde 218 bin Kırım Tatarı’nın 80 bini 1949 yılına gelindiğinde, Naziler, savaş ve sürgünler yoluyla imha olunmuştu. 


STALİN DÖNEMİNİN DİĞER KURBANLARI 

Burada bir parantez açmak istiyorum. Stalin döneminin sert politikalarından sadece Kırım Tatarları çekmedi. 1917-1953 yılları arasında yaklaşık 1,6 milyon insan şu veya bu suçlamayla veya nedenle yerinden edildi, bunların 530 bini şu veya bu şekilde hayatını kaybetti. Savaş yıllarının ilk sürgün emri, Eylül 1941’de Volga Almanları için çıkarılmıştı. (Bu Almanlar, II. Yekaterina tarafından bölgeyi şenlendirmek için davet edilmişlerdi.) Bu bir çeşit ‘önlem’ olarak anlayışla karşılanabilirdi ama Ekim-Kasım 1943’te 74 bin Karaçay’ın, Aralık 1943’te 131 bin Kalmık’ın, Şubat 1944’te 408 bin Çeçen’in ve 93 bin İnguş’un, Nisan 1944’te 43 bin Balkar’ın, Mayıs 1944’de 191 bin Kırım Tatarı’nın ve Kasım 1944’te 200 bin Meşhed Türkü’nün sürülmesi en iyimser adlandırmayla ‘etnik temizlik’ idi. Hatta ‘soykırım’ denmesi bile mümkün. (Bu halklardan sadece Kalmıklar Budistti. Diğerleri Müslümandı. Bizde daha çok Ahıska Türkü diye bilinen Meşhed Türkleri, Sovyetlerin Türkiye ile ilgili planları yüzünden sürülmüştü.) 


SAVAŞ SONRASI NAFİLE ÇABALAR 

Parantezi kapatıp devam edelim. Savaş bittiğinde, Kızıl Ordu’da görevli Tatar erkeklerine (9 bine yakındılar) ailelerini arama izni verildi. O güne dek Tatarları hain olarak damgalayan Özbekler karşılarında kolu bacağı kopmuş, göğsünde kahramanlık madalyaları taşıyan Tatar erkeklerini görünce birden madalyonun öteki yüzünü fark ettiler ama iş işten geçmişti. 

Bu erkekleri elbette çok üzücü hikâyeler bekliyordu. Çoğu aile üyesi ölmüştü. Sağ kalan bireyleri bulmak adeta imkansızdı çünkü sürgünler çok geniş bir coğrafyaya serpiştirilmişti. Bazı dul kadınlar Özbek erkekleriyle evlenmek zorunda kalmıştı. Kısacası, artık onarılması güç yaralar vardı. 

Orta Asya’da bunlar olurken, 1945’te, Lenin’in armağanı olan Kırım Otonom Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti ‘oblast’ düzeyine indirilmişti. Kırım Tatarlarının dili ve tarihi okul kitaplarından çıkarılmıştı. Tatarlara ait her türlü milli sembol imha edilmiş, camiler, Müslüman mezarlıkları, çeşmeler yıkılmıştı. Tatarca yer isimleri değiştirilmiş, Tatarlardan boşalan yerlere Slavlar (Ruslar ve Ukraynalılar) yerleştirilmişti. 1952’ye kadar, Kırım Yarımadası, Ermeniler hariç tüm Slav olmayan topluluklardan (Bulgarlar, Rumlar, Yahudiler ve diğerleri) temizlendi. 1954’te Kırım Oblast’ı, Ukrayna’nın Rus Çarlığı’na bağlanışının 300. Yıldönümü şerefine, Rusya Sovyet Cumhuriyeti’nden alınıp Ukrayna Sovyet Cumhuriyeti’ne bağlandı. 


MAVİ ALAY’IN HAZİN SONU 

Bir de Türkiye’nin rolünün olduğu bir cezalandırma eylemi var. 1944 yılında Almanlar Kırım’dan çekilirken, Türkiye’nin teşvikiyle oluşturulduğu ileri sürülen Mavi Alay’ın askerleri, aileleriyle birlikte (sayılarının 7 bin civarında olduğu söyleniyor) Almanya’ya gitmişlerdi. Alayın askerleri önce, İtalya’nın Pazulla bölgesine yerleştirilmişler, Müttefik orduları İtalya’ya girince, Avusturya’nın Drauburg bölgesine yerleştirilmişlerdi. Ancak İngilizler Avusturya’yı işgal edince bu sefer esir olarak Dellach Kampı’na nakledildiler. Rivayete göre kampın Kızıl Ordu’ya teslim edilmesi emir geldiğinde (İngilizler güya Moskova’dan bu kişilerin öldürülmeyeceklerine dair söz almışlardı), kadın, erkek, çocuk, yaşlı binlerce Tatar Drau nehrine atlamışlardı. Geriye kalanlar bir trene bindirilerek Türkiye’ye gönderileceklerdi. Sürgünler, çilelerinin bittiğini sanmışlardı ancak, hiç ummadıkları bir son bekliyordu onları. Türkiye Mavi Alay mensuplarını ve ailelerini Sovyetler Birliği’ne teslim edecekti. Teslimat 1945 yılının Mayıs ayında gerçekleştirilecekti. Tren sınıra geldiğinde, Türk askerleri trenden indiler. Ölümün mukadder olduğunu düşünen sürgünlerin bir kısmı sınırın yakınındaki Kızıl Çakçak baraj gölüne atlayarak intihar etmeyi seçti. İntihar etmeyenler ise, sınırı geçer geçmez Sovyet askerleri tarafından kurşuna dizildiler. 

Bu katliamda ölenlerin sayısı konusunda çelişkili ifadeler var. Örneğin konuyu ilk ele alanlardan biri olan Avni Özgürel, 2003 tarihli Radikal yazısında 2000 bin kişinin öldürüldüğünden sözederken, 2006 tarihli yazısında 200 kişinin öldürüldüğünü belirtiyor. Başka kaynaklarda da benzer çelişkili rakamlar var. Sonuç olarak öldürülen kaç kişi olursa olsun, ya da hiç kimse öldürülmemiş olsun, milliyetçilik, soydaşlık denilince mangalda kül bırakmayanların siyasi çıkarlar gerektirdiği zaman ne kadar acımasız olabileceğine dair çok tipik bir örnek olan bu trajik olay, Türkiye’de toplumun kolektif belleğinde iz bırakmadan unutuldu gitti. 


STALİN’İN ÖLÜMÜ 

Kırım Tatarları için ilk umut ışığı, 1953’te Stalin’in ölmesi ile belirdi. Ama ilk yıllarda hiç adım atılmadı. SSCB Komünist Partisi’nin yeni Genel Sekreteri Kruşçev, 1956’da kapalı kapılar ardında yaptığı konuşmada, Stalin döneminde bazı halkların ‘Nazi işbirlikçisi, casus, hain’ olarak kolektif olarak suçlanmasının haksızlık olduğunu itiraf etti. Ama parti kamuya açık bir özür dilemedi. Bunun yerine, 1956’da Kalmıklar, Karaçaylar, Balkarlar, Çeçenler ve İnguşlara yurtlarına geri dönüş izni verildi, dahası bu halkların eski yönetim birimleri yeniden oluşturuldu. Ama Kırım Tatarları, Meşhed Türkleri ve Volga Almanlarına dönüş izni verilmedi. Bu ayrımcılığın nedenlerini tam olarak bilemiyorum ama, ne o yıllarda ne de daha sonra, Kırım Tatarları ve Meşhed Türkleri’nin kaderi ile, Türkiye de dahil, tek bir Müslüman ülkenin bile ilgilenmediğini biliyorum. 


SOVYET LİBERALLERİN İLGİSİ 

1964’te Tatarlar politik olarak örgütlenmeye başladılar. Aynı yıl bireysel düzeyde Alman kökenliler, 1967’de Kırım Tatarları, 1968’de Meşhedliler hakkındaki ‘rejim düşmanlığı’ suçlaması geri çekildi ama kolektif haklar iade edilmedi. 1968’de Özbekistan Komünist Partisi, Tatarların Kırım’da kurulacak ayrı bir ‘oblast’a dönebileceklerini söylediyse de yıl sonuna kadar ancak 148 ailenin dönmesine izin verildi. 1969’da Sovyet (Slav) liberalleri örneğin Ukraynalı sibernetik uzmanı General Grigenko, Rus yazarı Kosterin Tatarların haklarını büyük bir coşkuyla savunmaya başladılar. Bunlara Rus yazarları Sakharov, tarihçi Yakir, matematikçi Volpin, ekonomist Krasin ve diğerleri katıldı. Moskova’nın buna tepkisi sert oldu. 1969-1970’te bazı Tatar aktivistler Taşkent’te yargılandılar. Cezalandırma olmadı ama Tatarların Kırım’a dönme yolları da açılamadı. 1970’te Sakharov, Turchin, Medvedev gibi entelektüeller konuyu yeniden gündeme getirdiler. Ama küçük gruplar halinde geri dönenlere göz yumma dışında önemli bir adım atılmadı. 

Bu yıllarda Kırım, Sovyet elitlerinin sayfiye yeri haline gelmişti. Kıyılarda ‘daça’lar, gençlik kampları sıralanıyordu. Tatarların mülkleri Slav kökenliler arasında pay edilmişti. Bölge halkı Tatarlardan ‘Moğol kökenli yabancı bir halk’ olarak bahsediyordu. Güya Tatarlar, Hunlar ve İskitler gibi bir zamanlar bölgeyi istila etmişler, sonra da yerleşmişlerdi. Savaşta da Nazilerle işbirliği yaptıkları için buradan gönderilmişlerdi. Kısacası Tatarlar Kırım tarihinden adeta silinmişlerdi. 

Tatarların geri dönmesi ancak 1989’da SSCB’nin dağılmasından sonra mümkün olabildi. 14 Kasım 1989 tarihli Yüksek Sovyet Beyanatı’nda “Stalin döneminde toplu olarak sürülen halklara uygulanan barbarlığın yasal olmadığı” kabul edildi ama bu barbarlığın telafisi için bir şey yapılmadı. O dönemde sayıları 500 bine yaklaşan Tatar nüfusun ancak 150 bini Kırım’a dönebildiler. Çoğu için burası hiç tanımadıkları bir ükeydi. Üstelik bölgenin yerleşik unsurları (zenginleri, mafyası, komünist kadroları) da onlara sempati ile bakmıyordu. Gelenlerin çoğu, şehirlerin dışına kurulan kamplarda kalmaya mecbur bırakıldılar. Şehirlerin etrafında yoksul Tatar barakaları boy gösteriyordu. 1990 sonrasını merak edenler internette bolca malumata ulaşabilirler. 

Sonuç olarak, Kırım Tatarlarının ve diğer Sovyet halklarının Stalin döneminde başına gelenler, esas olarak milliyetçilik-komünizm çatışması veya savaş yıllarının bir anomalisi olarak değerlendirildiği için tüm dünyada sol çevrelerin yüreğini titretmedi. Batı ülkelerinde ise, özel olarak Doğu Avrupa, genel olarak ise Doğu toplumu olarak görülen SSCB coğrafyasına pek ilgi duyulmadığı için bu trajediler üzerine konuşulmadı bile. Bugün Avrupa’da nispeten konuya ilgi arttıysa da (Ukrayna’da muhalefeti bu ilginin cesaretlendirdiğini biliyoruz) Türkiye’de bu konu hala Türk-İslam sentezcilerinin ilgi alanına giriyor. Halbuki, 1864 Çerkes, 1915 Ermeni ve Süryani, 1919-1922 Pontus, 1938 Dersim soykırımlarının tanınması ve telafisi için nasıl ısrarla çabalıyorsak, 1912-1918 arası Balkanlar’da, 1924-1953 arasında SSCB’de meydana gelen etnik temizlik ve soykırımlar için de aynı duyarlılığı göstermeliyiz diye düşünüyorum. 


Özet Kaynakça 
Brian Glyn Williams, “The Exile and Repatriation of the Crimean Tatars”, Journal of Contemporary History, Vol. 37, No: 3, July 2002:323-347, Isabelle Kreindler, “The Soviet Deported Nationalities: A Summary and an Update”, Soviet Studies, Vol. 38, No. 3, July 1986:387-405, V. Stanley Vardys, “The Case of the Crimean Tartars”, Russian Review, Vol. 30, No:2, April 1971:101-110, I. Aydıngün, A. Aydıngün, “Crimean Tatars Return to Home: Identity and Cultural Revival”, Journal of Ethnic and Migration Studies, No: 33 (1), 2007: 113-128, Tatars of the Crimea: Their Struggle for Survival, Editor: Edward Allworth Durham, Duke University Press, 1988, Ann Sheehy and Bohdan Nahaylo, The Crimean Tatars, Volga Germans and Meskhetians: Soviet Treatment of Some National Minorities, London: Minority Rights Group Report, 1980, Müstecip Ülküsal, Kırım Türk-Tatarları (Dünü-Bugünü-Yarını), Baha Matbaası, 1980, Patrick Von zur Mühlen, Gamalıhaç ile Kızılyıldız Arasında, Çeviren: E.B. Özbilen, Mavi Yayınları, 1984, Avni Özgürel, “Özgürlük umuduyla yıkım”, Radikal, 16.11.2003, http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=95642, Avni Özgürel, “Osmanlı’da hak savaşları”, Radikal, 12.03.2006, http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=181101

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums