Bir kaç ‘Fahrenheit 451’ hikâyesi

  • 27.03.2011 00:00

İki gün önce, ‘Ergenekon zanlısı’ olarak cezaevine konulan Ahmet Şık’ın, Fethullah Gülen hareketinin Emniyet teşkilatı içinde örgütlenmesinden bahsettiği iddia edilen İmam’ın Ordusu başlıklı basılmamış kitabının metnini ellerinde bulunduran İthaki Yayınevi ile bilgisayarında bulunduran Radikal yazarı Ertuğrul Mavioğlu’na yönelik savcılık baskınları pek çok kişi gibi benim de aklıma Ray Bradbury’nin ilk kez 1951’de basılan Fahrenheit 451 adlı eserini getirdi.

Okuyan adam tehlikelidir

Kitap adını, kâğıdın Fahrenheit 451 derecede tutuşmasından alır. Fahrenheit, bizim kullandığımız Celcius gibi bir sıcaklık ölçüm birimidir. Ünlü Fransız sinemacı François Truffaut tarafından bazı değişikliklerle filme çekilen kitapta, insanların sadece televizyonda beyin yıkayıcı şovlar izlediği ve kitap bulunduranların izlenip yok edildiği, kitapların itfaiyeciler tarafından yakıldığı bir dünya anlatılır. Baş itfaiyeci Yüzbaşı Beatty, yardımcısı Guy Montag’a şöyle der: “...bitişik evdeki kitap, dolu bir silahtır. Yakın gitsin. Silah ateş etmesin. Adamın kafasını koparın. İyi okumuş bir adamın hedefi olmayacağını kim bilebilir ki? Ben mi? Ben böylelerini hazmedemem, bir dakika bile... Sonunda tüm dünyada evlerin hepsi yanmaz duruma getirilince, eski amaçla itfaiyecilere gerek kalmadı. O zaman onlara yeni bir görev verildi; barışın koruyucuları olarak, resmî sansürcüler, yargıçlar, infazcılar oldular. İşte sen ve ben bunlardan biriyiz...”

Kazım Karabekir’in kitabı

Pek çok gazetede Ahmet Şık’ın İmam’ın Ordusu‘nun Türkiye’de matbaada imha edilen ilk kitap olduğunu belirten haberler, köşe yazıları çıktı. Ancak bu iddia doğru değil. Daha önce de değindiğim gibi Türkiye’de daha matbaa aşamasında imha edilmiş ilk kitap Kazım Karabekir’in İstiklal Harbimizin Esasları kitabı.

Bilindiği gibi Mustafa Kemal ve Karabekir Paşa, Milli Mücadele’yi başarıya ulaştıran iki eski dost, iki kahraman asker, iki ihtilalcıdır. Ancak daha işin başından itibaren çok konuda farklı düşünen ikilinin yolları, 1923’te Cumhuriyet’in İlanı ve 1924’te Halifeliğin İlgası’ndan sonra kesin olarak ayrılmıştı. 1924/1925’teki başarısız Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (TpCF) deneyimi ve 1926’daki İzmir Suikastı Davası’ndan sonra evinde bir nevi hapis hayatı yaşamak zorunda bırakılan Kazım Karabekir, 1933 yılında, Mahmut Soydan’ın çıkardığı Milliyet gazetesindeki “Ankaralı’nın Defteri” isimli sütununda “Millici” imzasıyla kendisini eleştiren yazılara “hakikatleri ortaya koymak için” yedi cevap göndermişti. O günlerde yapılan tahminlere göre, “Millici” ya Mustafa Kemal, ya da onun yakın dostları Falih Rıfkı (Atay) veya Mahzar Müfit’ti (Kansu) idi. Mektuplarından sonuncusu “devletin beynelmilel menfaatlerine aykırı olduğu” gerekçesiyle gazetede yayımlanmayınca Karabekir Paşa, Milli Mücadele dönemini kendi bakış açısından ele alan İstiklal Harbimizin Esasları kitabını yazmaya başlamıştı.

İnönü’nün ihbarı

Bundan sonrasını İstiklal Mahkemeleri’nin ünlü üyesi Kılıç Ali’nin hatıralarından izleyelim: İsmet İnönü bir gün Mustafa Kemal’e “Kazım Karabekir Paşa, nutkunuza cevap olarak bir kitap yazmış. Bugünlerde birkaç muhalif gazetede reklamı yapılarak yayımlanacakmış. Bu teşebbüsü önemli gördüğüm için kendisiyle görüşmeye ve gerçeği öğrenmeye çalıştım; fakat bir sonuç alamadım.” Kılıç Ali’ye göre İnönü’nün asıl endişesi kitapta kendisi hakkında da bazı ‘hakikatlerin’ olmasıydı. Mustafa Kemal bu bilgi üzerine, “Kılıç, sen madem bu akşam İstanbul’a gidiyorsun, orada bunu da öğrenmeye çalış. Gerçekten böyle bir şey var mı? Herkes böyle bir kitap yazabilir. Ancak İsmet Paşa’nın dediği gibi gösteri şeklinde niçin yapılsın? Bunları bir anla” demişti.

Kitaplar kireç ocağına

Kılıç Ali’nin aklına gelen yöntem ise matbaa sahibine bir miktar para verip, kitabın nüshalarını basılmadan elde etmekti. Kılıç Ali’ye göre 1.800 ya da iki bin lira karşılığında kitabın 3000 kadar nüshası Cağaloğlu’ndaki Sinan Matbaası’ndan alındı ve başka kaynaklardan öğrendiğimize göre Topkapı yakınlarında kireç ocaklarında yakıldı. Ancak İsmet İnönü bunu yeterli görmemiş, Kılıç Ali’ye, Kazım Karabekir’in elinde tüm nüshaların ve belgelerin kalması halinde tehlikenin yok olmadığını söylemişti. Bunun üzerine İstanbul Cumhuriyet Savcılığı’nın emri ile Kazım Karabekir’in Erenköy’deki köşkü ile Paşa’nın yakın arkadaşı Cafer Tayyar (Eğilmez) Paşa’nın ve başka birkaç kişinin daha evi basıldı. Ele geçirilen belgeler çuvallarla Ankara‘ya getirildi. Genelkurmay’da bir heyet ve Mustafa Kemal bu belgeleri inceledi. Kılıç Ali’nin iddiasına göre Mustafa Kemal belgelerin Kazım Karabekir’de kalmasında mahzur görmedi. Sadece “askeriye ile ilgili olanların Genelkurmay’a verilmesini” istedi. Kitabın kendisi hakkında ise ne dediğini Kılıç Ali söylemiyor ama kitabın müsadere edilen nüshalarından biri üzerinden Mustafa Kemal tarafından hazırlanan dokuz sayfalık ve 33 maddelik yanıtlarda, bazı açıklamaların yanı sıra, “yalan”, “saçma ve ayıp”, “saçma ve şantaj”, “beyinsizce” şeklinde notlar düşüldüğü görülüyor.

Atatürk’ü Koruma Kanunu

İstiklal Harbimizin Esasları, Cağaloğlu’ndaki baskın sırasında Feridun Kandemir’in saklamayı başardığı birkaç nüshadan yararlanılarak, Kazım Karabekir’in vefatından üç yıl sonra 1951 yılında yayımlanabildi. Ancak eser 1960 yılında, bu sefer de DP iktidarının 1951 yılında çıkardığı 5816 sayılı Atatürk’ü Koruma Kanunu’na aykırı olduğu gerekçesiyle savcılık tarafından toplatıldı. Hukuk ve edebiyat profesörlerinden oluşan üç kişilik bilirkişi heyetinin kitabın tarihî gerçeklerden ve yaşanmış anılardan oluştuğunu, Atatürk’e hakaret de bulunmadığı konusunda rapor vermeleri üzerine serbest kaldı.

Salman Rüşdi ve ‘Şeytan Ayetleri’

Daha sert bir sansür hikâyesi ise az daha yazarın hayatına mal oluyordu. Hint asıllı yazar Salman Rüşdi’nin Şeytan Ayetleri (The Satanic Verses) adlı romanından söz ediyorum. İlk baskısı 26 Eylül 1988’de Britanya’da yapılan kitap, İslam ülkelerinde çok büyük bir infiale neden olmuş, kitabı okuduğu şüpheli kişilerin 12 Şubat 1989’da Pakistan’ın başkenti İslamabad’daki protesto gösterilerinde beş kişi ölmüş, 60 kişi yaralanmış, İran İslam Devrimi’nin lideri Ayetullah Humeyni’nin 14 şubatta yayınladığı Rüşdi’yi ve kitabı yayımlayanları öldürmenin her Müslüman’ın görevi olduğunu söyleyen fetvası üzerine olaylar çığırından çıkmıştı.

Olaylara neden olan neydi?

Kitabı okumadım ama yazarın Hindistan’dan Britanya’ya kaçırılan bir uçağın patlaması sayesinde bir mucize eseri biri Cebrail diğeri Şeytan kimliğine bürünen iki Hintli Müslüman roman kahramanı etrafında ördüğü olaylar ile mültecilik, köksüzlük, kimlik bölünmesi, dışlanma, başkalaşım gibi konuları ele aldığı söyleniyor. Romanın bu kadar tepki yaratmasının nedeni ise eserde Arap tarihçileri Vakidî (ö. 822) ve Taberî’ye (ö. 923) dayanarak, Kuran‘da bir zamanlar var olan ancak sonradan çıkarılan bazı ayetlere Şeytan’ın karışmayı başardığına dair eski bir söylenceye yer verilmesi.

Garanik Vak’ası

Tartışmanın neden çıktığını biraz olsun anlamak için Taberî’nin bu konudaki söylediklerini aktaralım: “Resûlullah, kavminin yüz çevirdiğini görünce bu ona çok ağır geldi. Allah’tan kavmi ile kendisini birbirlerine yaklaştıracak bir şey indirmesini temenni etti. Cenab-ı Allah Necm suresini indirdi. O da okudu. Bu esnada şeytan gönlünden geçirip de kavmine getirmek istediği şeyi onun lisanına atıverdi: ‘Bunlar yüce kuğu kuşları (tanrıçalar)dır ve elbette onların şefaatleri umulur.’ Kureyşliler bunu işitince sevindiler ve onu dinlemek üzere yaklaştılar (...) O, sureyi bitirince secde etti. Onun secde ettiğini gören müminler de onun getirdiğini tasdik ederek secde ettiler. Mescitteki müşrikler de secde ettiler... Secde haberi, Habeşistan’a hicret etmiş Müslümanlara da ulaştı. Bir kısmı orada kalıp, bir kısmı Mekke’ye hareket etti. Sonra, Cenab-ı Allah, Peygamber’e, “Benim indirmediğim şey söyledin!” dedi. Resûlullah üzüldü, Allah’tan korktu. Bunun üzerine Allah bu ayeti (Hac, 52) indirerek onu teselli etti, Şeytanın ilka ettiğini (bozduğunu) neshetti (hükümsüz bıraktı).” (Taberî, 27/187-188).

Ölümlü olaylar

Aslında ‘teselli’ ayetinden önce bir de ‘azarlama’ ayetleri (İsra, 73-75) var ama konumuz dinî dogmaları tartışmak olmadığı için devam ediyorum. İslam tefsircileri arasında yüzlerce yıldır süren bu ‘Şeytan Ayetleri’ meselesini (İslami literatürdeki adıyla Garanik Vak’ası) romanına konu etme cesaretini/cüretini/akılsızlığını (bakış açısına göre hepsi denebilir) gösteren Salman Rüşdi Humeyni fetvasını izleyen on yılda korumalarla ve gizli evlerde yaşadı. Ölüm korkusuyla bir ara kendini Müslümanlığa yakın hissettiğini söyledi ancak, hakkındaki fetvanın kaldırılmadığını görünce bu tür ifadelerden vazgeçti. 1997’de İran Cumhurbaşkanı seçilen Muhammed Hatemi’nin fetvayı uygulamaya niyetleri olmadıkları yolundaki ifadeleri üzerine Rüşdi biraz rahatladıysa da, 2005 yılında, fetvanın yayımlanmasının yıldönümü şerefine bir açıklama yapan İran Devrim Muhafızları, fetvanın hâlâ geçerli olduğunu, Rüşdi’nin İslam’ı aşağılamasının hesabını bir gün mutlaka vereceğini açıklayınca İslam dünyasında ‘ifade özgürlüğü’ konusunda bir arpa boyu yol gidilmediği anlaşıldı. 2007’de Britanya Kraliçesi Rüşdi’ye bir ödül verince ortalık yine karıştı, Pakistan ve İran’ın İngiltere Büyükelçileri unvanın verilmesini kınadılar. Malezya ve Pakistan’da protesto gösterileri düzenlendi, Rüşdi’nin kuklaları yakıldı. Şeytan Ayetleri, Aziz Nesin’in önayak olmasıyla 1995 yılında Türkçeye çevrildi fakat basılamadı. Kitap halen Türkçe olarak yayımlanmadı. Son olarak Kara Güneş Basım adlı bir yayınevi, kitabı Ocak 2011’de yayımlayacaklarını internet sitelerinden duyurdular ancak şu âna kadar bu vaatlerini gerçekleştirebilmiş değiller. Neden olduğunu tahmin etmek zor olmasa gerek.

Danimarka karikatür krizi

1 Eylül 2005 tarihinde Danimarka’da yayımlanan liberal-sol eğilimli Politiken gazetesinde yer alan “İslami Eleştirmenin Derin Korkusu” başlıklı bir makale ise dünya çapında ayaklanma ile sonuçlandı. Makalede yazar Kåre Bulitgen, Kuran ve Hazreti Muhammed’in Hayatı adlı kitabı için çizim yapacak karikatürist bulmakta çektiği zorluklardan yakınıyordu. 30 Eylül 2005’te Danimarka’nın günlük gazetelerinden muhafazakâr eğilimli Jyllands-Posten‘de bu yazıya “Muhammed’in Yüzü” başlıklı bir makale ile cevap verildi. Yazı bazıları Hazreti Muhammed’i tasvir eden 12 karikatürün yanı sıra, otosansüre karşı çıkmanın önemine değinen ve ifade özgürlüğü ile bu karikatürler arasındaki ilişkiyi açıklayan bir metinle desteklenmişti. Sonradan öğrenildiğine göre gazete başlangıçta 40 karikatüriste çağrıda bulunmuş, bunların 12’si çağrıya uymuştu ancak gazetede yayımlanan 12 karikatürün dördü gazetenin mensubu karikatüristler tarafından çizilmişti.

NATO’ya baskı

12 Ekim 2005’te Danimarkalı imamlar ülkedeki 11 Müslüman ülke büyükelçisine başvurarak Danimarka Başbakanı (şimdinin NATO Genel Sekreteri) Rasmussen ile bir toplantı yapılmasını talep ettiler. Elçiler sadece karikatürlere değil son zamanlarda Müslümanlık karşıtı yayınlar yapan Radio Holger ile Kültür Bakanı Brian Mikkelsen’in konuşmalarını tartışmak istiyorlardı. Hükümet görüşme talebini karikatürlerin ifade özgürlüğü kapsamında yer aldığını söyleyerek reddetti. Olaylar bundan sonra hızla tırmandı, ancak bundan Türkiye kamuoyunun haberi olmadı. Ekim ve kasım aylarında Mısır Dışişleri Bakanı Aboul Gheit, Danimarka Dışişleri Bakanı’na ve BM Genel Sekreteri’ne Danimarka devletinin karikatürler için özür dilemesi için baskı yapmaya başladı.

Dosya dağıtılıyor

Danimarka’daki bazı Müslüman örgütleri Jyllands-Posten aleyhine dava açtılar. Aynı gruplar, söz konusu karikatürlere Weekendavisen adlı bir Danimarka dergisi ile Arapça yayımlanan başka gazetelerden alınmış karikatürleri de ekleyerek bir dosya hazırladı. Dosyadaki karikatürlerden üçü Hazreti Muhammed’i çok kötü bir biçimde tasvir ediyordu. Grubun 27 yaşındaki lideri, dosyaları alıp 7-8 Aralık 2005’te Mekke’de toplanan İslam Konferansı’na gitti ve karikatürleri konferansa katılan ülkelerin temsilcilerine dağıttı. O sırada gerek başta Mısır olmak üzere bazı Ortadoğu ülkelerinde, gerekse Danimarka camilerinde Cuma hutbelerinde konu iyice alevlendirildi. Lübnan’daki Hizbullah’ın lideri Nasrallah “Humeyni’nin fetvası uygulanıp Salman Rüşdi öldürülseydi Batılı gazeteciler buna cesaret edemezlerdi” dedi.

Gazeteci dayanışması

Ocak 2006’nın sonuna kadar Hollanda, Almanya, İskandinavya, İspanya Belçika ve Fransa’daki bazı muhafazakâr-sağ gazeteler Jyllands-Posten ile dayanışmak için tartışma yaratan karikatürleri tekrar bastılar. 1 şubatta BBC World Service‘in Jyllands-Posten‘de yayımlanmamış bir karikatürü yanlışlıkla (?) kullanarak yaptığı haber, olayı iyice tırmandırdı. Ancak, İslam ülkelerinde giderek yükselen öfke kısa sürede sonuç verdi ve France Soir‘in editörü Jacques Lefranc gazetenin Mısırlı sahibi Raymond Lakah tarafından işinden kovuldu. Karikatürlerden bazılarını yayımlayan Ürdün gazetesi Al Shihan, Yemen’de yayımlanan Al Hurriya, Yemen Observer ve Al Rai al Aam gazeteleri; Malezya’da yayımlanan Sarawak Tribune ve Çince yayın yapan Guang Ming gazeteleri ile Malezya’nın üç televizyon kuruluşunda da benzer işten çıkarmalar yaşandı. Şubatta Cezayir’de Errisala ve Iqr gazeteleri kapatıldı ve editörleri tutuklandı.

Olayların ölümlere neden olmaya başlaması üzerine, Danimarka Jyllands-Posten pişmanlığını belirtti, bazı Avrupa ülkelerinin hükümet yetkilileri de özür mesajları yayımnlamaya başladılar. AB Ortak Dış Politika ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi Javier Solana, İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) Genel Sekreteri Prof. Ekmeleddin İhsanoğlu’ndan yardım istedi ve taraflar ortak çalışma kararı aldılar. Bütün bunların sonucunda, kriz tümüyle aşılmadıysa da, ortalık biraz yatıştı.

Kaynakça: Kılıç Ali’nin Anıları, (Derleyen: Hulusi Turgut), İş Bankası Kültür Yayınları, 2005; Feridun Kandemir, Yakılan İlk Kitap, Yağmur Yayınevi, 2007

hurayse@hotmail.com

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums