Siyasi sürgünler diyarı Trablusgarp

  • 27.02.2011 00:00

Bugün kanlı bir ayaklanmaya sahne olan Libya, Osmanlı Devleti’ne 1559’da bağlandı ve Akdeniz’deki üç Garp Ocağı’ndan ikincisi (birincisi Cezayir’de, üçüncüsü Tunus’tadır) Trablusgarp’ta oluşturuldu. Trablusgarp bugünkü Libya’yı oluşturan üç bölgeden biriydi. Diğer bölgeler Bingazi ve Sirenayka idi. Bu üç bölge Trablusgarp Beylerbeyliği’ne bağlandı.

Kuloğulları ve Karamanlılar

Bölge uzun süre “Dayı” denen yerel beylerle yönetildi ama bölge çocuklarının gerektiğinde birbirlerine karşı Avrupalılarla işbirliği yaptığı fark edilince, bölgenin idaresi ve güvenliği için merkezden asker gönderildi. Ağırlıklı olarak Aydın, İzmir, Manisa, Muğla gibi Batı Anadolu’dan toplanan çoğu devşirme levendlerin ve yeniçerilerin evlenmeleri yasaktı. Ancak bu yasak zamanla delindi ve Türk-Arap-Bedevi karışımı Kuloğulları denen toplumsal kesim ortaya çıktı.

Bölgeyi 134 yıl yöneten Kuloğullarından Karamanlılar Hanedanı, 1830’da Fransa’nın Cezayir’i işgal etmesi sırasında güçsüzleşince, 1835’te Trablusgarp, Bingazi ve Sirenayka doğrudan İstanbul’a bağladı ancak, Guma ve Abdülcelil aşiretlerinin yerel bağımsızlığı devam etti, Ticani ve Vahabi hareketleri de İstanbul merkezli Hilafet’e uzak durdular.

Tanzimat Dönemi’nde devletin diğer bölgeleri gibi bu bölge de modernleşme hamlelerine sahne oldu. 1864’te vilayet olan Trablusgarp’ta belediye teşkilatı kuruldu, evlere borularla su getirildi, kuyular açıldı, posta-telgraf idaresi kuruldu, bir ziraat okulu ve 160 kadar ilkokul açıldı, ilk matbaa kuruldu ve Türkçe-Arapça Trablusgarp adlı gazete yayımlanmaya başladı, Trablus ve Bingazi limanlarının temelleri atıldı, dut ağaçları dikilerek ipekçilik geliştirilmeye çalışıldı.

İtalya’nın Arz-ı Mevud’u

1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan Osmanlı Devleti yenik çıkınca, Akdeniz’deki Osmanlı nüfuz alanları Avrupalı güçlerin tasallutuna uğradı. Fransa, 1881’de Tunus’u, İngiltere 1882’de Mısır’ı işgal ederken, siyasi birliğini ancak 1871’de kuran İtalya da gözünü Trablusgarp’a dikmişti. Daha 1830’lu yıllarda İtalyan milliyetçiliğinin babası G. Mazzini, Trablusgarp ve Bingazi’yi “İtalyanların vaat edilmiş toprakları” (Arz-ı Mevud) olarak tarif etmişti.

Abdülhamid’in bölgeye özel ilgi göstermesi bu dönemde oldu. Trablusgarp’a Ahmet Rasim Paşa adlı yetkin ve çalışkan bir yönetici gönderildi. Abdülhamid yaverlerinden Sadık El Muayyed, 1886 ve 1895’te, yaklaşık 50 yıldır bölgede etkili olan Senusiyye Tarikatı’nın şeyhi Ahmed Senusi’yle işbirliği yolları aradı. (İlişki ancak 1908’den az önce kurulabildi fakat uzun soluklu oldu. Şeyh Senusi 1920’de Anadolu’ya geçti ve Milli Mücadele’ye katıldı.) Şazeliliğin bir kolu olan Medeniye Tarikatı’nın lideri Şeyh Muhammed Zafir, “danışman” olarak İstanbul’a çağrıldı. (Şeyh ve ailesi uzun süre Beşiktaş’taki Ertuğrul Tekkesi’nin harem dairesinde oturdu.) Bölgenin diğer önde gelenlerine unvanlar, nişanlar verildi, çocukları 1894’te İstanbul’da açılan Aşiret Mektebi’ne alındı.

Bedevi Hamidiye Alayları

Düzenli askerliğe alışkın olmayan Bedevilerden ve Kuloğullarından Hamidiye Alayları oluşturuldu, halka askerî eğitim verildi. Trablus’tan Selum’a kadarki sahil şeridinde silah depoları kuruldu. Gerçi bir ara fazla başına buyruk olan Kuloğullarının Hamidiye Alayları’na alınmasının yasaklanması veya resmî yazışmaların Türkçe yapılması gibi uygulamalar yüzünden yerel güçlerle merkezî güçler karşı karşıya geldilerse de Abdülhamid “ceza-ödül” taktikleriyle durumu kontrol altında tutmayı başardı. Ancak, uluslararası durum hızla İstanbul’un aleyhine değişiyordu.

Habeşistan’ı (bugün Etiyopya) sömürgeleştirmeye çalışırken,1896 yılında Etiyopyalılara yenilen İtalya gözünü Libya’ya diktiğinde, kıdemli emperyalistler Fransa ve Britanya, 1904’te El Cezire Konferansı’nda Trablusgarp’ı nevzuhur emperyalist İtalya’nın imtiyaz bölgesi olarak tanımıştı. Osmanlı Devleti’nin güçsüzlüğü sayesinde İtalya giderek bölgede ekonomik açıdan egemen olmaya başladı. Abdülhamid Avrupa ülkeleriyle zıtlaşmamak için İtalyanların “barışçı ekonomik sızma” harekâtına karşı çıkmadı, bunun yerine bölgede reformlar yaparak halkın gönlünü kazanmaya çalıştı. Vergi sisteminde düzenlemelere gidildi ve o güne dek vergiden muaf olan Kuloğullarının ayrıcalığı kaldırıldı. Trablus’ta Ziraat Bankası’nın şubesi açıldı ve çiftçilere kredi verildi. Yine Trablus’ta ticaret odası açıldı, köle ticareti yasaklandı.

İttihatçıların rehaveti

23 Temmuz 1908’de Meşrutiyet’in ikinci kez ilanından sonra ortaya çıkan kargaşadan yararlanan Avusturya-Macaristan İmparatorluğu 5 Ekim 1908’de Bosna-Hersek’i ilhak etmiş, Osmanlı Devleti 2,5 milyon altın emlak bedeli karşılığında bu ilhakı sineye çekmiş, 1878’den beri özerk olan Bulgaristan bağımsızlığını ilan etmiş, Yunanistan, Girit’i ilhak etmek için tekrar harekete geçmişti. Bunlar İtalya’yı da cesaretlendirmişti.

Roma’daki Osmanlı Askerî Ataşesi’nden İtalyanların savaş hazırlıklarına başladığı haberleri gelmeye başladığında, 1909’daki 31 Mart Olayı’ndan beri iktidarı ellerine geçiren İttihatçılar İtalyanların Trablusgarp’ı işgal edeceklerine çok ihtimal vermediler çünkü çok masraflı olacak böyle bir harekâtı milli birliğini yeni kurmuş olan İtalya’nın kaldıramayacağını düşünüyorlardı. Sadrazam İbrahim Hakkı Paşa ise, devletler hukuku ilkelerine güveniyordu. O kadar ki, İtalyan gazetelerinde boy boy savaş haberleri çıktığı günlerde bile İstanbul’daki İtalyan Elçiliği’ndeki poker partilerine ara vermemişti.

29 Eylül 1911 günü İtalyan donanmasına ait iki gemi, Derne şehrini topa tutmuş, yöneticiler İstanbul’a akıl danışırken, Trablus’a karşı taarruza geçilmişti. Osmanlı birliklerinin büyük bir bölümü Yemen’deki bir isyanı bastırmakla görevlendirildiği için o sırada bölgede sadece beş bin kişilik bir kuvvet vardı. Trablusgarp’ın savaşçı valisi İbrahim Paşa ise birkaç ay evvel görevden alınmıştı. Başlangıçta 23 bin kişi olan ancak zaman içinde 100 bin kişiye kadar ulaşan İtalyan ordusunun havadan ve denizden yürüttüğü bombardıman başsız kalan halkı da askerleri de paniğe soktu. Halk iç bölgelere doğru kaçarken, askerler de kışlalara sığınmıştı. Tarihteki ilk hava bombardımanıydı bu. 20 ekime kadar Tobruk, Derne ve Bingazi peşpeşe İtalyanların eline geçti.

Enver ve Mustafa Kemal

1908’den sonra Devlet-i Aliyye’nin ikinci adamı olan Binbaşı Enver Bey, o sırada Berlin’de askerî ataşeydi. Trablusgarp’ın işgalini duyunca Berlin’den koşup gelmiş, takma adlarla pasaportlar çıkarılan Kıdemli Kolağası Mustafa Kemal (Atatürk) Bey ve Paris Askerî Ataşesi Binbaşı Fethi (Okyar) Bey ile Trablusgarp’a hareket etmişti. Seyahat sırasında Kurmay Binbaşılığa terfi eden Mustafa Kemal, Mısır’da hastalanmış, İskenderiye’de 15 gün kadar hastanede yattıktan sonra, Nuri (Conker) ve Fuat (Bulca) beylerle buluşup, Tobruk’taki Osmanlı karargâhına ulaşmıştı. Mustafa Kemal’in Trablusgarp’a ikinci gelişiydi bu. İlk olarak İttihat ve Terakki’nin Selanik Komitesi üyesi olarak 1 Ekim 1908’de gelmişti. Geliş nedeni, Meşrutiyet’in ilanından sonra birbiriyle çatışan grupları kontrol altına almak, yerel güçlerden milis kuvvetleri oluşturmaktı. Tahminen 2,5 ay sonra Bingazi üzerinden ayrılan Mustafa Kemal, 1909’daki İTC Kongresi’ne Bingazi veya Trablusgarp delegesi olarak katılmıştı.

Trablusgarp’taki birliğin başında Halepli Ethem Paşa bulunuyordu. Gönüllü zabitan içinde ilerde Mustafa Kemal’in yaveri olan Cevat Abbas (Gürer), İsmet (İnönü) Bey’in yaveri Atıf (Kamçıl), Teşkilat-ı Mahsusa’nın reislerinden Süleyman Askerî ve Kuşçubaşızade Eşref, Afyonkarahisarlı Ali (Çetinkaya), İttihatçıların tetikçisi Yakup Cemil, Doktor İbrahim Tali (Öngören), Enver Paşa’nın amcası Halil (Kut) ve kayınbiraderi Nuri (Killigil), Trablusgarplı Süleyman el-Baruni ile Türk adlı pasaportlar taşıyan beş de Alman subay vardı.

Tobruk ve Derne savaşları

Trablus’ta yerli Arapları teşkilatlandırarak (ki bazı kaynaklara göre, bunun için epey para saçılması gerekmişti) savunmaya katılmalarını sağlayan Enver Bey askerî birlikleri üç komutanlığı ayırdı: Trablus Komutanlığı’na Kurmay Albay Neşet Bey, Bingazi Komutanlığı’na Kurmay Binbaşı Enver Bey, Derne Komutanlığı’na Kurmay Binbaşı Mustafa Kemal’i getirmişti. Mustafa Kemal, 8 Aralık 1911’de Trablusgarp’a geldi ve 22 aralıkta Tobruk Savaşı’nı kazandı. 16/17 Ocak 1912 günü Derne Taarruzu’nda gözünden yaralandı. Bir ay hastanede tedavi gördükten sonra, 6 Mart 1912’de Derne Komutanı oldu ve Derne’de başarılı savunma muharebeleri yaptı.

Bu yenilgiler üzerine Trablusgarp ve Bingazi işgalinin pahalıya patlayacağını anlayan İtalyanlar Almanya aracılığıyla İstanbul’u barış için sıkıştırmaya başladılar. İstanbul’dan bir cevap gelmeyince, 30 Mart 1912’de 42 gemiden oluşan bir İtalyan donanması, Toronto Limanı’ndan hareket etti. Amaç Çanakkale Boğazı’nı geçerek İstanbul’u tehdit etmekti. Ancak Osmanlı Devleti Boğaz’a mayın döşeyince, İtalyan donanması yönünü değiştirdi ve 24 Nisan 1912’de Rodos ve Ege Denizi’ndeki On İki Ada’yı işgal etti. (İrili ufaklı 20’den fazla adadan oluşan On İki Ada’ya adını, ada sayısından değil, adaların 12 kişilik meclislere dayanan yönetim şeklinden almıştı.)
Uşi Antlaşması ile elveda

8 Ekim 1912’de Birinci Balkan Savaşı patlak verdiğinde Osmanlı Devleti’nin yapacağı pek bir şey kalmamıştı.18 Ekim 1912 günü, Büyük Devletlerin arabuluculuğunda İtalya ile Osmanlı Devleti arasında Uşi (Ouchy) Antlaşması imzalandı. Buna göre, Osmanlı Devleti, Trablus ve Bingazi’yi; İtalyanlar da Rodos ve Ege Adaları’nı tahliye edeceklerdi. (İtalya Oniki Ada’yı ancak 1947’de Yunanistan’a terk etti.) Osmanlı Padişahı “Naib’üs-Sultan” unvanıyla Trablusgarp’ta bir temsilci bırakacak, hutbeler padişah adına okunacaktı ancak Düyun-u Umumiye’ye, Trablus ve Bingazi’den vergi aktarılmaya devam edilecekti. Bu miktar senede iki milyon İtalyan Lireti’nden, 900 Osmanlı Altını’ndan aşağı olmayacaktı. Buna karşılık, Kapitülasyonlar konusunda İtalya Osmanlı Devleti’ne yardım edecekti. Bu antlaşma, Trablusgarp’ta savaşan subaylara ve yerel halka açıklanmamış, iki devlet arasında mütareke (ateşkes) yapıldığı söylenmişti.

Ancak İtalya 5 Kasım 1911’de Trablusgarp ve Bingazi’yi topraklarına kattığını dünyaya ilan etti. Böylece, Osmanlı Devleti Afrika’daki son toprağını da kaybetmiş oldu. Aynı günlerde Balkan orduları Çatalca’ya dayanmış, Trablusgarp ve Bingazi’deki Osmanlı subaylarının bir bölümü İstanbul’u savunmak üzere geri çağrılmış, bir bölümü de başka bölgelere kaydırılmıştı. Binbaşı Enver, 25 Kasım 1912 tarihli günlüğüne şunları yazmıştı: “Nihayet! Karar verildi. O halde İstanbul’a dönmek, orada yarbay olarak tekrar görev yapmak için çok sevdiğim Krallığım Sirenayka’yı ve gerçekten bağımsız bir görevi terk ediyorum (...) Düşmanlarım bu kararımı kendilerine göre yorumlayacak ve benim şeref ve haysiyetime leke sürmek için fırsatı ganimet bilecekler. Bence hava hoş. Ben vatanın çıkarları nerede gerektiriyorsa, orada göreve devam edeceğim...”

Vazife aşkıyla yanan Enver Bey, çok değil yedi sene sonra Birinci Dünya Savaşı’nı da yenik kapattıktan sonra, nihai yenilgisini tadacağı Orta Asya steplerine doğru yola çıkacaktı.

-



Fizan’ı nasıl bilirsiniz

II. Abdülhamid Dönemi’nde (1876-1909) Trablusgarp Vilayeti, siyasi muhaliflerin, Arnavut, Rum, Bulgar komitacılarının, başarısız yöneticilerin, muhalif tarikat şeyhlerinin, eşkıyaların ve daha nice istenmeyen insanın gönderildiği bir sürgün yeriydi. Aslında bölgeye gönüllü olarak gelenler de bir çeşit sürgün psikolojisi içinde yaşardı.

Siyasi sürgünlerin bir kısmı daha Trablusgarp’a varamadan, kimi karaya ayak bastığında, kimi zindandaki ilk aylarında, kimi kaçarken son nefesini verdi. Kimi kaçmayı başardı, sonra bölgeye gönüllü olarak geri döndü, kimi affedilip başka bölgelere atandı, kimi 20 yıl affedilmeyi bekledi.


Cami Baykut’un kaleminden

Sürgünler için en korkunç yer Fizan’dı, çünkü Fizan’dan kaçmak adeta imkânsızdı. Öyle ki, bazı sürgünler deniz kenarındaki Trablusgarp’ta veya Bingazi’de kalabilmek için can düşmanları Abdülhamid’in şerefine “Çok yaşa” diye bağırmaktan kaçınmazlardı. Fizan, Büyük Sahra’nın Libya ile bağlandığı 900 bin kilometrekarelik bölgeydi. Fizan’ın merkezi olan Murzuk Kasabası, Trablusgarp’a, 900, Bingazi’ye 1.500 kilometre uzaktı.

Yarı sürgün olarak gönderildiği Gat ve Fizan’da kaymakamlık yaptığı yıllarda, bölgenin sosyo-kültürel dokusundan jeolojik dokusuna, ikliminden siyasasına kadar her konuda olağanüstü zenginlikte gözlemlerini kaleme alan Cami Baykut’a göre 19. yüzyılda 30 kilometrekare başına bir kişinin düştüğü Fizan’a ulaşmak için deve sırtında 45 gün yolculuk yapmak gerekirdi. Akreplerin, çıyanların, zehirli yılanların kol gezdiği çölde geceleri ısı sıfırın altına düşer, gündüzleri 50 dereceye çıkardı. Su bulmanın imkânsız olduğu Fizan yolunda Bedeviler biraz deve sütü ve bir avuç hurmayla karınlarını doyururlardı.

Ünlü sürgünler

Fizan sürgünlerinden en ünlüsü Askerî Tıbbiye öğrencisi iken 1889’da İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni kuran dört kişiden biri olan Abdullah Cevdet’ti. 1895’te Abdülhamid’e muhalefet suçundan tutuklanarak Trablusgarp’a gönderilen Abdullah Cevdet, Abdülhamid’in yufka yüreği sayesinde, kısa bir hapislikten sonra Trablus Merkez Hastanesi’nde göz hekimliği yapmış, hastane yakınlarındaki evinde diğer sürgünlere hürriyetçi şiirlerini okumuştu. Ancak Fizan’a gönderileceğini haber alınca, 1897 yazında bir maltız kayığı ile Osmanlı Devleti’nin Trablusgarp’taki varlığının sembolü olan köhne Muzaffer korvetinin gözünün içine baka baka önce Tunus’a, oradan da Avrupa’ya kaçmıştı.

Trablusgarp sürgünleri arasında, Yıldız Sarayı’nda mabeyn kâtibi olarak çalışırken, Çerkes tarihini yazmaya kalkan Hacı Mustafa Raşit Bey, Abdülhamid’e darbe teşebbüsünde bulunan Hacı Ahmet Efendi, padişaha karşı hareketlerin odağı olduğu iddia edilen Kocamustafapaşa’daki Bedevi Tekkesi Şeyhi Naili Efendi gibi dinî şahsiyetler de vardı.

Yani, Trablusgarp’ta İslam birliği için Senusilerle, Medeniyelerle ilişki kurmak için canla başla çalışan Halife Padişah, yanı başındaki İslamcılarla pekiyi geçinemiyordu.

Şeref Yolcuları

Trablus sürgünleri arasında Trablusgarp’a Şeref vapuruyla geldikleri için başlangıçta “Şeref Yolcuları”, bir süre sonra “Şeref Kurbanları”, kurtuluşlarından sonra da “Şeref Kahramanları” diye anılan grup ise hakkında en çok bilgi sahibi olduğumuz sürgünler. Babası Sadullah Koloğlu, 1947-1948 arasında Libya Başbakanı olan tarihçi Orhan Koloğlu’na göre (ki ailenin soyadı Kuloğullarından geliyor) çoğunluğu Tıbbiye Mektebi öğrencisi olan 77 kişi, 28 Ağustos 1897’de Şeref vapuruna bindirilmiş, ambara doğru yürürken güverte üstünü dolduran sırmalı nişanlı subaylara “Yuha!” diye bağırmışlardı. Çoğu padişaha bağlı memur ailelerinin çocuklarının çektiği bu “Yuha” saltanatın sona ermekte olduğunun bir işaretiydi.

Yol boyunca Abdülhamid’in sadık bendesi Erzincanlı Miralay Mustafa Bey, sürgünleri davalarından vazgeçirmek için uğraşmış, pişman olanların padişaha telgraf çekerek aflarını istemeleri teşvik edilmişti. Bu ve benzeri olaylar yüzünden sürgünler affedilecekleri umudunu içlerinde taşımışlardı. Ancak bu sefer padişah kararlı çıkmış, yolculuk Trablus’ta bitmişti. Padişahın kararına göre 77 kişiden sekizi Trablus’ta kalacak, 69’u Fizan’a gönderilecekken, sonunda çölün kanunu padişahın iradesini galebe çalmış, sürgünleri götürecek develer temin edilemediği için Şeref Kurbanları Trablusgarp’ta kalmışlardı.

 

Şeref Kahramanları dönüyor

Şeref Yolcuları dokuz aylık baskı ve beyin yıkama faaliyetinden sonra 21 Haziran 1898 günü valinin huzurunda “Bundan böyle padişaha sadakatle hizmet edeceklerine, fesatlarla meşgul olmayacaklarına, herhangi bir şekilde firar ederek Avrupa’da kötü yayınlar ile uğraşanlara katılmayacaklarına Vallah ve Billah” yemin ettiler ve “Padişahım çok yaşa” diye bağırdılar. Rivayete göre bazıları “Padişahım baş aşağı!” diye bağırmıştı. Sürgünlere eski rütbeleri verildi, asker olanlar orduda, mülkiyeliler vilayette, tıbbiyeliler hastanelerde çalışmaya başladılar. İttihat ve Terakki’nin 7. Gizli Şubesi oluşturuldu. 1898’de İttihatçı yayınlar Menfa ve Hatıra basılmaya başladı.

Şeref Yolcuları’nın Trablusgarp’a adım atmalarından 11 yıl sonra aynı nesilden İttihatçı subaylar Makedonya dağlarında çektikleri “Yuha!” sonucu Abdülhamid’e ikinci kez Meşrutiyet’i ilan ettirdiklerinde, Trablusgarp’takilerin çilesi bitti. 198 Jöntürk, 9 Ağustos 1908 sabahı, Fransız Milli Marşı Marseillaise ve değişik Türk marşları eşliğinde İstanbul’a doğru yola çıktılar. Çok değil üç yıl sonra, onları uğurlayanlar da benzer bir yolculuğa çıkacaktı.


Özet Kaynakça: Orhan Koloğlu, Fizan Korkusundan Libya Mücahitliğine, Truva Yayınları,2008; a.g.y, “Mustafa Kemal’in 1908 Ekim-Kasım’ında Trablus ve Bingazi Gezisi”, Türk Kültürü, S. 343, 1991, s. 674-684; Celal Tevfik Karasapan, Libya, Trablusgarb, Bingazi ve Fizan, İnkilap Kitabevi, 1960; Cami Baykut, Son Osmanlı Afrikası’nda Hayat, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2009.

hurayse@hotmail.com

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums