- 6.02.2014 00:00
30 Mart 2014 yerel seçimleri yaklaştıkça siyaset sahnesi hareketlenmeye, aktörler şovlara başladı. Barışa ve sevgi diline en çok ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde ne yazık siyasete nefret dili hakim oldu.
Düşünebiliyor musunuz, Erdoğan’ın rızası ve onayı olmadan kimsenin milletvekili olamayacağı AK Parti de aynı Erdoğan, kendi seçtiği vekiller için “tuzluk” diyebiliyor.
Ana Muhalefet Partisi lideri Kılıçdaoğlu; Başbakan için, “başçalan” diye hitap ediyor.
Eğer bir ülkede siyasetin düzeyi ve dili bu denli düşmüş ve siyasetçiler böylesine bir kin ve nefret dilini benimsemişse, o ülkede siyasetin yeniden dizayn edilmesinin zamanı gelmiştir.
Daha şimdiden birbirlerine karşı böyle düşmanca bir tavır içine giren ve seçimler öncesi gerginlik politikası güden siyasi parti yöneticilerinin artık bu ülkeye verecekleri hiçbir şey kalmamıştır.
Halkın yargı ve adalet sistemine güveni kalmamış, bürokrasi devlet içinde paralel yapılar oluşturmuş, askeri vesayet fırsat kollar durumda beklerken neyi, neresinden düzelteceksiniz.
İnsanı, zihniyeti değiştirmeden, değiştireceğiniz HSYK ve diğer yargısal kurumlar ya da yapacağınız yasal-anayasal düzenlemeler, sistemi daha da kilitlemekten öte bir yarar sağlamayacaktır.
Böylesine sevgisiz, tahammülsüz ve kompleksli bir siyaset ikliminden; bir barış ortamının, bir arada yaşama iradesinin oluşması hiç mümkün değildir.
Toplumun var olan önyargılarından kurtulabilmesi için, siyasi hırs ve çıkarlarını, egolarını toplumsal faydanın önüne koyan siyasetçilerden kurtulmaları gerekir.
Aksi halde bu siyasetçiler ve bu klasik, lider egemen siyaset tarzı; barış, demokrasi ve özgürlük mücadelesinin önünde hep engel olarak duracaktır.
Önümüzdeki günlerde yapılacak yerel seçimler için belirlenen adaylara ve aday belirleme yöntemlerine baktığımızda; içine düştüğümüz açmazı ve çelişkileri çok somut olarak görmek mümkünken, başkan ve adamlarına biat etmeyi siyaset sanan aymazlar, bu karmaşık tablodan yeni iktidar senaryoları üretmeye çalışıyorlar.
Oysa iktidara giden yol, projelerden geçer. Halka yönelik, onların talep ve beklentilerine uygun politikalar üretmekten, halkla bütünleşmekten, halka dokunmaktan geçer.
Halkı küçümseyen, çoğu zamanda yok sayan elitist tavırlar ve söylemlerle, “her şeye rağmen kazanmak” adına kendi partisinde ve toplumda karşılığı olmayan, kabul görmeyen ithal adaylarla seçim kazansanız ne olur, iktidara gelseniz ne olur!
Bir ülkede üç dönem iktidar sürdüren bir yönetimin ardından bir iktidar değişikliği elbette gerekli ve zorunludur.
Ancak, kendi içinde yenilenmeyen, değişemeyen siyasi yapıların; toplumu değiştirip, dönüştürmesi ne kadar mümkün olabilir?
Ülkenin maddi ve manevi değerlerini alt üst ederek, ekonomisine telafisi mümkün olmayan zararlar vererek, halkın içine kin ve nefret tohumları saçarak oluşacak yeni bir iktidarın, bu ülkeye hiçbir yararı olmayacağı gibi; devlet içinde kümelenmiş bürokratik vesayet yok edilmeden iktidarda kalmak da kolay değildir.
Bu ülkede yasama erkini belirleyecek seçimler yapılmadan, yargı ve bürokraside mutlak bir temizlik ve düzenleme şart olmuştur.
Yoksa, kim ya da kimler seçimi kazanırsa kazansın, belki yeni hükümet kurabilirler ama asla iktidar olamazlar.
Bu arada hiç kimse yeni vesayet denemelerine, halk iradesinin dışında başka güçleri devreye sokmaya çalışmasın.
Gerek içinde yaşadığımız küresel dünyada, gerekse ülkemizin geldiği noktada; ne iç dinamikler, ne de bu ülkenin insanları, bu tür senaryolara, anti-demokratik yol ve yöntemlere geçit vermeyecektir.
Siyaset kurumunu bu çirkin senaryolardan, kin ve nefret söylemlerinden kurtarmak için, bu ülkeyi seven, yaşadığı coğrafyaya karşı sorumluluk duyan herkesin daha duyarlı olması gerektiği bir süreçten geçiyoruz.
Bir kez daha söylemek ihtiyacı duyuyorum.
Seçim ve siyasi partiler yasası değişmeden, seçim barajı kaldırılmadan, yerel değil, yerinden yönetimi esas alacak anayasal düzenlemeler yapılmadan, temsilde adaleti sağlamadan yapılacak seçimler sonucunda oluşacak yeni yönetimler; yalnızca kimi kişi ve kurumları başkalarına göre daha avantajlı hale getirmekten başka bir işe yaramayacaktır.
İki aydan az bir zaman kalan yerel seçimlerin Türkiye de bir şeyleri değiştirmesi mümkün görünmediği gibi, toplumu yeni kamplaşmalara, yeni düşmanlıklara sürükleme tehlikesi de vardır.
Ancak 30 Mart sonrası, bu ülke artık eski yöntem ve köhnemiş siyaset tarzlarıyla yönetilemeyecektir.
Gerek siyasette, gerekse toplumsal yaşam için, barış ve demokrasi, hak ve özgürlükler için verilecek mücadelede, yeni şeyler söylemek lazım.
Yorum Yap