- 15.12.2014 00:00
Kamu düzeni kavramı ile ilgili yürütülen tartışma son derece sorunlu ve neredeyse barışın inşasını imkansızlaştıracak eksende seyretmektedir.
Kamu düzeninden kast edilen özgürlüklerin sonuna kadar kullanılabildiği adil bir toplumda barışı tehdit edecek şiddet ortamının sonlandırılması ise bunun nasıl mümkün olabileceğini ve neden şimdiye kadar sağlanamadığını ele almalıyız.
Bu noktada sıkı güvenlik politikalarının kamu düzenini sağlamaya değil aksine kaosu ve çatışmayı derinleştirmeye hizmet ettiği kabulü ile başlamak zorundayız. Aksi taktirde doksanlı yıllarda en aşırı düzeyde uygulananları yeniden denemenin doğuracağı sonuçları ön görememenin faturasını bu sefer çok daha ağır öderiz.
Önce kamu düzeni sağlanacak sonra biz demokratikleşme adımlarını atacağız diyorsanız güvenlik politikaları ile barış inşası ilişkisini, demokratikleşme ve çatışma çözümünün bağlantısını yanlış okuyorsunuz demektir.
Bu dayatma karşılık bulsa idi şimdiye kadar başka bir noktaya ulaşılmış olurdu. Şimdi bölgesel koşulların çok daha farklı alternatifler sunduğu bir ortamda eski dayatmada ısrar etmek iç savaşa odun taşımaktır. Bunu test etmeye dair girişimler bile tarihe “gaflet ve ihanet” olarak geçecektir. Bu konunun cehalet ya da iyi niyete dayanıyor olması bile hiçbir şeyi değiştirmez.
Türkiye çözüm sürecine dair somut adımlar atma konusunda elini çabuk tutmaz ve başka telkinlerle hareket ederek durumu idare etmeyi tercih ederse sokakta dökülen kanın faturasının kime kesildiğinin de çok önemi kalmaz.
Bugün karşılaşılan sıkışmışlığın nedeni ertelemeci tavırlar ve sürecin doğru yönetilememiş olmasından kaynaklıdır. Siyaset keşkeler ve temennilerle ele alınmaz. Somut sonuçlar ve kapsamlı, tutarlı analizlerle öz eleştirel tarzda nedenler sorgulandığında mesafe alınabilir.
2015 yılında yapacağı tercihler Türkiye’nin 2023’e nasıl gideceğinin yol haritasını şekillendirecektir. Tıpkı yüz yıl önce olduğu gibi.
İttihatçı maceracılık ve boş hayallerle büyük devlet olma iddiası kanlı senaryolara zemin oluşturursa herkesin başının çaresine bakma eğilimine girmesi kaçınılmaz hale gelir. Her uyarıyı tehdit olarak görme kabadayılığının sonuçlarına Kürtler kadar Türkler, Aleviler kadar Sünniler de katlanmak zorunda kalınca, kırılan vazonun parçalarını yeniden yapıştırmaya ne cumhurbaşkanının karizması yeter ne başbakanın stratejik derinlik bilgisi.
Aslında işin püf noktası iktidar partisinin seçim stratejisinde kilitlenmektedir. Milliyetçi oyları hedefleyen bir planlama içine girilirse HDP’yi hedef gösteren mesaj ve girişimlere daha çok şahit olacağız demektir.
Sokağa çıkmanın kan akmasına neden olacağı propagandası bunun sinyallerini vermektedir.
Seçim barajı gibi toplumsal meşruiyeti net bir konuda bile adım atmamanın tek izahı parti çıkarlarının, hatta kişisel kaygıların ülke çıkarlarının üzerinde görülmesidir.
Kürt sorunun çözümü bu nedenle bir boyutu ile barışın kazançlarına inanmayı diğer boyutu ile konuya etik ilkelerle yaklaşmayı zorunlu kılmaktadır.
Yorum Yap