- 23.08.2014 00:00
2002’de değişimi gerçekleştirmek iddiası ile yola çıkan AKP artık net bir pozisyon tercihi içine girmiştir. Yıpranan devlet aygıtını yeniden meşrulaştırmak ve yeni dengeleri inşa etmek bu sürecin finali olarak gözükmektedir.
Toplumun dışlanan kesimlerini devletle buluşturmanın elbette demokrasi açısından olumlanması gereken boyutları vardır; ama Türkiye’nin ihtiyacı bundan ibaret değildir. İktidar içi hesaplaşmalar ve sonuçta yeniden fabrika ayarlarına dönüş diye tarif edilebilecek bir durumla karşı karşıyayız. Devletle arasına mesafe koyan kesimlerin köklü bir değişime öncülük etmesi yerine yeni iktidarı yöneterek uzlaşmayı tercih etmesidir söz konusu olan.
Bu açıdan Davutoğlu ismi net mesajlar içermektedir. Düşünce dünyası ve özellikle silahlı kuvvetlerle ilişkisi açısından kabinenin en akredite ismi başbakanlık koltuğuna oturmuştur. Geleneksel ordu-millet tezinin açık savunucusu olan yeni başbakanla birlikte özellikle Güney Asya’da model haline gelen milliyetçi din anlayışının yansımaları önümüzdeki günlere damgasını vuracaktır.
Bugünkü tablo, iktidar içi kavganın tümüyle sona erdiği anlamına gelmez elbette. Özellikle önümüzdeki ayların en önemli gündemlerinden birisi hiç şüphesiz yargıdaki seçimler olacaktır.
Hükümetin gittikçe elinin zayıfladığı ve karşısında ciddi bir ittifakın hayata geçtiği çok açıktır. Yargıda kaybetmeye tahammülü olmayan bir iktidar için heyecanlı günler kaçınılmaz gözükmektedir. Yine yeni genel başkanın ilk anketlere yansıyacak performansı, açık tutulan meclisten sürpriz kararların çıkmasına kapı aralayabileceğini unutmayalım. Sahiden üç dönem şartında esneme yapılmazsa asıl kırılmaların ondan sonra gündeme gelmesi kimseyi şaşırtmamalıdır. Eğer genel seçimlere Gül ile gitme ihtimali tümüyle ortadan kalkarsa, üç dönem şartına takılanlarla yeni bir ortak tutumun gelişmesi kaçınılmazlaşır. Hayrunnisa Hanım’ın intifadası ve 28 Şubat karşılaştırması sadece duygusal bir tepki değildir. Erdoğan’ın partiyi yukardan kontrol çabası dahil hiçbir yöntem mevcut oyu korumaya yetmeyecektir. Bu taktirde de ittifak yapmadan anayasa yapmak mümkün olamayacağı gibi koalisyon ihtimalleri de artık yeniden gündemimize girecektir. Davutoğlu’nun siyaset tarzının artı oy getirebileceği bir kesim olmadığı gibi aksine Erdoğan’a yönelik kişisel sempatinin oy oranı içindeki payı da zamanla eriyecektir.
Özellikle dışişleri bakanlığından gelen bir başbakanın önündeki ağır sınav asla göz ardı edilmemelidir. Bölgede köklü değişikliklerin yaşandığı bir dönemde her tarafa çeki düzen verme iddiası taşıyan bir dış politikanın sert duvarlara çarpması durumunda faturanın kime çıkacağı açıktır.
Gül’ün yeniden bir kurtarıcı olarak çağrılması dışında hiçbir formül, bu faturanın olumsuz etkisini hafifletme imkanı yoktur.
Erdoğan’ın gitmesini fırsat bilip harekete geçecek dinamikler, sanılanın ötesinde tahrip etme potansiyeli taşıyor olabilir. Türkiye’nin gücünü aşan hayallerle özellikle Ortadoğu’da sergileyeceği politikanın hangi duvarlara çarpacağı şimdiden kestirilebilir. Ama daha önemlisi Davutoğlu’nun Kürt sorununda takınacağı tutumdur.
Güçlü ordu büyük devlet tezi neye denk gelirse ona uygun tercihleri çok net biçimde gözlemleyeceğiz.
Özgür Gündem
Yorum Yap