- 26.11.2013 00:00
Kürt sorununun müzakere yolu ile çözümünde “3. tarafın rolü” konusunda tartışma sürecini gecikmeden başlatmalıyız. Tarafların dışında ama aynı zamanda onlar nezdinde söz söyleme imkanını geliştirebilecek bir iradenin ortaya çıkması zorunluluktur.
Çözüm süreçlerinde üçüncü tarafın kimlerden oluşması gerektiği, aslında nasıl bir işlev üstleneceği ile ilgilidir. Dünya deneyimlerinde bu rolü uluslararası mekanizmaların ya da üçüncü ülkelerin oynaması yanında çatışma çözümünde uzmanlaşmış kurumların profesyonel kolaylaştırıcı katkı sunduğu da bilinmektedir.
Türkiye gerçeğinde, toplumsal dinamiklerin mi bu rolü oynayabileceği yoksa daha dışarıdan bir izleme ve müdahaleye mi kapı aralanması gerektiği konusunda ciddi bir tartışmaya ihtiyaç duyulmaktadır. Her ikisinin de olumlu ve olumsuz boyutları bulunmakla birlikte şimdilik bu konuda kamuoyu algısını dikkate almak gerektiğini ifade etmekle yetinelim.
Zaman içinde her iki seçeneğe de ihtiyaç duyulmak zorunda kalınabileceğini bilerek iddialı ve keskin tercihlerden kaçınmak en yapıcı tutum gibi gözükmektedir.
Asıl üzerinde yoğunlaşma gerektiren nokta bir tercih yapmanın ötesinde kuruluş sürecini başlatmaktır. Barış sürecinin muhatapları sadece çatışan taraflar değilse ve barış aynı zamanda bir toplumsal ikna ve katılım konusu ise bu iradenin nasıl şekilleneceği ve kendisini nasıl ifade edeceği de son derece önemlidir.
Nereden başlamalı sorusuna verilecek ilk cevap, konuyu farklı boyutları ile toplumun gündemine taşıma çalışmaları olsa gerektir. Zira böylesi bir çalışmanın hem toplum tarafından kabullenilmesi hem de doğru yerde konumlanabilmesi açısından öncelikle dünya deneyimleri de dikkate alınarak Türkiye gerçeğinin masaya yatırılması gerekir.
Mekanizmaların adını piyasaya sürüp içini boşaltmak sürecin en handikaplı alışkanlıklarından birisidir. Benzer bir yaklaşımın sivil 3.taraf konusunda da sergilenmesi muhtemeldir. Bunu önlemenin yolu tartışmayı sağlıklı zeminlerde ve gecikmeden başlatmaktan geçer.
Türkiye siyasetinde en sorunlu yaklaşımlardan birisi beklenti yönetimine teslim olmaktır. Rol kapma heveslisi çevrelerin tüm kamuoyunu beklenti içine sürüklemesi ve toplumsal dinamiklerin devlete endeksli pozisyon alma hesabı yapısal bir sorundur. Toplumsal siyaset çalışmalarının kendisi bizatihi bir üçüncü taraf inşasıdır. Elbette Kürt sorunu özel bir yoğunlaşma ve ilgiyi gerektirir.
“Nasıl bir 3. taraf” konusunu en azından düşünsel zeminde ele alacak çalışmaların başlaması, er ya da geç gelinecek noktaya hazırlıklı olmak açısından önemlidir. Aksi taktirde süreci pozitif yönde destekleyecek üçüncü taraflar yerine küçük ayak oyunlarını hayata geçirecek üçüncü taraflar arama senaryosu gösterime girecektir.
Medya, akademi, toplumsal hareketler ve siyasi dinamiklerin barış sürecinde takınması gereken tavır ve üstlenmeleri gereken sorumluluk ele alınmadan, hükümetin çözüme zorlanması, cesaretlendirilmesi ya da teşvik edilmesi kolay olmayacaktır. Çözüm sürecinin seçim sürecine kurban edilip edilmemesi konusu da bu aktif müdahaleye bağlıdır.
“Oy kaygısı ile hareket etmeyin” uyarısı siyasal etik açısından anlamlı olmakla birlikte, iktidar mantığı içerisinde çok gerçekçi değildir. Barışın inşası sadece ödenecek bedeller üzerinden değil ama aynı zamanda ortak çıkarlar üzerinden de ele alınmak zorundadır.
Bu durumda tek taraflı hamleler bile süreci sabote etmeye yönelik “tehdit” olarak algılanmaktan çıkar ve tersine çözümü hızlandıran ve kaçınılmaz kılan girişimler kategorisine girer.
Yorum Yap