- 12.09.2013 00:00
Çok alıngan bir iktidarımız var. Her uyarıyı tehdit olarak algılamayı tercih ediyor. Bu tercih aslında suçluluk psikolojisinin yansımasıdır. Siyasette tehdit karşısında atılacak en anlamlı adım, onları boşa çıkaracak adımları atmaktır. “Tam demokratikleşme paketini hazırlıyorduk siz bundan rahatsız oldunuz ve tehdit etmeye başladınız” söylemi bu nedenle sadece inandırıcılıktan uzak değil, aynı zamanda soğuk bir şaka niteliğindedir.
Kürt sorununda yapılan uyarıları tehdit olarak algılayan ama Suriye savaşına taraf olma isteğine verilen tepkileri tehdit olarak görmeyen bir siyasal akıl işliyor.
Suriye’de operasyon hangi ölçekte gerçekleşirse gerçekleşsin, ciddi bir nüfus hareketliliği başlamış durumda. Kürt nüfusundan sonra Alevi nüfusunda yaşanan hareketlilik, yeni Suriye denkleminin sinyallerini vermektedir.
Eğer Türkiye’nin Suriye siyasetinde üçüncü yol eksenli yeni bir toplumsal irade geliştirilemezse, iktidarın gireceği her türlü maceraya hazır olmalıyız.
Suriye’de oyun kurma konusunda sanıldığı ölçekte etkin olmayan ABD yönetiminin önüne zor alternatifler koyuluyor. Kimyasal saldırıdan sonra müdahale yapmasa dünya liderliği tartışmalı bir konuma düşecek. Küçük ölçekli bir operasyonun Esad’ı güçlendirme ihtimali çok daha yüksek gözüküyor. Eğer İkinci Cenevre için Esad’ı zayıflatma planı yapılıyorsa arzu edilenin tam tersi durumla karşılaşılabilir. Üçüncü seçenek, yani Türkiye’nin de çok dile getirdiği gibi iktidar değişikliğini doğuracak ölçekte kapsamlı operasyon ihtimalidir.
Bu ihtimalin, değil sadece Ortadoğu’nun kaderi, ABD’nin Ortadoğu’daki pozisyonunu bile etkileyecek altüst oluşlar doğuracağı kesindir. Eğer asıl oyun kurucu Rusya ise ve bölgeyle tarihsel ilişkisi çok daha güçlü olan İngiltere tıpkı Irak operasyonunda yaptığı gibi ABD’yi sahaya sokmayı denerse, Arap baharının seyri bambaşka bir noktaya kayabilir.
Bu tablonun Türkiye için ifade ettiği anlam iç politik gerilimler bağlamında da ele alınmalıdır. Ekonomik krizin hissedilir olma potansiyeli yükseldikçe savaş ortamından fayda umma eğilimi de yükselebilir. Aynı şekilde zaten çok istekli olunmayan demokratikleşme adımları konusunda da masayı dağıtmanın yolu aranacaktır.
Eylül ayında, KCK ana davası yanında, basın ve avukatlarla ilgili davalarda da duruşmalar yapılacak. “Yargı bağımsız ne yapalım?” kaçamağı devam eder ya da sembolik tahliyelerin ötesinde bir gelişme yaşanmazsa, seçim atmosferinin gerilimi bile ehven-i şer pozisyonunda kalabilir.
Beş yargıç tarafından kaleme alınan ve Nika yayınevinden çıkan “Türkiye’de Yargı Yoktur” kitabı bu açıdan sadece yakın geçmişe değil, önümüzdeki sürecin muhtemel seyrine ışık tutuyor.
Çözülmesi imkansız hale gelen düğümün faturasını Suriye ya da Kürt hareketine kesme arayışı, iç politikada ne kadar inandırıcı olacak, göreceğiz.
KCK Yürütme Konseyi Eşbaşkanı Cemil Bayık’ın açıklamalarındaki “durma” ifadesini sürecin kaderini belirleyecek bir olumsuz irade beyanı olarak okumayı arzu edenler, aslında kendilerinin aylardır boş durduğunu gayet iyi biliyorlar. İmralı görüşmelerinde ortaklaşılan noktaların ortada durduğunu da herkes biliyor. Ayrıca Suriye politikasında savaşın tarafı olma konusunda bir türlü “durdurulamayan” Başbakan Erdoğan’ın, demokratikleşme konusunda “durun” tavrının ötesine geçmeyen yaklaşımını da herkes görüyor. Hangi sorun alanında nerede duracağını bilemeyenler, acil tercih yapılması gereken noktada, durması gereken yerde duramayanlar, adım adım felakete gidişimizi de durduramazlar.
Özgür Gündem
Yorum Yap