- 4.05.2013 00:00
Geçtiğimiz haftaya damgasını vuran üç gündem konusunu yazının başlığına taşıdım. Hükümetin gündeminin, ne ölçüde toplumun gündemi ile buluştuğunu ele almak istiyorum. Başbakan’ın gündem belirlemede gayet mahir bir siyasetçi olduğunu taktir ederek değerlendirmemize başlayalım. Ayran üzerinden başlattığı tartışma tıpkı, THY hosteslerinin makyaj renkleri gibi anında gündeme oturdu. İnsanların yaşam biçimlerine müdahale kaygısı taşıması son derece doğaldır. Ancak yadırganması gereken, aydınların, örgütlü politik çevrelerin de bu tartışmaya katılarak tam da başbakanın bu gündem belirleme arzusuna katkı sunmalarıdır.
Hayati konularda iktidar olmanın sorumluluklarını yerine getiremiyorsanız en kolay siyaset yapma yöntemi muhalefetin ve toplumun gündemini yönlendirmektir. Gündem belirlemenin bir amacı daha olabileceğini gayet tabi göz ardı etmemeliyiz. Toplumun gündeminden kaçırmaya çalıştığınız kritik işlerle meşgulseniz, yine muhalefetin bu noktalara odaklanmasını önleyici gündem belirleme operasyonlarına yoğunlaşırsınız.
Türkiye medyası bu konuları tartışıyorken kamuoyu bir anda kendisini 1 Mayıs ve Taksim mesajları ile karşı karşıya buldu. Karar siyasi iradenin ve uygulama emniyet güçlerinin olmasına rağmen doğal olarak konumu gereği bu süreçte en aktif temsil rolünü İstanbul valisi üstlendi.
12 Eylül döneminin yada Başbakan Erdoğan’ın deyimi ile Perinçek’in peşine takılan Süleyman Demirel döneminin valisi olsaydı da devleti ancak bu kadar savunabilirdi. Akla ziyan bir terminoloji ile buz devrinden kalma siyaset tanımlamaları, hiçbir fren ihtiyacı duyulmadan kamuoyu önünde ısrarla dile getirildi.
İki cümlesinden birinde “marjinal grup”, “marjinal örgüt” ifadeleri ile düşüncelerini paylaşan bir Vali’nin, demokrasi, muhalefet,ifade özgürlüğü, gösteri hakkı gibi kelimelerle pek işi olmadığı gayet açık biçimde görüldü.
Ülke nüfusunun beşte birinin yaşadığı bir şehrin en üst düzey mülki amirinin toplumsal olaylar karşısındaki bu performansı, güvenlik hakkı ve özgürlüklerin ne derece büyük bir tehdit altında olduğunu göstermeye yetmiyor mu ?
Bundan daha acil bir gündem olabilir mi ?
Siyasetin ayran ve rujla meşgul olduğu bir ülkede, 1 Mayıs dolayısı ile İstanbulluların yaşadığı felaket, toplumsal bir muhalefet için yeterince üzerinde durulmaya değer düzeyde değil mi ?
Kanal, köprü, deniz altı geçidi dahil hiçbir çözüm, bu zihniyetle yönetilen bir şehirde insanca yaşama standartları sunmaya yetmez.
Seyahat özgürlüğünü bu kadar keyfi biçimde engelleyebilen bir idareyi, hiçbir özgürlükçü anayasa ilkesi demokratik hizaya çekemez.
Yorum Yap