Ayasofya'dan Anıtkabir'e şahin uçurdum

  • 15.07.2020 00:00

 “Bu topraklarda egemenlik hiç bir zaman, farklı unsurlardan oluşan, ama ortak ruha ve bir arada yaşama ilkelerine sahip bir topluma nasip olmadı. Hep devletin elinde kaldı. Hoş, öyle bir toplum da hiç var olmadı! Millet derken bile milletin bazı kısımları dışlanır. Egemenlik millet adına, Allah adına, ne adına kim gasp edebildiyse onundur.” Ümit Kıvanç’ın satırları öfkeyle yazılmış gibi gözükse de kesinlikle baştan savma değil. Hem bir tutam öfke sağaltıcı da olabilir. Özellikle siyasette başarı yani iktidar yani yönetme erkini ele geçirmek, biraz da ülserik bir karakter gerektirir sanırım.

Muhalefet liderini, sabahları ayna karşısında dişlerini fırçaladığı sırada midesine saplanan sancıyla yüzünü buruştururken hayal edebiliriz hatta edebilmeliyiz. İnsanın bir iddiası, bir projesi olabilmeli. Ve bunları gerçekleştirmek adına yürütmeli mücadelesini. Hagi, 2009’da memleketi Köstence’de bir anlamda “futbol akademisi” olarak kurduğu Viitorul kulübünü 2016-2017 sezonunda Romanya şampiyonu yapmıştı. Yüzünden gülümsemesi eksik olmayan Klopp’un Liverpool’u otuz yıl sonra İngiltere şampiyonu yaparken, insanlığıyla da gönülleri kazandığı ortada. Bununla birlikte, herhalde Klopp’un Liverpool’u “sağlıklı yaşam için spor” felsefesi adına çalıştırdığı söylenemez.

Muhalif liderin önce “ben” diyebilmesi gerekir. “Ben” oraya, o koltuğa eninde sonunda oturacağım ve oturduğumda aklımdakileri uygulamaya başlayacağım. Doğal olarak, sözkonusu düşlenen yönetici adayının “aklında” (yeni) bir şeyler olduğunu varsayıyoruz. Bazı durumlarda, kendi orada olmasa da, düşüncelerinin iktidarda olması durumu da gerçekleşebilir. Aklıma gelen en çarpıcı örnek, felsefeci, matematikçi, Bogota üniversitesi rektörü, Bogota belediye başkanı ve “başarısız” Kolombiya başkanlık adayı Antanas Mockus. Mockus’un iktidar mücadelesine zeki, zarif ve bencillikten uzak yaklaşımı, 2010 yılında ikinci turda kaybettiği Juan Manuel Santos’u zafer konuşmasında ona teşekkür etmeye yönlendirmiş ve ülkesinde kalıcı barışa giden diyalogun yolunu açmıştı.

Ancak işin doğrusu, hezeyanlarımı sizlerle bu satırlardan paylaşırken gerçekten aklımda olan, Kolombiyalı Mockus’tan ziyade Kimmeryalı Conan: “Boş bakışlı, elinde kılıcı, devasa melankolileri ve devasa neşesi olan, bir soyguncu, bir yağmacı, bir kıyıcı, yeryüzünün mücevherlerle süslü taçlarını sandallı ayaklarının altında çiğnemek üzere çıkagelmişti.” Burada anlatılan esasen bir bilge kral öyküsü değil; bir tür aşağılık, dışlanmışlık, itilip kakılmışlık, ilk gençliğinde adam yerine konulmamışlık duygusu sahibi birinin çeperlerden gelerek ortaya, önderliğe oynaması. Prusyalı II. Frederik değil de, Korsikalı Napolyon gibi. Amadenizin kısıtlı tarih bilgisine göre en olağanüstü Osmanlı sultanı olan II. Mehmet değil de, cumhuriyetimizin kurucusu Selânikli Kemal Atatürk gibi.

Yalnız, hep yineleyegeldiğim üzere, tarihimizin baskın fedailik ve “halaskâr zabitan” kültü(rü) değil betimlemeye çabaladığım. Aynı bağlamda, bizim buralarda o denli baskın olan inancının ve hırsının cazibesine kapılarak “meczuplaşmış”, kendi gibi olmayana yaşama hakkı dahi tanımayan bir bağnazlık da değil. Yanlış çizilmiş şekiller üzerinde de, doğru mantık yürütülebilmeli. Klopp’un yüzünden eksik olmayan sıcak gülüşü, onun kazanmak ve kafasındaki oyunu mutlaka sahaya yansıtmak azmini örtmemeli. Klopp’a, affedersiniz, “yavşak” yahut pısırık demek hiç birimizin aklına gelir mi? Örnek olarak önderlik de böyle: Michael Jordan’ın parkede yediği dayağa tahammülü ve hasta, uykusuz geçirdiği gecelerin sabahında dahi takımını yalnız bırakmayarak Tanrı vergisi yeteneğini sahaya yansıtması, ona ayrıcalık tanıyan nitelikler değil miydi?

“Her şey güzel olacak!” Es. Sonra tebessüm. Sükûnet ile ataletin farkı. Siyasetin iletişimden, iletişimin de pazarlamadan ibaret olmayışı. Atıyorum, Adana deplasmanına çıkılan taktiğin, Barnebeu’nun çimlerine krampon basılırken benimsenmeyeceği yalın gerçeği. Esnaflıkla girişimciliğin farklı oluşu ve her iş insanının da girişimci olmayışı. Elon Musk, yerli ve milli olaydı, şimdi aya fezaya füze yollamak gibi boş-beleş işlerle oyalanmaz; inşaat ihaleleri kovalar, servetini asfalt, beton dökerek katlardı. Konuyu dağıtmayalım, dalarsak mazallah çıkamayız zira: Tarihte ve dolayısıyla siyasette “kendiliğindenlik” yok. Belirli koşullar oluştu diye, gerçekten yeni bir durum kendiliğinden ortaya çıkmıyor. Özeti bu.

Kimi yakışıklı sözler: Örnekse, “zulmünüz artsın!” Yanıt: Bakınız, ömrü kırk yılı geçen İran İslâm Cumhuriyeti yahut 36 yıl İspanya’yı tek başına yönetip, yatağında ölen beberuhi Franco vakaları. Başka? “Gidiyorlar!” Yanıt: Onlar gidiyordur belki diyelim de, gelenler hakikaten siz misiniz beyzadem? Yoksa elele kümeye gidiyor olmayasınız? Tarihin akışı içindeki, belki tarihin kendi demek olan kriz anları, hep kökten dönüşümlerin kapısını kendiliğinden mi açmış gerçekten? Öyle mi sanıyorsunuz? Her yıkım, bir kendiliğinden yeniden doğuş mu demek? Yıkılıp öyle kalan, enkaz devletlerle çevrili değil miyiz aşağı yukarı?

Bir anekdot: 1945’te Japon İmparatoru Hirohito’nun ülkesinin teslim olduğunu radyodan duyuracağı 15 Ağustos günü sabahı (meczup?) Binbaşı Hatanaka, makamında ziyaret ettiği sarayın muhafız alayı komutanı Orgeneral Mori ve yaverinin kafasını uçurmuş; tekrar sokağa çıkıp da savaş yorgunu halkın umursamazlığıyla karşılaştığında, aynı gün birkaç saat sonra ortalık yerde intihar etmiş, kafasını çevirip cesedine bakan dahi olmamıştı. Bir başka anekdot: (Malaparte’nin yetkin “Darbe-i Hükümet Sanatı” kitabında aktardığı şekliyle) 1799’da Bonaparte “meclisten” istediği yetkiyi alamayıp, üstelik alaya alınınca, düş kırıklığıyla topuklamak üzereyken, kardeşi Lucien atının yularlarına yapışmış, onun komutasında beraberlerindeki seçkin “grenadier” birliğinin kılıçlarını çekmesi olayların seyrini tersine çevirmişti. Üçüncü anekdotu anlatmaya gerek yok: Murat Sevinç’in Fraenkel ve Haffner’in muhteşem kitapları üzerine yazdıklarını okumak dahi yeterli; iki dünya savaşı arasında 1933’ten itibaren Nazilerin iktidarı nasıl adım adım ele geçirdiklerini, çok parçalı muhalefetin aymazlığını ve Alman devletini nasıl tuğla tuğla yıktıklarını biliyoruz.

Girişte Ümit Kıvanç’tan alıntıladığım çok özlü vurgulanmış “egemenlik” meselesini, Dinçer Demirkent hocamız da defalarca bu sütunlarda irdeledi ve kitabını da yazdı. Cumhuriyetin kuruluşuna giden kurtuluş yolunda, Anadolu’nun hemen her yerinde toplanan halk şuralarını anlattı. Nereden baktığınıza, okumanıza, meşrebinize ve birikiminize bağlı: O kurtuluş, anayurdun işgalinden olduğu denli, sultanlık rejiminden de kurtuluş olabilir. Kurtuluş hareketi, bir başkaldırı olarak da görülebilir. O başkaldırının önderi, ne yapmak, nereye varmak istediğini en azından kendi bilen biridir ve 1’idir. Biri ve bir olmak kaygısı duymadan, yürütülemez siyasal mücadele. Ekolojik kaygıların onyıllar içinde tüm gelişmiş ülkelerde, yelpazenin tamamındaki partilerin gündemlerine sokulması gibi bir mücadele değil bu. Çok daha ilkel ve “ilkin” yürütülmesi gereken.

Son söz bağlamında, bir sessiz çığlığın resmi: Çin tahakkümüne umutsuzca direnen Hong Kong’da kitleler, nihayet (sözde) güvenlik yasasının Pekin’de kabulünün ardından, sosyal medya hesaplarını da kapatıp, tek geçerli protesto yolu gördükleri düz beyaz A-4 boyutunda boş kağıtlar taşır oldular ellerinde. Madem Ayasofya bir tapınak ve Anıtkabir adı üzerinde bir “mausoleum”, biz de ruhani bir tutumla gözlerimizi göğe çevirip, “Tanrı o günleri kimseye göstermesin” diye yakararak bitirelim.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums