- 23.01.2011 00:00
Bütün ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de eğitim, toplumsal ilişkilerde dominant (başat) rolünü her zaman hissettirmektedir. Bu da doğaldır. Neden derseniz günümüzün bütün etkinliklerini belirleyen temel etken artık BİLGİ olmuştur. Bilgi de kendisine özgü disipliner çalışmaları olan, gittikçe de bağımsız bir özerk sektör (ana faaliyet) halini almıştır. Ülkemiz ölçeğinde Örgün Eğitimde üç ana evre bulunmaktadır. Bunlar; okul öncesi – zorunlu eğitim (ilk ve orta)- yüksek eğitim’dir. Her kademedeki eğitimde belirleyici faktör öğretmendir. Çünkü her kademedeki öğretimde eğitim süreçlerinin yeniden ve geliştirilerek uygulanmasında ana görev öğretmene düşmektedir. Ülkemizde öğretmen yetiştirme çalışmaları Tanzimat Fermanı (1839) ile düzenli olarak yapılmaya başlamıştır. Saray’a bağlı Dar’ül Muallimin Mektebi ile öğretmen yetiştirmede bir disiplin ve devamlılık öngörülmüştür. Osmanlı Devletinden Cumhuriyet’e dönüşümde bile bu alandaki bilgi ve deneyim birikimi büyük ölçüde korunarak süreç nerede ise kesintisiz sürdürülmüştür. 1980 12 Eylül’ü ile birlikte YÖK ‘ün oluşturulması ile o zamana kadar Milli Eğitim Bakanlığına bağlı olan Öğretmen yetiştiren kurumlar Üniversitelere bağlanmış, bu girişim CUNTA tarafından büyük bir Reform(!) olarak ülkeye takdim edilmiştir. Bu yönden olarak Orta Öğretim’in Endüstriyel Mesleki ve Teknik Okullarının öğretmenlerini yetiştiren Yüksek Öğretmen okulları da hiç bir hazırlık ve dönüşüm çalışması yapılmadan o zamanki birikimlerini de yok sayarak YÖK marifetiyle Üniversitelere bağlanmıştır. İşte o güne kadar nerede ise 150 yıllık bir birikime sahip olan bu kurumlar adeta yeni kurulmuş gibi, tarihsel geçmişlerini ‘ tarihin çöp sepetine’ atmak zorunda kalmışlardır. Bu pervasızlık ve vurdumduymazlık günümüzde de kendini göstermiş 1937 yılında öğretime başlayan, o zamanki adıyla Erkek Teknik Öğretmen Okulu,1981 yılında kurulan YÖK marifeti ile 1982 yılında Gazi Üniversitesine bağlanmış, o yıla kadar görev yapmış Öğretim Elemanları, sırf Akademik Unvanları yoktur diye adeta işgal ordusu zihniyeti ile dağıtılmışlardır.
Günümüzde de aynı zihniyet yeniden hortlamış 2009 Kasımında çıkarılan bir Kararname ile bu Fakülteler de bu sefer Teknik Eğitim Fakültelerinden – Teknoloji Fakültelerine dönüştürülerek eski ile bağlantıları ve birikimleri tamamen kesilerek tanınmaz hale getirilmişlerdir. 1982 yılındaki ilk dönüşümdeki büyük bir duyarsızlık ve saygısızlıkla yapılan hoyratça değişimden sonra şimdi de Teknoloji Fakültelerine dönüşümde de uygulanmıştır. Bütün bu uygulamalarla Orta Öğretime, Endüstriyel Mesleki Teknik Öğretmen yetiştiren kurumların ‘ köklerine incir ağacı ekilmiş’ oldu. Bu yeni girişimleri ile ne kadar övünseler(!) azdır. Burada en büyük cinayet öğretmen yetiştirme işinin küçümsenmesi ve bu alandaki tarihsel birikimin tekrar ‘tarihin çöp sepetine’atılması oldu. Öğretmenlik Asli, (profesyonel) bir uğraş ve meslektir. Lisans Düzeyindeki başka bir Program mezunlarına kurs ve seminer etkinlikleriyle kazandırılacak bir biçimlenme (formasyon) ve unvan değildir. Öyle olmadığı bu güne kadarki yalan- yanlış uyduruk müdahaleler ve düzmece düzenlemelerle fazlasıyla kanıtlanmış bulunmaktadır(!).
Gelecek yazımızda Endüstriyel Mesleki teknik Eğitimin gerçekleri onun omurgası ve taşıyıcısı olan Teknik Öğretmenin nasıl yetiştirilmesi ile ilgili konulara el atacağız.
Saygılarımla,
Em. Öğr. Gör. Sezgin ÖZCAN
Sezginozcan81@hotmail.com
Yorum Yap