- 4.11.2012 00:00
Balyoz davası hakkında verilen kararın ardından bir kıyamettir koptu. Ancak maalesef, bırakın aylık, günlük, hatta saatlik gündemlere sahip bir ülkede yaşadığımız için herkes lafını söyledi ve sonrasında ne olduğuna, ne söylendiğine bakmadan diğer gündemlere döndü. Halbuki Balyoz davası kararının ardından yaşanan tartışmalar gündeme kurban edilemeyecek kadar önemli.
Kararın ardından avukatlar konuştu, gazeteciler konuştu, davanın sanıkları konuştu. Ben de konuyu, Balyoz dosyası ortaya çıkar çıkmaz hemen suç duyurusunda bulunan, davanın açılmasını sağlayan ve 23 Ocak 2010’da, muhtemelen en soğuk kış günlerinden birisinde binlerce insanı sokağa döken eylemi örgütleyen Darbelere Karşı 70 Milyon Adım Koalisyonu’nun bir üyesi, aktivisti olarak nasıl gördüğümü anlatmaya çalışacağım.
Ezgi Başaran’ın hem katıldığı televizyon programlarında hem de köşe yazılarında, işaret parmağını karşısındakinin suratına sallar bir edayla sorduğu sorulara ben baştan cevap vereyim; bu ülkede yaşayan milyonlarca insan gibi ben de hukukçu değilim, ben de milyonlarca insan gibi iddianamenin tamamını okumadım, ben de milyonlarca insan gibi bu ülkede bir daha darbe olmamasını istiyorum.
Biz, Darbelere Karşı 70 Milyon Adım Koalisyonu olarak, Balyoz dosyası Taraf gazetesinde yayınlanır yayınlanmaz, 21 Ocak 2010’da suç duyurusunda bulunduk. Suç duyurusunda bulunan isimler, Lale Mansur, B. Berat Özipek, Yıldız Önen, Zeynep Tanbay, Leman Yurtsever, Doğan Tarkan, Yaman Yıldız, Şenol Karakaş, Faruk Besli, Yalçın Ergündoğan, Turgay Oğur, Eren Keskin, Mücteba Kılıç’tı.
23 Ocak 2010’da, İstiklal Caddesi’nde, ‘Bir daha asla’ sloganıyla binlerce kişinin katıldığı bir gösteri düzenledik. İnsanlar gösteriyi kimin düzenlediğine bakmadan, evlerinde hazırladıkları dövizlerle gelmişlerdi o eyleme ve o dövizlerde “darbe olursa tankların üzerine çıkacağız” yazıyordu. Kenan Evren’in, “bin kişiği sokağa çıksaydı darbe yapamazdık” dediğini düşünürsek bu eylem ve bu sloganlar hiç de anlamsız olmasa gerek. Tabi eğer siz de AKP’ye oy verenleri “aptal”, darbelere karşı eylem yapanları da, zaten artık darbe olmaz gerekçesiyle “AKP’nin değirmenine su taşıyan bir sürü” olarak görmüyorsanız. Ama eğer böyle görüyorsanız o zaman tartışmamız gereken Balyoz davası kararları değil bambaşka konulardır zaten.
Darbeciler nasıl yargılanır
Nedense bu ülkedeki tartışma geleneğine ait özelliklerden biri de her şeyin bize has olmasıdır. Sanki başka hiçbir yerde darbeciler yargılanmadı ya da yargılansa da “ama Türkiye başka”. Hayır, hiç de değil, neden olsun ki? Arjantin, Yunanistan, Portekiz, İspanya; bu ülkelerin hiçbirinde darbecileri yargılamak, onları cezalandırmak kolay süreçler olmadı. Ve hiçbirisinde süreç yalnızca hukuk ve siyaset arasında işlemedi. Toplum her zaman bu sürecin bir parçası oldu. Arjantin’deki darbeyi yargılayan sadece Arjantin mahkemeleri değil, Plaza de Mayo Anneleri, kayıp yakınları ve onlar etrafında örgütlenmiş tüm darbe karşıtlarıydı. Yunanistan’da Albaylar Cuntası’nın sonunun gelmesinde Politeknik ayaklanmasının rolünü kim inkâr edebilir? Üstelik emin olun bu ülkelerde de yargılama süreci hiç kolay, sancısız olmadı.
Örneğin Arjantin’de, aralarında General Videla’nın da bulunduğu önde gelen askerî yetkililer ilk olarak 1985’te mahkûm edildi, ancak beş yıl sonra eski Devlet Başkanı Carlos Menem tarafından affedildi. Daha sonra 1986 ve 1987’de birçok asker ve polisin adaletten kaçmasına olanak sağlayan iki af yasası daha kabul edildi. 2003’te bu yasaların iptali için açılan dava, 2005’te Yüksek Mahkeme tarafından onaylandı. Arjantin’in eski başkanı Nestor Kirchner’in inisiyatifiyle yargılamalar 2006 yılında yeniden başladı ve darbenin yapıldığı 24 Mart günü “Adalet ve Hakikat için Bellek Günü’ olarak anılmaya başlandı. 1976-1981 yılları arasındaki darbe rejimi sorumlusu “Arjantinli Hitler” olarak anılan Jorge Videla, ömür boyu hapse mahkûm edildi. Jorge Videla’yla birlikte generaller Luciano Benjamin Menendez ve Gustavo Alsina da aynı cezaya çarptırıldı. Ve bütün bu süreç boyunca Plaza de Mayo anneleri de, kayıp yakınları da mücadele etmeye devam ettiler.
Bakış açınızı değiştirin
Şimdiden itirazları duyar gibiyim, “Ama Türkiye’de süreç böyle işlemedi, halk sokağa dökülmedi”. Cem Yılmaz Av Mevisi filminde, son nefesini verirken “bakış açını değiştir” der. Eğer Balyoz belgeleri ortaya çıktıktan sonra, “darbe olursa tankların üzerine çıkarız” diyen milyonları AKP’nin değirmenine su taşıyan aptallar olarak değil de, bu ülkenin dört buçuk darbe görmüş, ve son on yıldır çok sayıda darbe girişimine tanık olmuş binlerce darbe karşıtı olarak görürseniz, 28 Şubat darbesine karşı çıkan ve bu sürecin 1000 yıl sürmesini engelleyen binleri görürseniz, Hrant Dink’in öldürülmesinin nasıl bir planın parçası olduğunu ve bunun aydınlatılması için mücadele edenleri görürseniz, Malatya’da Zirve Yayınevi cinayetinin neye hizmet ettiğini görürseniz ve tüm bunların arasındaki bağlantıyı kurabilirseniz Türkiye’de de sürecin hiç de sadece hukuk ve siyaset arasında gidip gelmediğini farkedersiniz. Ama bunun için öncelikle bakış açınızı gerçekten değiştirmeniz gerekiyor..
Takipçisiyiz
Darbe yapmayı siyasete müdahalenin etkili bir aracı olarak kullanmanın bir gelenek haline geldiği Türkiye gibi ülkelerde, bu davaları tarihsel bağlamından kopararak sadece bir hukuk tartışmasına indirgeyenlerin ağzından çok kolay çıkan cümlelerden birisi de “zaten artık darbe olmaz, ne gerek var ki bu kadar uğraşmaya”. Hukuk demişken; adil yargılanma bir haktır ve “ama”sı olmaz. Ancak Balyoz davasının “Türkiye’nin en parlak subaylarının tasfiye edilmesi operasyonu” olduğunu söylemek hukuki değil, siyasi bir iddiadır ve adil yargılanma hakkı ile hiçbir ilgisi yoktur.
Bir daha darbe olmayacağı iddiasına gelince; savaş naralarının bu kadar ortalıkta dolaştığı, halen darbe anayasasının geçerli olduğu bir ülkede hiç kolay değil. Zaten belki de bu davaları önemsizleştirmeye, değersizleştirmeye çalışanların verdiği en büyük zarar, dünyada da örnekleri bulunan böylesi bir hukuksal süreci daha geniş bir demokratik alana dönüştürmeyi engellemeye çalışmalarıdır. Daha fazla demokrasi mi istiyoruz; yapmamız gereken “zaten bu davalarla demokrasi gelmez” demek değil, “sadece yargılamakla olmaz, Genelkurmay Başkanlığını Milli Savunma Bakanlığı’na bağlayın, anayasayı değiştirin, yasalardaki darbe ürünü düzenlemeleri kaldırın” demektir.
“Bir daha asla darbe olmaz” demek için daha yapmamız gereken çok şey var. Darbelere Karşı 70 Milyon Adım Koalisyonu, 13 Ekim Cumartesi günü, Balyoz darbe planı ilk ortaya çıktığında suç duyurusunda bulunanlarla birlikte bir basın açıklaması yaparak bundan sonra sürecin takipçisi olacağını söyledi. Açıklamada şöyle deniyordu; “Balyoz darbe planı ile suç işlendiği mahkeme tarafından sabit görüldü ve 325 sanık suçlu bulundu. Mahkeme kararından sonra sanıklar ve yakınları mahkeme heyetini alttan alta tehdit etti. Medyanın etkili isimleri 325 kişiyi masum ilan etti. Siyaset ise kurtuluş için Yargıtay’ı işaret etti. Dört bir koldan Balyoz planını yapanlar kurtarılmaya, karar aşamasına gelen Ergenekon davası da baskı altına alınmaya çalışılıyor. Bizler, en başında darbe geleneği olan bir ülkenin sorumlu vatandaşları olarak bu darbe planı iddiaları çıktığında yaptığımız gibi bu sürecin sonuna kadar takipçisi olacağız. Çünkü, Türkiye’de ne askeri vesayeti ortadan kaldıracak bir sivil anayasa yapıldı, ne de askeri okullarda demokratlık eğitimi veriliyor. Hiçbir şey değişmemişken; uzun yıllardan sonra yakaladığımız bu tarihi fırsatı kaçırmak, askeri vesayetin varlığını tüm ceberutluğuyla sürdürmesine göz yummak olacaktır“.
Darbelere Karşı 70 Milyon Adım Koalisyonu, aynı etkinlikte, 20 Ocak 2013’de, yani Balyoz darbe planının ortaya çıkmasının yıldönümünde İstanbul’da büyük bir miting yapacağını duyurdu. Sizce “bu davalar sahte ve bir işe yaramaz” diyenler mi bu ülkede demokrasinin genişlemesini sağlayacak, yoksa 20 Ocak’ta o meydanda olup “daha fazla demokrasi ve özgürlük istiyoruz” diyenler mi?
Not: Alper Görmüş, son yazılarında delillerin güvenilmezliğinden yola çıkarak Balyoz davasını sahte ilan edenlere detaylı olarak yanıt veriyor. Ben de kendi adıma, Ezgi Başaran ve onun gibilerden, Alper Görmüş’ün yazdıklarına yanıt bekliyorum. Eğer verecek bir yanıtları yoksa da “verecek bir yanıtımız” yok demelerini bekliyorum. Çünkü yazının başında da söylediğim gibi, bu konu “çamur at izi kalsın” ile geçiştirilecek bir konu değildir.
arifekose@gmail.com
Yorum Yap