- 26.10.2012 00:00
Ortaya serilen onca delilden ve son olarak da Hilmi Özkök ve Aytaç Yalman arasında geçen “darbeyi kim önledi?” tartışmasından sonra, Balyoz’un hala darbe planı olup olmadığını konuşmak çok da anlamlı değil.
“Türkiye’nin en parlak ve eğitimli subaylarının” böyle şeyler yapabileceğini, geçmişte de yaptıklarını hatırlamak istemeyenler için bir kez daha hatırlatalım: Aytaç Yalman, Akşam gazetesi genel yayın yönetmeni İsmail Küçükkaya’nın NTV’de katıldığı bir programda darbeyi Hilmi Özkök’ün önlediğini söylemesi üzerine kendisini arayarak, “Sana sitem etmek için arıyorum. Biraz önce seni NTV'de izledim. Hilmi Özkök için darbeyi önleyen kişi ifadesini kullandın. Aytaç Yalman'ın rolü ne, diye soruldu. Hiçbir şey söylemedin, geçiştirdin” der.
“Darbe girişimini gerçekten siz mi önlediniz?” sorusuna Yalman’ın yanıtı şöyledir: “Bilmem, Türk Ordusu tek kişi değildir. Tek Genelkurmay Başkanı da değildir. Ucuz kahramanlık kimseye yakışmaz. Türk Ordusu demek Kara Kuvvetleri Komutanlığı demektir. Hilmi Paşa'nın kaç tane tankı tüfeği vardı?”
Küçükkaya’nın ısararı üzerine Yalman “İddianame, darbeyi Aytaç Yalman önlemiştir” diyor ve “Erken öten horozun kafasını keserler; zamanı gelince konuşurum. Bizim de kafamız gitmesin” diyerek konuşmayı bitirir.
Bu konuşmaların ardından Çetin Doğan’ın eşi Nilgün Doğan’ın, ifadelerinin alınması gerektiği konusunda o kadar ısrar ettikleri Hilmi Özkök’e ve Aytaç Yalman’a bu tartışmanın ardından “susun” çağrısı yapması ise oldukça ilginç. Sahi, siz öteden beri konuşmalarını istemiyor muydunuz, şimdi neden onlardan susmalarını istiyorsunuz ki?
Yaşar Büyükanıt’ın yine Balyoz davasında verdiği ifadesinde “ben hayatımda böyle plan semineri görmedim” demesini, nedense Çetin Doğan’ın tutukluluğu konusunda AİHM’e yapılan başvuruda “sahte deliller” meselesinden hiç bahsedilmemesini (ya da bahsedilmişse AİHM’nin burada bir ihlal görmemesini), HSBC ve sinagog bombalamalarının Balyoz belgeleri arasından çıkmış olmasını, Balyoz için ne yazık ki tamamlanmış bir teşebbüs olan 12 Eylül darbesinin Bayrak Harekat Planı’nın model olarak alınmış olmasını, tutuklanacak gazeteciler listesinden tutun da Milli Mutabakat Hükümeti listesine kadar her detayın planlanmış olmasını, sahte olduğu iddia edilen ve sonradan üretildiği söylenen eylem planları ile plan seminerinin kayıtları arasındaki paralellikleri, Gölcük’te ortaya çıkan belgeleri ve Balyoz Planı’nın kopyasının da bunlar arasında bulunmuş olmasını kuşku duymak için yeterli görmeyenler, bizi bütün yaşananların bir “komplo” olduğuna inandırmaya çalışıyorlar.
Üstelik başta Ezgi Başaran olmak üzere bunu yapmaya çalışanlar, Balyoz’un bir darbe planı olduğunu, bu mahkemenin bir tiyatro olmadığını ve yıllardan beri süregelen askeri vesayet ile hesaplaşmada önemli bir köşe taşı oluşturduğunu söyleyenler sanki adil yargılanma hakkını savunmuyormuş gibi bir hava yaratıp bir de yazılarının arasına Roboski katliamını, KCK davasını sıkıştırıp, oradan aldıkları meşrulukla Balyoz Davasını vurmaya çalışıyorlar; tam bir çarpıtma ve “algı yönetimi” yaptıkları.
Aslında davaların baştan sona her anında adil yargılanma hakkına uyulduğundan emin olan kimse yok. Orhan Kemal Cengiz, Alper Görmüş gibi yazarlar sık sık davalardaki hukuk hatalarına değinip bunların düzeltilmesini ama bununla birlikte davaların özünün gözden kaçmaması gerektiğini söylerken Ezgi Başaran ve onunla aynı yerde duranlar, sadece ve sadece deliller ve hatta 11 No’lu CD’nin sahteliğini kanıtlamak üzere yazıyorlar.
Ezgi Başaran’ın anlamadıkları veya anlamıyormuş gibi yaptıkları
Balyoz davasında ceza alan askerleri “Türkiye’nin en parlak ve eğitimli subayları” olarak gören Ezgi Başaran, 25 Eylül 2012’de Radikal’deki köşesinde yazdığı yazısında şöyle diyor:
“Ordu harcamalarını denetleyecek biçimde Sayıştay kanununda gerekli düzenlemenin yapılmamasını, ordunun hala hesap verebilir pozisyonda olmadığını, Roboski katliamının sorumlularının 10 aydır ortaya çıkmamasını, darbelere hukuki kılıf hazırlayan iç hizmet kanununda hala değişiklik yapılmamasını bir kenara bıraktınız. Balyoz davasının 20, 18, 16 yıl gibi cezalarla sonuçlanmasının gerçek ordumuza kavuşmamıza yarayacağına, askeri vesayetin kalkıp demokrasinin geldiğinin kanıtı saydınız. Anladım.”
Acaba Başaran’ın haklı olarak “bir kenara bıraktınız” dedikleri yapılmış olsaydı ciddi bir darbe girişimiyle karşı karşıya olduğumuza inanacak mıydı? Yoksa bunları Balyoz’u eleştirirken “aslında ben de anti-militaristim” mesajını vererek, dava sürecini itibarsızlaştırmaya ilişkin tüm yazdıklarına bir meşruluk sağlamak için mi söylüyor?
Aslında Başaran tüm bu saydıkları arasında en önemli şeyi, yani hala kendisi bir darbe ürünü olan 12 Eylül anayasasıyla yönetiliyor olduğumuzu saymayı unutmuş ama onu da artık Balyozcuları aklama heyecanına verelim. O telaşla unutmuş olsa gerek, biz hatırlatmış olalım.
Ezgi Başaran, KCK davaları ve Roboski hakkında bu kadar hassas olduğuna göre kendisi Kürt halkının özgürlüğünü ve bugüne kadar Kürt halkına yapılanları önemsiyor sanırım. O zaman durumu daha iyi anlayabilmesi için kendisine Balyoz davasından ceza alan Albay Cemal Temizöz’ün başka hangi davalardan yargılandığına ve bugüne kadar işlediği cinayetlere de bakmasını öneririm. Bu da mı yetmedi; o zaman Balyoz seminerinde iç tehdit görüşülürken Güneydoğu illeri hakkında söylenenlere bir daha bakmasını tavsiye ederim. Bakalım “Güneydoğu’da terör olaylarının artmasının üzerine” o “eğitimli ve en parlak subaylar” neler yapmayı planlıyorlarmış?
Ezgi Başaran’ın yukarıda verdiğim paragraftaki diğer cümleleri ise kanıtlanmaya son derece muhtaç ve kendisi biraz olsun gazetecilik etiği denen şeye inanıyorsa, “Balyoz davasının 20, 18, 16 yıl gibi cezalarla sonuçlanmasının gerçek ordumuza kavuşmamıza yarayacağına, askeri vesayetin kalkıp demokrasinin geldiğinin kanıtı saydınız” cümlesini kime ithafen söylediğini kanıtlamak zorunda.
Bir daha asla!
Ben Darbelere Karşı 70 Milyon Koalisyonu’nun bir aktivistiyim.
Biz, Balyoz belgeleri ortaya çıkar çıkmaz suç duyurusunda bulunduk ve 23 Ocak 2010’da Taksim’de, kar kış demeden binlerce kişinin katıldığı ve ellerinde “darbe olursa tankların üzerine çıkacağız” dövizlerini taşıdığı mitingi örgütledik.
Bizzat içinde olduğum için biliyorum, aynı mitingi örgütleyenler Ceylan Önkol öldürüldüğünde sokağa çıkanlar, Roboski’ye gidip kamuoyu yaratmak için uğraşanlar, anadilde eğitim hakkı için Kürtçe dersleri düzenleyenler, 12 Eylül anayasasının tamamen ortadan kalkması için, askeri vesayetin her tür uygulamadan ve yasalardan tamamen kalkması için mücadele edenlerdi. Biz bir yandan Kürt halkına karşı cinayet işleyen Cemal Temizöz’ü aklamak için çaba harcarken diğer yandan Roboski katliamını ve KCK davasını, darbeciliğimizi örtmek için kullanmadık. Bir yandan 12 Eylül darbesini lanetlerken diğer yandan 12 Eylül’ün Bayrak Harekat Planı’nın model alındığı Balyoz darbe planını aklamaya çalışmadık. Eğer darbe yapmak suçsa ve 12 Eylül bir darbeyse, bırakın Balyoz’un bütün delilleri geçersiz olsun, 12 Eylül’ü bu plan seminerinde övmek bile suçtur.
Darbe ve tecavüz
Orhan Kemal Cengiz, Balyoz davası kararlarının açıklanmasının hemen ardından 29 Eylül 2012’de Radikal gazetesinde yazdığı yazıya şöyle başlıyordu; “Bir grup adam bir masanın etrafına oturmuş, bir binaya girip oradaki kadınlara nasıl tecavüz edeceklerini konuşuyorlar. Nasıl içeri girecekler, nasıl önlerine çıkan engelleri bertaraf edecekler, kadınları nasıl zaptedecekler hepsi konuşulmuş. Biz darbe yapmayı, iktidarı silah yoluyla ele geçirmeyi, tecavüz gibi ciddi ve yüz kızartıcı bir suç olarak görseydik, aynı ölçüde midemizi bulandırsaydı, Balyoz davası yine bu şekilde mi tartışılırdı dersiniz?”
Elbette tartışılmazdı. Özellikle de o “bir grup adam” tecavüz suçunu daha önce defalarca işlemişse. O halde neden inanmıyorlar veya belki de daha doğru bir ifadeyle, neden inanmıyormuş gibi yapıyorlar? Acaba o “parlak subayların” veya onların içinde yer aldığı sınıfın darbe yapmasını, açıkça söyleyemeseler de, meşru gördükleri için olabilir mi?
Bence Orhan Kemal Cengiz’in çok yerinde olarak sorduğu bu soru hala yanıtlanmaya muhtaç olarak karşımızda duruyor. Yanıtını hepimizin bildiği bir soru olarak.
Ezgi Başaran merak etmesin, bu davaların önemine dikkat çeken bizler, askeri vesayetin sadece davalarla bitmeyeceğinin farkındayız.
Ama kendisi tam da bu vesayete hizmet ettiğini farkında mı acaba?
Galiba o da farkında.
arifekose@gmail.com
Yorum Yap