Misyoner ‘tehdidi’, MGK, MİT, Ergenekon (2)

  • 19.06.2012 00:00

 Kürtaj tartışmalarının bir anda patladığı günlerde İsmet Berkan çok doğru bir soru sormuştu:


“Bundan on gün önce biri gelip size ‘Türkiye’nin en önemli ve tartışılması gereken ilk 500 sorununu sayın’ dese; a. Acaba alt alta yazacak 500 sorun bulabilir miydiniz? b. Acaba kafa patlata patlata yaptığınız sıralamada kürtaj meselesi yer alır mıydı?”

Ben de Berkan’a nazireyle sorayım: 2003-2007 arasındaki herhangi bir tarihte, “2007’den sonra hiç gündeme gelmeyecek tartışma konularımız” diye bir liste oluşturulmaya çalışılsaydı,“misyonerlik” tartışmasının bu listeye gireceğini söyleyebilecek kaç kişi çıkardı?

Cevabım şöyle: Sıfır kişi.

Nasıl bu kadar kesin konuştuğumu sorabilirsiniz. Sebebi gayet basit: Öyle olurdu, çünkü dönemin en ateşli tartışma konusunun bir anda ortadan kalkacağını, bir parçacık mantık sahibi hiç kimse öne süremezdi.

Öne süremezdi fakat aynen öyle oldu: Ergenekon soruşturması başladı ve anti-misyoner kampanya da tartışma da bıçakla kesilir gibi bitiverdi.

Geçen yazıda, bu beklenmedik finali hatırlattıktan sonra, “Bu olgu üzerinde ne kadar durursak az” diye yazmış, şöyle devam etmiştim: “Çünkü bu basit ve çıplak olgu, bu faaliyetin açık bir Ergenekon faaliyeti olduğunu ve ülkenin bunun üzerinden yönetilemez hâle getirilmeye çalışıldığını açık açık gösteriyor.”


Ergenekon’un esas numarası?

Peki, Ergenekon’un esas numarası anti-misyoner kampanya mıydı?

Ben, Ergenekon soruşturmasının başladığı günlerde bu soruya birazı bilgiye, çoğu sezgiye dayanan bir cevap veriyor, “olabilir” diyordum.

Soruşturmaların ilerleyen aşamalarıyla birlikte, “Ergenekon’un esas numarası”nın gerçekten de anti-misyoner kampanya olabileceğine dair inancım güçlendi. Ardından gelen Zirve ve Kafes davalarıyla birlikteyse bu inancım pekişti.

Şimdi artık bu konuya bir kez daha dönmeme neden olan yeni bilgi ve belgeler konusuna gelebiliriz...

Son haftalarda konuya ilişkin iki yeni gelişme oldu. Bunlardan birincisi, özel yetkili cumhuriyet savcısının hazırlayıp mahkemeye sunduğu Malatya Zirve katliamı davasına dair ek iddianame... İkincisi ise gazeteci Adem Yavuz Arslan’ın Ergenekon’un Zirvesi adlı kitabı...


İddianameden basına sızan ilk bilgiler...

Ek iddianameden basına sızan ilk bilgiler, savcılığın, Zirve katliamının Kafes Eylem Planı çerçevesinde kurgulanıp gerçekleştirildiğini, ilaveten Hrant Dink ve Rahip Santoro cinayetlerinin de aynı planın parçaları olduğunu öne sürdüğünü gösteriyor. Savcılık eğer bu iddialarını temellendirmede ikna edici argümanlar öne sürmüşse (ki bunu önümüzdeki günlerde iddianame açıklanınca anlayabileceğiz), bu, 2003-2007 arasındaki Ergenekon faaliyetinin esasen Hıristiyan misyonerlere ve azınlıklara karşı yürütülen kampanyanın ve ona eşlik eden cinayetlerin etrafında örüldüğü tezini misliyle güçlendirecektir.


A
GOS gazetesinin şu anda piyasada olan sayısında, Funda Tosun’un avukat ve Radikal gazetesi yazarıOrhan Kemal Cengiz’le bu konu çerçevesinde yaptığı geniş bir söyleşi yer alıyor. Malatya Zirve davasını çok yakından izleyen ve zaten davanın müdahil avukatlarından biri olan Orhan Kemal Cengiz’in iddianameye ilişkin ilk değerlendirmeleri şöyle:


“Eğer, iddianamede Ergenekon örgütü ile sanıklar arasındaki irtibat sağlam bir şekilde kurulabilmişse, bu, çok önemli bir merhaleye ulaştığımız anlamına gelir. Biz, davanın neredeyse başından beri, cinayetin JİTEM tarafından organize edildiğini ve polisin de tüm bu olan bitene göz yumduğunu biliyorduk. Ki bu durumun bir tek Zirve katliamı için değil, Rahip Santoro ve Hrant Dink cinayeti için de geçerli olduğunu tüm kamuoyu biliyor. Zirve davasında gizli tanık JİTEM’ci Deniz kod adlı kişi, Jandarma’nın rolünü ve pek çok şeyi zaten anlattı. Dava sürecinde yaşadığımız kişisel deneyimlerden de katliamın ardında çok büyük bir örgüt olduğunu biliyoruz. Daha davaya ilk girdiğimiz gün yerel basında ben ve diğer avukatların fotoğrafları, hedef gösteren ifadelerle çarşaf çarşaf yer aldı. Yapılan haberlerin içeriği sadece gazetecilik faaliyetiyle elde edilmiş bilgiler olmadığını, haberlerin istihbarat örgütlerinden alınarak servis edildiğini gösteriyordu.”


Zirve ve Dink katliamlarında MİT’in rolü...

2006-2007’de Hıristiyan din adamları, misyonerler ve azınlıklara yönelik saldırılarla ilgili olarak bugüne kadar cevabı verilmemiş pek çok karanlık nokta var. Bunların en tuhaflarından biri de, bu saldırılar ve cinayetlerin aydınlatılması konusunda Milli İstihbarat Teşkilatı’nın (MİT) bugüne kadar hiçbir biçimde yardımcı olmaması... Çünkü MİT, bu cinayetler öncesinde hiçbir istihbarat alamamış!

MİT’in, “geliyorum” diyen “kırmızı pazartesi” cinayetlerinden gerçekten habersiz olduğuna, bunların hiçbirinde önceden istihbarat almadığına inanmak imkânsız! Hele ki, adları gerek Zirve gerekse de Dink cinayetleri öncesindeki olaylara karışan MİT mensupları gözönüne alındığında...

Bu fasıldan öne çıkan ve artık “eski” sayabileceğimiz bilgilerden çok daha önemli yeni bir bilgi Adem Yavuz Arslan’ın Ergenekon’un Zirvesi adlı kitabında yer alıyor.

Arslan, Zirve cinayetinden iki yıl kadar sonra cinayetin faili Emre Günaydın’ı azmettirmekten tutuklanan Varol Bülent Aral’ın MİT’in kullandığı bir haber elemanı olduğunubelgeleriyle ortaya koyuyor.

Bu bilgi, dosyaya, Zirve davasına bakan Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nin, Emre Günaydın’la Varol Bülent Aral arasındaki ilişkiyi araştırma kararının bir ürünü olarak girdi. Mahkeme, bütün devlet kurumlarına yazı yazarak Varol Bülent Aral’la ilgili ellerinde ne bilgi varsa kendisine gönderilmesini istedi.

Emniyet’ten mahkemeye ulaşan 1995 tarihli bir rapor, Aral’ın 5 Aralık 1995’te Malatya’daki DHKP/C hücresinin bir eylemi sırasında polis tarafından yakalandığını, fakat sorgusu sürerken MİT’ten Emniyet’e gönderilen “haber kaynağımızdır” bilgisi üzerine serbest bırakıldığını ortaya koyuyordu.


MİT’e ve Emniyet’e sorular...

Şimdi bir parantez açmak ve bu çok önemli bilginin ortaya çıkmasının çağrıştırdığı, biri MİT’i öbürü Emniyet’i ilgilendiren iki soruyu dikkatinize sunmak istiyorum...

Önce bir hatırlatma: Varol Bülent Aral, Zirve cinayetinin işlendiği günden itibaren “Cinayetin faili Emre Günaydın’ı azmettiren adam”“Malatya vahşetinin büyük abisi” gibi suçlamalarla birlikte anılıyordu.


Birinci soru: 
Cinayet işlendiğinde Varol Bülent Aral hâlâ MİT’in kullandığı bir haber elemanı mıydı, yani MİT Aral’ın o günlerdeki faaliyetlerinden haberdar mıydı? Eğer öyleyse MİT ağır bir töhmet altındadır. Öte yandan, o günlerde Aral haber elemanı değilse, MİT cinayetten sonra elindeki bilgileri neden bağlı bulunduğu Başbakan’la paylaşmamıştır?


İkinci soru:
 Talep üzerine Varol Bülent Aral’ın kim olduğunu 1995 tarihli bir belgeyle mahkemeye bildiren Emniyet, acaba bu bilgiyi cinayetin işlendiği ve Aral’ın adının cinayete karıştığı günlerde zaten“kuvveden fiile” çıkarmış mıydı? Eğer öyleyse, MİT’e sorulan soru Emniyet için de geçerlidir... Bu işleri benden daha iyi bilen bir arkadaşım, Emniyet’in, Zirve katliamından sonra bu bağlantıyı kurmasının çok zor olduğunu, böyle bir bilginin ancak talep üzerine yapılan bir arşiv araştırmasından sonra ortaya çıkartılabileceğini söyledi bana.

Bilmiyorum. Benim kafamda hâlâ bir soru işareti var.

Bütün kurumların konsensüsüyle...

Adem Yavuz Arslan’ın kitabı çok değerli, fakat tıpkı önceki kitabı Bi Ermeni Var gibi ciddi bir problemle malûl... Arslan, cinayet istihbaratlarıyla ilgili olarak MİT’in ve Jandarma’nın sorumluluğuna yaptığı vurguyu Emniyet istihbaratından esirgiyor.

Orhan Kemal Cengiz, AGOS’taki söyleşisinde konuyu ele alan gazetecilerin Jandarma’yı ya da Polis’i koruyan tutumlarına dikkat çekiyor ve her iki kanadı da haklı olarak eleştiriyor:


“Maalesef bu konuda yazılan kitaplar ya da yapılan haberlerde bir birim suçlanırken diğer birimin aklanması yoluna gidiliyor. Nedim Şener’in yazdığı kitapta Emniyet’in üzerine gidilirken öbürünün yazdığı kitapta Jandarma’ya odaklanılıyor ve diğer kurumlar aklanıyor. Oysa bütün kurumların zımni bir konsensüse girdikleri ortak cinayetler bunlar.”

Öyle veya böyle, 2006-2007’deki saldırıların Ergenekon eylemleri olduğu ve saldırıya uğrayanların kimlikleri nedeniyle saldıranların öyle “derin” falan değil, basbayağı “devlet” tarafından korundukları artık iyiden iyiye çıktı ortaya.

Ergenekon davası, belki de bu yüzden bir türlü “esas mesele” üzerinden yürüyemiyor.


alpergormus@gmail.com

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums