Sevag’ın ölümü bir Ergenekon eylemi olabilir mi

  • 21.02.2012 00:00

Kimse yerinden zıplamasın; sadece bir kuşkuyu dile getiriyorum ve soru soruyorum.

Zıplayan zıplasın, bir şey daha var: Ben, Sevag’ın cinayet olma ihtimali giderek büyüyen ölümünün, yurtiçinde ve yurtdışında Ermenilere yönelik bir dizi provokatif faaliyetin ilk halkası olabileceğine dair kuşkulara da sahibim...

Biliyorsunuz, Sevag Şahin Balıkçı, askerliğini yaptığı Batman Kozlu’da, profili Ogün Samast’a,Yasin Hayal’e yakın bir arkadaşı tarafından 24 Nisan 2011’de (yani 1915 Büyük Felaketi’nin sembolik başlangıç tarihinde) silahla öldürülmüştü. O günden sonra, Sevag’ın ölümünün başta ilan edildiği gibi bir “kaza” değil bir cinayet olduğunu düşündürtecek çok ciddi gelişmeler oldu; “delil”niteliğindeki bu gelişmeleri “Sevag için adalet” girişimi izliyor.

İddiamın ikinci bölümü için aynı şeyi söyleyemem: Yani, bu bir nefret cinayetiyse, bunun Ermenilere yönelik bir dizi provokatif faaliyetin işaret fişeği olabileceğine dair herhangi bir delile sahip değilim. Bunu sadece, Ergenekon’un eylem stratejisinin analizinden yola çıkarak öne sürüyorum.

İzninizle önce, tekinsiz tahminimi dayandırdığım analizi paylaşayım sizlerle...


Zihniyet yaşıyorsa teşkilat da canlıdır!

Vesayet rejiminin bittiği, devlet içindeki karanlık bölgelerin deşifre edildiği yönündeki naif ve iyi niyetli açıklamalar; Uludere olayı ve MİT’in denetlenemeyen bölümünün muhtemel haltlarına dair ciddi kuşkularla birlikte tuz buz oldu. İyi de oldu. Bu sayede, a) iktidar partisinin“devleti ele geçirerek kendini sağlama alma” taktiğinin geçersizliği ortaya çıktı, b) Ergenekon zihniyetinin devletteki ve toplumdaki varlığı devam ettikçe, Ergenekon’un teşkilat yapısının da canlılığını koruduğu anlaşıldı (ya da inşallah anlaşılmıştır).

Bu gelişmeler olmasaydı, belki yazının bundan sonrasını “Ergenekon mu kaldı kardeşim”istihzasıyla karşılayanlar çıkabilirdi; şimdi, zaten baştan beri “fasa fiso bunlar” çizgisinden hiç sapmamışların dışında böyle diyeceklerin sayısının ihmal edilecek kadar az olacağını düşünüyorum.

Biliyorsunuz, ben, Ergenekon’un devletteki gücü ve etkisi azaldıkça, bir başka deyişle Ergenekon’un teşkilat yapısı zayıfladıkça, paradoksal biçimde Ergenekon zihniyetinin taşlaştığını ve kendisini konsolide ettiğini savunuyorum.

Sebebi açık: Türkiye’de Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) ile onun temsil ettiği toplumsal kesimleri “baş düşman” olarak algılayan geniş kesimler var ve bunlar, çok uzun bir zamandan beri “baş düşman”ı kim geriletirse geriletsin yöntemini sorgulamama anlayışlarıyla, Ergenekoncu-darbeci zihniyetle duygu birliği içinde hareket ediyorlar.

Bu kesimlerin bir özelliği de, iktidar partisinin seçimlerde yenilebileceğine dair inançlarını kaybetmiş olmaları... Bu durumda, AK Parti’yi hal’etmede yegâne imkân olarak gördükleri Ergenekoncu-darbeci örgütlenmeleri “baş düşman”a karşı ittifak edilebilecek güçler olarak değerlendiriyorlar. Eh, doğal olarak da Ergenekoncu-darbeci örgütlenmelerin teşkilat yapısının zayıflaması bu kesimlerdeki umutsuzluğu ve öfkeyi artırarak, onların mevcut zihniyet kalıplarına daha fazla sarılmalarına yol açıyor.


Ergenekon’un Batılı kulaklara yönelik faaliyetleri

Ergenekoncu-darbeci zihniyet, çok uzun bir süredir gayet haklı ve isabetli bir teşhisle oklarını“şeriatçı”“irticacı”“İslamcı” gibi korkutucu sıfatlarla tanımladığı toplumsal kesimlere ve onların siyasi temsilcilerine yöneltiyor; çünkü kendisinin gerçek mezar kazıcılarının onlar olduğunu biliyor.

Ergenekonculuk, kendisini geriletmeye çalışan siyasi, ekonomik ve toplumsal güçlerle mücadeleyi onları “düşmanlaştırarak” yürütüyor ve bu strateji doğrultusunda her dönem için yeni korku nesneleri üretiyor.

Ergenekonculuğun korku üretim faaliyetinin bir bölümü ise her zaman Batılı kulaklara yönelik olarak yürütülüyor...

Bu çerçevede bir dönem “Türkiye İran oluyor” kampanyası yürütüldü ve kampanyaya inandırıcılık kazandırma amacıyla çok sayıda laik aydın öldürüldü. Bu kampanyanın son ve büyük atağı Danıştay baskını oldu. Eğer bu baskın planlandığı gibi “İslamcıların tepkiyle karşıladığı türban kararını veren mahkemenin İslamcı militanlar tarafından cezalandırılması” olarak sunulabilseydi Türkiye öngörülemez bir karışıklık içine sürüklenebilirdi...

2000’lerde ise Türkiye’yi “İslamcı iktidarın zulmüne uğrayan Hıristiyan azınlıkların ve misyonerlerin cehennemi” olarak sunma kampanyası doğrultusunda Hıristiyan din adamlarına ve misyonerlere karşı vahşi saldırılarda bulunuldu.

Başta ABD’li Neo-Con’lar olmak üzere Batı’daki bütün yeminli İslam düşmanları, Türkiye’de misyonerlere karşı yürütülen kampanyayı “radikal İslam’ın yükselişi” olarak sunabilmek için yoğun bir çaba içine girdiler. İslam’ın zaten “olağan şüpheli” olması ve bir sürü derdi bulunan Batı kamuoylarının Türkiye’de nelerin olup bittiğine dair nüanslı bir algıya sahip olamaması gibi nedenlerle, plan mükemmel bir biçimde işledi.

Bütün o saldırılar, şimdi Ergenekon yargılamalarının konusu...

5 Nisan 2011’de yazdığım “2003-2007’deki anti-misyoner kampanya” başlıklı yazıyı şöyle bitirmiştim:


“Misyoner korkusu artık etkili değil ve yeniden tedavüle sokulabileceğini sanmıyorum. Fakat anladık ki, rejim, temel ve sürekli korku nesnelerinin yanı sıra geçici ve konjonktürel korku nesneleri üretme ve onları kullanma yeteneğine sahiptir. Yani, şapkadan her an yeni bir korku nesnesi çıkartabilir!”

 


Ergenekon’un yeni dönem kampanyası

İşte benim yeni döneme dair kuşkularım tam bu noktada başlıyor. Aklımdaki soruyu, zihnimdeki kuşkuyu sizinle de paylaşayım:


“Türkiye’deki iktidarın gerçek yüzünü, gözleri kör olmuş Batılılara göstermek için”
 her dönemde yeni ve etkili bir tema keşfeden Ergenekon zihniyeti, yeni dönemde neyi araçsallaştırmayı düşünebilir?

Bence sorunun cevabı çok açık, 2015’e kaç yıl kaldı? Unutmayın, o yıl seçim de var. 2015 yaklaştıkça, Batı kamuoylarındaki Ermeni hassasiyeti giderek artacak; bu süreç başladı zaten.

Peki, Türkiye’den, “Soykırım sözcüğünü telaffuz etmese ve özür dilemese bile, hiç değilse inkârdan vazgeçip acıları paylaşması” gibi bir tavır beklenirken, ülke, kurbanın yarasını bir daha kanatacak eylemlere sahne olmaya başlarsa, bunun siyasal sonuçları ne olur?


Hrant Dink
’in katlinin haftasında, Nokta’nın muhabirlerinden Talin Suciyan moral bozucu bir haberle gelmişti: Türkiye’nin Ermeni yurttaşları derin bir korku algılamışlar, ülkeyi terk etmeyi ciddi ciddi düşünmeye başlamışlardı.

Haberi yaptık ama çok şükür ki bu gerçekleşmedi. Bunun nedeni, Hrant’ı uğurlamaya gelenlerin sayısının çokluğu ve “hepimiz Ermeni’yiz” sloganıyla onun şahsında Ermenilere sahip çıkılmasıydı. Fakat biliyoruz ki, “gitmeli mi” sorusu Türkiye Ermenilerinin kadim sorusudur ve Türkiye Ermenilerine bu soruyu sordurtacak bir siyasi atmosfer Ergenekon zihniyetinin “ah, keşke” diyeceği bir siyasi atmosferdir.


Fatura tabii ki hükümete çıkarılır...

Sevag Şahin Balıkçı’nın ölümünün Türkiye Ermenilerine o kadim soruyu bir kez daha sordurup sordurmadığını bilmiyorum.

İlk günlerde Sevag’ın ailesinin olayla ilgili kuşkulu noktaları zihinlerinin gerisine atmaya çalışıp “kaza bu, lütfen başka bir yerlere bağlamayın” diye çırpınması, olayın kaza değil cinayet olması durumunda Türkiye Ermenilerinin yaşayacağı travmaya işaret ediyordu bir bakıma...

Bir Ekşi Sözlük yazarı, Sevag’ın ölümü için “Birinin ölümünün kaza olmasına sevinecem neredeyse” demiş, şöyle devam etmişti: “Sırf bu bile Ermenilere haksızlık değil de nedir? İnsan, inşallah kaza sonucu ölmüştür der mi ya...”

Aile dâhil, hepimizin duygusu böyle ne yazık ki... Çünkü bu bir kaza değil de cinayetse, üzerimizdeki karanlığın biraz daha koyulaşacağını biliyoruz.

Bana gelince: Ben, bu ölümün çağrıştırdığı şeyler üzerinde düşünmeyip karanlıkta ıslık çalmayı doğru bulmayanlardanım.

Bu ölüm olmasaydı da, Ergenekonculuğun zihniyet yapısını ve eylem stratejisini gözönüne aldığımızda, önümüzdeki dönemde bizi ciddi bir “Ermeni ürkütme” kampanyasının bekliyor olabileceğini yazacaktım.

Fakat şimdi daha da endişeliyim.

Bu tekinsiz öngörü gerçekleşirse, senaryo yazarlarının faturayı (özellikle Batı’da) hükümete kesmekte hiç zorlanmayacaklarını düşünüyorum.

Meğerki hükümet, “1915’te ne oldu” sorusuna Türkiye’nin milliyetçileriyle-ulusalcılarıyla aynı cevabı vermekten vazgeçsin, meğerki Hrant Dink cinayetinin arkasındaki karanlığı aydınlatmada samimi bir çaba içine girsin...


alpergormus@gmail.com

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yorumlar (1)

  • Genel Kurmay
    Genel Kurmay
    13.02.2013 09:09

    1914 seferberliğinde osmanlı da osmanlı ordusuna askere alınan 300 - 500 bin arası Ermeni erkeklerinin başına ne geldi hesap verilsin. toplu mezarları nerede bu Osmanlı Ermeni şehitlerin ? kurtuluş savaşı nda ölen asker sayısı 10 bin

Resmi İlanlar

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums