Editoryal bağımsızlık ve ‘Nokta’ tecrübesi

  • 25.11.2011 00:00

 2006 baharında Nokta’nın yeni imtiyaz sahibinin dergiyi benim yönetmemi istediğini telefonda bildiren ortak tanıdığımıza, “Peki,” dedim, “birlikte oturup bir konuşalım bakalım...”

O tarihten önceki sekiz yıl boyunca (1998-2006) ağırlıklı olarak medya eleştirisi ve editoryal bağımsızlık konuları üzerinde uğraşmamı, düşünmemi gerektiren bir işim olmuştu... Ercan Arıklı’nın“Sekreter Ayşe için bir dergi” talebinin ardından İstanbul’u da gazeteciliği de terk edip Ayvalık’a yerleştiğimi (1995) geçen yazıda anlatmıştım. Üç yıl sonra, 1998’de ziyaret ettiğim hocam, Bilgi Üniversitesi Rektörü Asaf Savaş Akat benden İletişim Fakültesi’nde ders vermemi isteyince İstanbul’a dönüp fakültenin “Medya ve İletişim Sistemleri” bölümünde “haber analizi” dersleri vermeye başladım.

İki yıl sonra Kürşat Bumin ve Ümit Kıvanç’la birlikte üniversite bünyesinde Medyakronik adlı medya eleştirisi sitesini kurduk. İki yıllık Medyakronik dönemi Türkiye’deki gazeteciliğin sefaletini yakından görme ve durumu daha da açık bir biçimde idrak etme fırsatı verdi bana. Medyakronikkapandıktan sonra Kürşat Bumin’le birlikte Türk basınını yakından takip ettiğimiz Kronik Medya(Yeni Şafak, 2003-2005) sayfasını başlattık, aynı dönemde Bilgi Üniversitesi’ndeki derslerim de sürüyordu.


Nokta
’nın genel yayın yönetmenliği teklifini aldığımda işte bu sekiz yıllık eleştirel perspektif yön veriyordu bana... Doğrusu, o derslerden yola çıkıp geriye baktığımda, editoryal bağımsızlıkla bağdaşmayacak bir dizi pratiği kendimin de tecrübe ettiğini görebiliyordum... Mesela, gazeteciliği patronluğundan önde gelse de, Ercan Arıklı’nın zaman zaman genel yayın yönetmeni gibi davranmasını makul ve normal bulmak gibi... (Gerçi o zamanlar bunun bir problem olduğunun bilgisine bile sahip değildim, kimse değildi, ama bilgisizlik yanlışı ortadan kaldırmaz... Bunu biraz, gençliğimde askerlik yapmayı reddetmediğim için şimdiki hayıflanmalarıma benzetiyorum... Böyle anlarımda beni sadece, o zamanlar vicdani reddin adını bile duymadığımı düşünmek teselli ediyor.)


Sahiplik başka, editoryal süreç başka


Nokta
’nın yeni imtiyaz sahibiyle konuşmaya giderken kafamda bu sekiz yılda biriktirdiklerim vardı. Ona, her şeyden önce, Türk basınında tamamen içselleştirilmiş, dolayısıyla bir problem teşkil ettiği artık hiçbir şekilde görülemeyen “sahiplikle editoryal sürecin birbirinin içine girmesi”sorununu uzun uzun anlatacak ve ancak bunun dışına çıkabilmiş bir yapıyı kabul ederse birlikte çalışabileceğimizi söyleyecektim.

Girizgâhı haliyle o yaptı ve basın işine neden girdiğine dair beni şaşırtan bir açıklıkla konuştu: Esasen siyasetçi olmak istiyordu, medya patronluğunun da bunun için iyi bir basamak olacağını düşünüyordu.

Ben de kendisine, bu düşüncesinin beni hiç rahatsız etmeyeceğini söyledikten sonra lafı patronajla editoryal bağımsızlığın farklı farklı süreçler olduğuna getirdim. Bizim basınımızda bunun feci şekilde karıştırıldığını; patronların buradan genel yayın yönetmeni gibi davranma imtiyazı peydahladığını; benim böyle bir şeyi kabul edemeyeceğimi anlattım... Derginin içeriğini sadece derginin editoryal kadrosu belirleyebilirdi ve o da dergiyi okurlar gibi basıldıktan sonra görebilirdi.

Bunun karşılığında kendisine etkili, itibarlı bir dergi vaat ettiğimi; bunun manevi hazzıyla yetinebilecekse ve böyle bir sahipliğin hâlâ siyasetçi olma hedefi doğrultusunda işine yarayacağını düşünüyorsa teklifini kabul edeceğimi söyledim.

Anlaştık ve başladık.


O haberler çöpe giderdi...


Nokta 
tecrübesi boyunca bir kez daha anladım ki, eğer patrona karşı editoryal bağımsızlığınızı garanti edememişseniz, siyasi-askerî güç odaklarına karşı da bağımsız davranamazsınız.

Bunu, 2007’nin askerî vesayet ortamında bütün patronların ürküp engellemeye çalışacakları üç“tehlikeli” haberi, baştan aldığım söze bağlı olarak patronun bilgisinin dışında yayımlamamıza bakarak söylüyorum. (Bu haberler Genelkurmay’ın medya andıcı, Darbe Günlükleri ve Genelkurmay’ın “dost” sivil toplum örgütleriyle işbirliği plan belgesiydi.)

Türk medyası normalleri içinde hareket edildiğinde, her üçü de ya daha “editoryal” aşamada çöpe gönderilir, ya da iyi ihtimalle patronlara sunulur ve onların “delirdiniz mi siz” paylamaları eşliğinde yine çöpe gönderilirdi.


Darbe Günlükleri
 örneğinde bu sürecin aynıyla gerçekleştiği artık bir tahmin değil, bir bilgi...Mehmet Ali Birand Günlükler’in Nokta’dan önce kendilerine de gittiğini fakat korktukları için yayımlamadıklarını açıklamıştı.

Öte yandan Günlükler’in muhafazakâr basından en az bir gazeteye gittiğini fakat onların da yayımlamadıklarını, o gazetenin yazıişleri kadrolarından birinin bir arkadaşımıza itirafından biliyoruz. İnkâr durumunda “dedi”“demedi” polemiğine girmemek için isim vermeyeceğim. Belki bir gün onların içinden de bir Birand çıkar!

Bir de şu soru var, ki çok soruldu zamanında: Hükümet gibi (!) kurumlar bunları yayımlamaya korktukları halde Nokta nasıl cesaret edebilmişti buna? Sırtını nereye dayıyordu ki böyle bir güç vehmedebilmişti kendisine?

O zamanlar da defalarca söylemiştim, sırtını bir yere dayamadan “cesaret” gösteremeyenlerin algılayabileceği şeyler değil bunlar. Ne desem boş. “Mazurdurlar” deyip geçiyorum.

***


NOT.
 Üçüncü bölümde, Emin Çölaşan ve Fehmi Koru’nun adının geçtiği bölümde, Çölaşan’ın“Fehmi Koru’nun bazı yazılarına yönetimler tarafından müdahale edildiğini diline doladığı”ndan söz etmiştim. Oysa Çölaşan’ın diline doladığı yazar Fehmi Koru değil, merhum Yavuz Gökmen’di. Koru, sadece duruma tahammül edemeyip müdahale etmişti. Koru’yla ilgili yanlış anlamalara yol açabilecek bu hatamı düzeltiyorum.

-

TİB, kayıtları mahkemeye göndermiş

Hrant Dink cinayeti günü kameralara takılan şüphelilerin cep telefonu kayıtlarını tesbit etmek üzere mahkemenin Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’ndan (TİB) istediği baz istasyonu kayıtlarıyla ilgili bilgi karışıklığı devam ediyor... Dolayısıyla şüphelerimiz de devam ediyor.

Başlığı ve şu üstteki giriş paragrafını birlikte okuyup da bu satırların, şüpheciliği maraziliğe varmış birinin kaleminden çıktığına hükmederseniz, size alınmam... Ne var ki, beni böyle yapan, başkanı aracılığıyla “kayıtları gönderdik” açıklamasını yapan kurumun şimdiye kadar gösterdiği performans...

Önce en taze haberi, bugün piyasaya çıkan AGOS dergisinden aktarayım... Evet, TİB Başkanı Fethi Şimşek, kendisiyle konuşan AGOS muhabirine “Kayıtları 21 kasım pazartesi günü mahkemeye gönderdik” demiş.

Bu durumda siz de bana “E, daha ne kardeşim” diyebilirsiniz... Deyin de şunları bilerek deyin (AGOS’un haberinden faydalanarak aktarıyorum):

TİB, mahkemenin Nisan 2009, Temmuz 2009, Şubat 2010 tarihli üç talebine ancak Nisan 2010’da cevap verdi. Cevaba göre GSM operatörlerinin orada baz istasyonu yoktu ya da varsa bile hiçbir görüşme tesbit edilememişti.

Mayıs 2011’deki dördüncü talep ise Haziran 2011’de bu kez “özel hayatı ihlal olur” gerekçesiyle TİB’in itirazıyla karşılaştı. Mahkeme, Temmuz 2011’de itirazı oybirliğiyle reddetti. TİB bu kez de kayıtları vermek için mahkemeden bazı bilgiler istedi.

Son bir haftadaki “yürek soğutan” açıklamalara gelince...

İlk haberi, TİB’den isimsiz bir yetkiliye dayanarak Radikal gazetesi manşetten verdi (19 Kasım 2011). Habere göre, mahkeme sürdüğü için kayıtların silinmesi söz konusu değildi. TİB, 21 kasımda da resmî bir açıklama yaparak kayıtların mahkemeye gönderileceğini açıkladı. Bugünkü AGOS’ta yayımlanan haber ise, bu resmî açıklamanın devamı niteliğinde...

Peki, bütün bunlara rağmen ben neden hâlâ şüphedeyim?

İki nedenle:

Birincisi: Bu hikâyeyi geçmişiyle birlikte ele aldığımda, gönderilen şeyin mahkemenin istediği şey olup olmadığı hususunda kaygılıyım.

İkincisi: TİB’den yapılan resmî ya da şifahî bütün açıklamalarda “mahkeme sürdüğü sürece kayıtlar silinmez” deniyor ama, yönetmelikte, bunun mahkemenin “tedbir kararı”na bağlı olduğu ısrarla “es” geçiliyor. Açıkçası, bir süre de mahkemeye gönderilen fakat “işe yaramayan” birtakım kayıtlarla boğuştuktan sonra yasal sürenin sonunda kayıtların silinmesinden korkuyorum; “ne yapalım, mahkeme tedbir kararı çıkarmadı” gerekçesiyle...

Kabul ediyorum, bütün kuşkularım birtakım varsayımlara dayalı... Fakat TİB’in geçmiş performansı da ortada...

Yine de bu aşamada köşemdeki kum saatini kaldırıyorum.

En sonunda mahcup olursam, TİB’den okkalı bir özür dilemek de boynumun borcu olsun!


alpergormus@gmail.com

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums