Gazetecilik sır ifşa etme mesleğidir

  • 29.11.2015 00:00

 Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül, yaz aylarında gazetede yer alan bir haber gerekçe gösterilerek muhtelif suç isnatlarıyla tutuklandılar. Temel suçlama, devletin gizli kalması gereken belgelerini yayımlamak... Öteki suç isnatları, bu temel suçlamaya bağlı olarak dile getiriliyor.

Son tutuklamalar, siyasi iktidarlarla gazeteciler arasındaki kadim tartışmayı bir kez daha gündemimize getiriyor. Cevabını aradığımız soruları şöyle özetleyebiliriz:

a) Gazetecilerin, devlet sırlarının haberleştirilmesi hususunda uyması gereken kurallar ve etik sınırlar var mıdır?

b) İktidar sahiplerinin tanımladığı “milli çıkarlar” çerçevesi, gazetecilerin (de) uyması gereken bir çerçeve midir? Belli bir tarihsel momentte “milli çıkar”ları hangi davranışın ve gazetecilik çizgisinin temsil ettiği bilinemeyeceğine göre, gazetecilerin “milli çıkar” ölçüsüyle hiçbir işlerinin olmaması gerektiği gibi bir yaklaşım çok mu “uçuk”tur?

Gazetecilik ve sırlar...

Bu soruların spesifik cevaplarına geçmeden önce gazetecilik mesleğinin “sırlar”la ilişkisi bahsi üzerinde biraz duralım (Dündar ve Gül’ün tutuklanmalarına neden olan haberin bu sorular karşısındaki pozisyonunu yazının sonunda değerlendireceğim).

Stern dergisinin kurucusu Henri Nannen, “Gazetecilik rahatsızlık vermiyorsa terk edilmelidir” demişti. Bu söz, gazeteciliğin, çıkarları toplumla ve bireylerle çelişebilecek güç odaklarıyla meselesi olan (olması gereken) bir meslek olduğunu söyler bize. Böyle güçlerin sırları vardır ve bir tür tahakküm aracı olarak işlev gören bu sırların fâş edilmemesi, o güçler açısından hayati önemdedir.

Toplumlar ve bireyler, kendi hayatları üzerinde doğrudan etki yapan bu güç odaklarırının sırlarını ortaya serebilecek güçten ve kapasiteden yoksundurlar. Gazetecilik, en temelde işte bunun için vardır. Dünyadaki en büyük sır saklayıcılar devletlerdir. Dolayısıyla, ontolojik olarak toplumun bir parçası olan gazeteciler her zaman devletlerle çatışırlar. Devletler gazetecileri sevmezler.  

Sır ifşasının sınırları

Gazeteciliğin sır ifşa etme mesleği olması, gazetecileri “sır sevici” bireyler haline getirmemelidir. Başka türlü söylersek,  gazeteciler sır ifşa etmeyi başlı başına bir amaç haline getirmemelidirler ve toplumdan-bireylerden gizlenmeye çalışılan her şeyi otomatikleşmiş robotlar gibi haberleştirmemelidirler.

Burada iki temel prensipten söz edebiliriz. Birinci prensip,  başkalarının hayatları üzerinde hiçbir etkisi bulunmayan özel hayat tercihlerinin haberleştirilmemesidir.

İkinci prensip ise kamusal çıkar ve kamunun bilme hakkı yönünde hareket etmektir.

Bu genel girişten sonra yukarıda sıraladığımız üç spesifik sorunun cevaplarını aramaya başlayabiliriz.

Birinci soru şöyleydi: Gazetecilerin, devlet sırlarının haberleştirilmesi hususunda uyması gereken kurallar ve etik sınırlar var mıdır?

Gazeteciliği özünde “sır ifşa etme mesleği” olarak tanımladıktan sonra, bu “öz”e halel getirebilecek herhangi bir sınırlamayı kabul etmek güç görünse de, her ilke gibi bu ilke de nüanslıdır. Öyle uç örnekler verilebilir ki, bu ilkeyi savunmak neredeyse imkânsız hale gelir. Mesela şöyle bir soruya muhatap olmuş bir muhabirin pozisyonunu düşünün:

“Savaş muhabirisin, ülken savaşta, ülkenin deniz kuvvetleri başka bir ülkenin topraklarına gizli bir çıkarma harekâtına hazırlanıyor ve sen çıkarmanın ne zaman, hangi koordinatlar üzerinden yapılacağını istihbar ettin; yazar mısın yazmaz mısın?”

Uç örnekler neyi gizler?

Siyasi-ideolojik tartışmalara uç örneklerle katılıp muhatabını o örnekler üzerinden sıkıştırmaya çalışanlar, bunu, özgürlükçü-demokratik-insani tutumlara karşıtlıklarını gizlemek için yaparlar. Çünkü bu prensipleri doğrudan ve külliyen inkâr etmek ya da onlara karşı çıkmak zordur ve bu nedenle uç örneklere baş vurmak onlar için kurtarıcı olabilir.

Mesela, gerçekte işkencenin zaman zaman baş vurulabilecek bir araç olduğuna inanan, fakat bu fikrini açıklıkla ifade etmekten çekinen biri için uç örneğe başvurmak böyle bir işlev görebilir. Şöyle der mesela: “Tamam, ben de karşıyım işkenceye, fakat söyle bakalım: Büyük bir kentin içme suyuna zehir katacak ve böylece on binlerce insanın ölümüne yol açacak bir çetenin elemanı geçti polisin eline... Polis bu adamı işkenceyle konuşturmaya kalksa itiraz eder misin buna?”

İşkencede uç örnek arayışına girmiş biri, benim için ağzındaki baklayı çıkarmış biridir. O kişi o ağızla kuş tutsa, beni işkenceye gerçekten karşı olduğuna inandıramaz.

Konumuza dönüp bu örneğe nazireyle söylersek: Gazetecilerin, kamu yararı ve kamunun bilme hakkı ilkeleri çerçevesinde devletlerin sırlarını ifşa etme haklarını ve görevlerini teslim ettiğini söyleyen biri, “Ama” deyip, tartışmaya yukarıdaki deniz kuvvetlerinin çıkarma yapacağını öğrenen gazeteci örneğiyle katılıyorsa, o kişi gerçekte bu ilkeyi en genel haliyle kabul etmekte zorlanan bir kişidir.

Özetle: Gazetecilerin devlet sırlarını ifşa etme hak ve görevleri vardır ve uç örnekler bu temel prensibi ortadan kaldırmaz.

“Milli” gazetecilik

Devletlerin gazetecilere karşı kullandıkları “devlet sırrı” argümanı, madalyonun bir yüzüdür; madalyonun öbür yüzünde “gazetecilerin milli çıkarlara aykırı hareket etmemeleri” gerektiği yazar.

Her devlet bir “milli çıkar” tanımlaması yapar ve devletin en alt kademesinden en üstüne kadar herkesin bu tanıma uygun hareket etmesini ister. Bu, devletlerin tabii bir hakkıdır ve meşrudur.

Peki, devletlerin aynı şeyi gazetecilerden talep etmesi doğru mudur? Hayır, değildir. Daha doğrusu devletler bunu talep eder ama böyle bir şeyi kabul eden gazeteci kendisini bir devlet görevlisi derekesine indirgemiş olur. Oysa gazeteci devletin değil toplumun bir parçasıdır ve görevi toplumun bilme hakkını iktidarlara-devletlere karşı savunmaktır.

Ayrıca şu da var: Belirli bir tarihsel anda bir haberin yayımlanmasının mı yoksa yayımlanmamasının mı “milli çıkarlar”a uygun olduğuna kim karar verecek? Bu soru doğru ve meşru bir sorudur, çünkü belirli bir tarihsel momentte devlet ve hükümet yetkilileri, medya ve hatta kamuoyunun geniş kesimleri tarafından “milli çıkar”lara aykırı olarak değerlendirilebilecek kimi haberlerin tarih tarafından aklandığı; “milli çıkar”ın ilk anda göründüğünün tersine haberin yayımlanmamasında değil yayımlanmasında yattığının ortaya çıktığı da sık sık şahit olunan bir gazetecilik durumudur.

O nedenle, “tarihin müsveddecileri” olan gazeteciler, haberleri “milli çıkar” parametresiyle değil kamuoyunun bilme hakkı parametresiyle değerlendirmelidirler.

Kennedy ve Washington Post

Belli bir tarihsel anda ve ilk bakışta “milli çıkar”lara aykırı gibi görülüp yayımlanmayan, fakat tarihin nihai hükmünü tam tersinden verdiği gazetecilik örneklerinin en ilginçlerinden biri 1961 yılında Küba’da yaşandı. Fidel Kastro ve arkadaşlarının iktidarı ele geçirmesinden sonra CIA, Domuzlar Körfezi’nden bu ülkeye bir çıkarma yapıp iktidarı devirmeyi planladı. Washington Post, bu planı öğrendi ve yayımlamaya karar verdi. Fakat baskıya saatler kala Beyaz Saray’dan gelen bir yetkili, ABD Başkanı Kennedy’nin şu mesajını ilettiWashington Post yazıişleri yetkililerine: Böyle bir haber ABD’nin milli çıkarlarına kesinlikle aykırıydı ve bu yayın gerçekleştirilirse, yönetim, gazetenin canına okuyacaktı. Gazete yöneticileri haberi yayımlamaya cesaret edemediler. Çıkarma gerçekleşti ve büyük bir fiyaskoyla sonuçlandı. ABD, büyük bir utançla sarsıldı.

Ertesi yıl Kennedy Washington Post’u ziyaret etti ve katıldığı toplantıda şu tarihi itirafta bulundu (mealen): Keşke bize direnseydiniz, o habere yayımlasaydınız ve biz de böylece çıkarmadan vazgeçseydik. Şimdi anlıyorum ki, ABD’nin milli çıkarları o haberin yayımlanmamasında değil yayımlanmasındaymış.

Cumhuriyet’in haberi

Geldik, Can Dündar ve Erdem Gül’ün haberinin “devlet sırrı” ve “milli çıkar” kriterleri karşısındaki pozisyonuna...

Ortada örtülü bir devlet operasyonunun, dolayısıyla bir “devlet sırrı”nın olduğu muhakkak. Fakat iki gazeteci devlet görevlisi olmadıklarına göre bu sırrı gizlemek (yayımlamaktan imtina etmek) gibi bir mükellefiyetleri yok. (Devlet, haberi kim sızdırmışsa onun peşine düşmeli, gazetecilerin değil. Tıpkı WikiLeaks belgelerinde olduğu gibi.)

Öte yandan, iki gazetecinin, bu haberi yayımlayarak Türkiye’nin “milli çıkar”larına aykırı hareket ettikleri de öne sürülemez. Yukarıda da anlattığım gibi, bunun cevabını ancak tarih verebilir.

Cumhuriyet’in haberinin bu ölçülerle “gazetecilik dışı” sayılıp, haberde imzası olanların yargılanması kabul edilemez.

Fakat Cumhuriyet’in haberi ciddi bir ahlaki problemle malûldü; bunu söylemeden bitirmek istemiyorum. 

Gazete, fotoğraflarını yayımladığı silahların IŞİD’e gittiğini iddia ediyordu, fakat haberde bunu doğrulayan hiçbir bilgi yoktu. Haber, silah yüklü TIR’ların Suriye’ye gittiği iddiasıyla yetinip, silahların gerçekte hangi gruplara gönderildiği sorusunu belirsiz bıraksaydı bu eleştiri geçersiz olurdu. Fakat bu haliyle haber, hakikatin tecellisi ve hatırı için değil de Türkiye’nin IŞİD’le doğrudan işbirliği yaptığı yönündeki propagandaya malzeme üretmek amacıyla kotarılmış izlenimini veriyor.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums