- 12.04.2011 00:00
Mısır’da diktatörlüğe karşı geliştirilen özgün direniş pratiğinin, hak mücadelesi içinde bulunan bütün halklara, bu arada Türkiye Kürtlerine de ilham kaynağı olmasının kaçınılmazlığı üzerinde duruyordum...
Bu kaçınılmazlığı algılamayan, ya da belki “eşeğin aklına karpuz kabuğu getirmeyelim” uyanıklığıyla algılamamış gibi davranan medyanın, Güneydoğu’da başlayan “sivil itaatsizlik” karşısında nasıl şaşırdığını, nasıl paralize olduğunu geçen yazıda (8 nisan) ele almıştım.
Bugün ise, sivil itaatsizliğin hükümeti, devleti ve muhafazakâr basını paralize etmesi üzerinde duracağım. Bu kesimlerin, sivil itaatsizlik eylemlerine PKK’nın şiddet eylemlerinden bile daha büyük tepki göstermiş olması, üzerinde dikkatle durulması gereken bir nokta olarak çıkıyor karşımıza...
Madalyonun öbür tarafında ise, sivil itaatsizliğin, birinci günde Ahmet Türk’ün dillendirdiği çerçevenin dışına taşma temayülü göstermesi var. Türk, “Panzerler bizi ezseler dahi hiçbir eyleme karşılık vermeyeceğiz” demişti ama, işler tam öyle gitmedi. O kadar ki, geçtiğimiz hafta Abdullah Öcalan devreye girmek ve “Taşa sopaya gerek yok” demek zorunda kaldı.
Yani, siyasi mücadeleyi “şiddetsiz” götürme konusu, “yüz yıllık şiddet”in coğrafyasında o kadar da kolay bir şey değil. Sivil itaatsizlik, Ahmet Türk’ün başta çizdiği çerçevede kalsa, hükümet ve devlet asıl o zaman ne yapacaklarını şaşıracaklardı ama, olmuyor işte.
Bu “olmama” halinde, devletin, nasıl mücadele edeceğini bilmediği pasif direnişi çığırından çıkartıp, nasıl mücadele edeceğini çok iyi bildiği aktif saldırı haline getirebilmek için giriştiği kışkırtıcılığın da rolü var.
Demek ki hadisenin gerçek bir tablosuna ulaşabilmek için hem asıl özne olan Kürtlere ve onun politik temsilcilerine hem de kendisine karşı “itaatsizliğe” girişilen devlete ve hükümete bakmak gerekir.
Hükümet, muhafazakâr medya ve Mısır
Abdullah Öcalan Kürtlere “Mısır”ı ilk olarak 4 şubatta hatırlattı: “Diyarbakır’da halk, Mısır’daki gibi günlerce sokaklardan ayrılmazsa, taleplerini dile getirirse, işte o zaman barış gelir, bakın bakalım o zaman AKP kalır mı kalmaz mı, işte o zaman Erdoğan’ın kendisi bu sorunun çözümünü talep edecektir.”
Bu çıkış hükümet, devlet ve muhafazakâr medya çevrelerinde önce duymazlıktan gelindi... Sivil itaatsizlik fiilen başladığında ise işaret fişeğini Öcalan’ın attığı keşfediliverdi ve eylemler o hat üzerinden itibarsızlaştırılmaya çalışıldı.
Başbakan Erdoğan da “Bu sivil itaatsizlik değil, sivil iradesizliktir” sözleriyle, işin kaynağını fâş etmek istemişti. Fakat sorun şuradaydı ki, sivil itaatsizliğe katılan Kürtler, bunu kendi iradeleriyle değil de Öcalan’ın iradesiyle yapmış olmaktan yüksünecek insanlar değildi. “Öcalan’ın iradesi irademizdir” diyen ve bu beyanı imzalayan milyonlarca Kürt olduğunu hepimiz biliyoruz.
Öte yandan: Başbakan ve hükümet, bu eylemlerin Mısır’daki gibi, yani halkın bütün partileri, bütün örgütleri by-pass ederek giriştiği hakiki bir sivil itaatsizlik, hakiki bir şiddetsizlik biçimine bürünmesini tercih eder miydi, bundan hiç emin değilim. (Neden böyle düşündüğümü, Neşe Düzel’in Murat Paker’le yaptığı söyleşiye göndermelerle yazının sonunda izah etmeye çalışacağım.)
Yine hiç emin olmadığım başka bir hususu da Başbakan Erdoğan’ın başdanışmanı Yalçın Akdoğan dile getirdi.
Akdoğan, Star gazetesinin Açık Görüş eki için kaleme aldığı “‘Zor’la sivil itaatsizlik!” başlıklı makalede, Kürtlerin, kavramı geliştiren kişi olarak kabul edilen Henry David Thoreau’nun tanımladığı ve Hindistan’da Mahatma Gandhi’ninki türünden bir sivil itaatsizlik uygulamaları durumunda, buna hiçbir itirazlarının olmayacağını yazdı.
Dediğim gibi, bundan da hiç emin değilim.
Akdoğan’ın makalesinden küçük alıntılarla, tam olarak neye itirazlarının olmayacağına daha yakından bakalım...
Önce Thoreau’nun tanımı... Akdoğan şöyle aktarıyor: “Yönetim siyasetinin ya da yasaların değişmesini isteyen, aleni, şiddetsiz, vicdani, fakat aynı zamanda siyasi olan, yasa dışı bir eylem...”
Gandhi tarzından anlaşılan da şu: “Gandhi devrimciydi ama yıkıcı değildi, pasif direnişçiydi ama teslimiyetçi değildi, tam aksine mücadeleciydi. (...) Gandhi, silaha, şiddete, kaba kuvvete, çatışmaya karşıydı, ama en sessiz başkaldırıyı ortaya koydu. Onun eylemleri gerçekten sivildi. Ne emir komuta zincirine tabiydi, ne de örgütlü bir güce ve çatışmacı bir kuvvete dayanıyordu.”
Bence haklı eleştiriler bunlar. İlaveten, şimdi tanık olduğumuz Kürt sivil itaatsizliğinin neden Gandhivari bir sivil itaatsizlik olamayacağını da gösteriyor. Fakat öyle olmasaydı; BDP hem Öcalan’dan hem de PKK’dan bağımsız şekilde, hatta onların hilafına bu girişimde bulunsaydı dahi benzer bir rahatsızlık duyulmayacak mıydı? Bence duyulacaktı, hem de fazlasıyla...
Ayrıca, bu türden eleştiriler, Öcalan’ın bundan sonraki mücadeleyi “silahlı örgüt” üzerinden değil de “sivil itaatsizlik” üzerinden götürmeye yönelme ihtimalini güçlü bir şekilde hesaba katmadığı için kendi açısından riskler de taşıyor... Bir süre sonra, PKK’nın bütün silahlı güçlerini Türkiye sınırları dışına çıkardığını, ardından da “üzerlerine panzer gelse de” yerlerinden kımıldamayacak sıradan Kürtlerin bütün Kürt illerinin sokaklarında piknik yaptığını düşünün... Taleplerini biliyoruz; dünya kamuoyunun bu taleplerle oturup sonuç bekleyen insanların zorla dağıtılması karşısında göstereceği tepki karşısında hükümet ne yapabilir?
Son günlerde muhafazakâr basında uç veren, “Peh! Mısır’mış! Yahu, Mısırlılar Türkiye olmak için ayağa kalktı” türünden iç rahatlatma girişimleri de geçersiz... Bu bakış açısı, Kürtlerin büyük (ve en etkili) bölümünün algısından ve hissiyatından zerrece habersiz bir bakış açısı... Bu bakış açısı, beğenin beğenmeyin, geçenlerde BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın formüle ettiği gibidir: “Bizim Mübarek’imiz, Kaddafi’miz Başbakan Erdoğan’dır...”
Sivil itaatsizlik “Gandhivari” bir açılım gösterirse...
Gandhi örneği eşsiz bir örnek ve tekrarını beklemek, bugünün dünyasında pek mantıklı görünmüyor. Belki ancak dünyanın herhangi bir yerindeki bir sivil itaatsizliğin ona yaklaşmasından söz edilebilir.
Hükümetten ve açık destekçilerinden gelen tepkilerin kabuğunu soyup içine baktığımda, benim çıkardığım sonuç şu: Zor ve uzak bir ihtimal ama sivil itaatsizlik “Gandhivari” bir açılım gösterirse, hükümetin bundan mutlu olmaması ciddi bir ihtimaldir.
Yabana atılmaması gereken bu ihtimali doğuran şey, Türkiye’de siyasi otoritenin şiddet içermeyen mücadele yöntemleriyle başa çıkma hususundaki “yeteneksizliği...” Neşe Düzel’in, Dr. Murat Paker’le yaptığı söyleşide (Taraf, 4 nisan) sorduğu soruya Paker’in verdiği cevapta olduğu gibi:
“– Bizim devlet, şiddete başvuran muhalefeti mi tercih ediyor?
“– Tabii, uzun vadede bu tür muhalefet geleneksel devlet siyasetinin işine geliyor. Egemen Türk resmî politikası yakın zamana kadar şiddet yöntemleri kullanan Kürt muhalefetinin sıfıra inmesini hiçbir zaman istemedi. Siyasi alanı çok daraltarak, onu, şiddet yöntemleri kullanmaya itti. Çünkü ülkede silahlı bir muhalefet olduğunda, egemen devlet anlayışı, Ergenekonvari zihniyetini, yapılanmalarını ve eylemlerini sürdürmek için gereken meşru zemini buluyordu. İktidarını şiddet üreterek pekiştiriyordu.”
***
TkMM’nin adaylardan 10 isteği
Türkiye küçük Millet Meclisleri (TkMM) her ilde partilerin milletvekilleriyle illerin sivil toplum örgütlerini ve kanaat önderlerini karşı karşıya getirmeyi amaçlayan bir oluşum olarak doğdu. Şahane bir fikirdi, üstelik Şanar Yurdatapan gibi bir yürütücüsü vardı ama vekillerin “işlerinin çokluğu” (!) nedeniyle işler beklendiği gibi gitmedi, her ilde her ay yapılan toplantılarda vekillerin yerleri çoğunlukla boş kaldı.
Şimdi, seçimler yaklaşırken TkMM yeni bir atağa kalktı. Buna göre her ilin TkMM’leri genel ve yerel taleplerden oluşacak 10 maddelik bir paket hazırlayıp milletvekili adaylarına sunacaklar; onların da taleplere not düşme hakları var tabii.
Bu iş “seçim fuarları” marifetiyle yapılacak. Yani, mayıs ve haziran aylarının ilk haftasında yapılacak toplantılara bütün partilerin milletvekilleri davet edilecek ve talepler, tabir caizse yüzlerine okunacak. Ardından da seçilmiş adaylar üzerinden takip süreci başlayacak.
Bence müstakbel milletvekilleri mayıs ve haziran toplantılarına epeyce ilgi gösterecekler. Çünkü eski toplantılarda zaten milletvekili seçilmiş şahsiyetler davet ediliyordu, şimdi ise vekillik aslanın ağzında!
alpergormus@gmail.com
Yorum Yap