- 21.08.2012 00:00
Lisans yerleştirme sınavı sonuçları açıklandı. Üniversitede okumak için bu yıl Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi’ne (ÖSYM'ye) 1 milyon 895 bin 479 kişi başvurdu. Sınav sonucunda bu öğrencilerden sadece 1. 132.000’i yerleştirilmek için tercihte bulunabildi. Demek ki Lisans Yerleştirme Sınavına (LYS) giren öğrencilerin yaklaşık %40’ı (763.479’u) ya sıfır çekmiş, ya da sınavları geçersiz sayılmış. Yani yaptıklarını değerlendirmeye bile almadan bu öğrencilerin yüzüne üniversite kapısını baştan kapatmışız. Tercihte bulunan öğrencilerden kabaca 350 binini lisans programlarına, 300 bini ön lisan programlarına 224 bini ise Açık Öğretim Programlarına yerleştirebildik. Başarı mı şimdi bu?
Öğrencilerin seçimleri ne ölçüde yeteneklerine göre o da tartışma götürür. Tercihlerin yönünü, kolayca iş bulup bulamama belirliyor. Bu yıla kadar Eğitim Fakültelerine yapılan tercihlerin başında Okul Öncesi Öğretmenliği Bölümü gelirdi. Eğitim sisteminde 4+4+4’e geçilmesi ile birlikte muhtemelen şimdi o da hızla değişecek.
Fen ve Edebiyat Fakültelerinin fizik, kimya bölümleri kapanıyor; Eğitim Fakültelerinin de öyle; bu bölümleri tercih eden öğrenci nerede ise yok. Çünkü MEB bu bölümlere doğru dürüst öğretmen almıyor. Tercih edenlerin de alt yapıları çok kötü, bu öğrencilere ders anlatmak deveye hendek atlatmaktan zor. Fakültenizde okuyan okul öncesi öğrencisinin performansının onda birini fizik, kimya bölümü öğrencilerinde bulamıyorsanız; orta öğretimde fen ve teknoloji eğitimi, sağlıklı, kaliteli bilimsel eğitim verdiğinizi iddia edebilir misiniz?
İlköğretimden mezun olan en iyi öğrencileri seçen Fen Liselerinden bu yıl 9.600 öğrenci mezun olmuş; bunlardan ancak 5.600’ünü üniversiteye yerleştirebilmişiz. Üniversitelerin vereceği “bilimsel” eğitimi alabilecek kapasitede öğrenci yetiştiremiyoruz ortaöğretimde, bu açıkça ortada. Şapkayı önümüze koyup düşünmemiz lazım; “Nerede hata yapıyoruz” diye?
Bu topraklarda gerçek anlamda üniversite oluşumunu 1910’lardan başlatırsak yüz yıldan fazla bir geçmişi var üniversitelerimizin. İçinde bulunduğumuz duruma bir bakın!
Devlet ve vakıf üniversitelerimiz toplam sayısı 170’i buldu. Üniversitede okuyan 2.800.000’in üzerinde öğrenciyle bu alanda okullaşma oranında %44-45’lerdeyiz. Bunun %9-10’luk bölümünü açık öğretim oluşturuyor.
Peki, nedir üniversitelerden, üniversite eğitiminden beklentimiz? Ülkenin nitelikli insan gücü ihtiyacını karşılayacak eğitimi vermek, bilimsel araştırmalar yapmak, bu araştırmalardan çıkan sonuçları en uygun araçlarla devletin ve toplumun kullanımına sunmak.
Yükseköğretimden mezun ettiklerimizde hangitemel nitelikleri arıyoruz? Disiplinler arası proje gruplarında çalışabilme yeteneği, sorun çözebilme ve analitik düşünme yeteneği, kendi dilinde ve en az bir yabancı dilde yazılı ve sözlü iletişim kurma yeteneği, bilgisayar okuryazarlığı, bir mesleki alanda derinliğin yanında ilgili bir yan alanda genişlik.
Peki, bu amacımıza ne ölçüde ulaşabildik? Türkiye Sosyal Ekonomik Siyasal Araştırmalar Vakfı (TESAV) 1990’lı yıllarda yapılan bir çalışma ile yüksek öğretimin sorunlarını şöyle saptamıştı:
1. Orta öğretimde gerekli düzenlemeler yapılamadığından, yüksek öğretime olan istem karşılanamayacak bir düzeye ulaşmıştır.
2. Gerekli fizik olanaklar hazırlanmadan ve öğretim üyesi sorunu çözümlenmeden yeni yüksek okullar ve üniversiteler açılmıştır.
3. Yüksek öğretim öğrencilerinin bilim alanlarına dağılımı ile kalkınmanın gerektirdiği insan gücü arasında denge sağlanamamıştır.
4. Yüksek öğretimde okullaşma oranı, gelişmiş ülkelerdeki okullaşma oranının çok altında kalmıştır.
5. Yüksek öğretimde; eğitimin kapsam ve niteliği, başarı oranları kurumlar arasında önemli farklılıklar göstermiştir.
Bu araştırmanın üzerinden 20 yıl geçmiş, fakat bu tespitler aynen bu gün de geçerliliğini koruyor. Kabul edelim ki üniversitelerimiz kendilerinden beklenenleri verememiştir. Nitelik ikinci plana itilmiş, unvanların kazanılmasındaki standartlar sık sık değiştirilmiş, üniversite statü, saygınlık ve ücret bakımından hızla gerilemiştir.
Şunu bir kere kabul etmemiz gerekir: Ortaöğretimi mesleki-teknik eğitim temelinde yeniden yapılandırmadan yüksek öğretim talebini sağlıklı bir biçimde karşılayamaz, doğru bir biçimde yönlendiremezsiniz.
Öğretim görevlileri ve yardımcı doçentler ile profesörler arasında gelir açısından ciddi bir uçurum var. Öğrencileri metalaştırdığımız gibi öğretim üyelerimizi de metalaştırmış bir ülkeyiz. Bakın KPSS kurslarına, dershanelere; bilim üretmesi gereken pek çok yardımcı doçenti, doçenti kurs verirken görürsünüz oralarda.
Ülkemizde pek çok fakülte yüksek okul seviyesinde eğitim veriyor. Bilgi aktarma, fikir ve bilgi üretmenin önüne geçmiş durumda.
Özetlemek gerekirse üniversiteler bilimsel üretimde, ürettiklerine sahip çıkmada, ürettiklerini halka mal etmede bütünsel olarak bakıldığında sınıfta kalmıştır. Bir iki nitelikli eğitim veren üniversitenin olması ne yazık ki bu durumu değiştirmiyor.
Üniversitelerimizin Yurt içi yurt dışı bilimsel çalışmalardaki durumu içler acısıdır. 2007 yılı’nda 34.076 öğretim üyesinin yapabildiği yayın sayısı 18.331’dir. Öğretim üyesi başında düşen yayın sayısı 2007 itibarıyla 0.54’dür. Yani iki öğretim üyesi ancak yılda bir tane yayın yapabiliyor. Bunun ne anlama geldiğini daha iyi anlamak için milyon nüfus başına düşen bilimsel yayın sayısına bakmak gerekir. Bu açıdan bakıldığında Türkiye Avrupa Birliği ülkeleri arasında bir milyon insan başına düşen 180 makale ile Malta, Litvanya ve Romanya’nın önünde Avrupa’da sondan dördüncü durumundadır. İşte durumunuz bu!
Peki neden üniversitelerimiz bu halde?
Çünkü üniversiteleriniz özgür değil. Bilimsel üretim özgürlük ister. Rektörünüz cumhurbaşkanınızın iki dudağı arasından çıkan söz ile, dekanınız rektörünüzün iki dudağı arasından çıkan söz ile, öğretim üyeniz dekanınızın iki dudağı arasından çıkan söz ile, öğrenciniz öğretim üyesinin iki dudağı arasından çıkan söz ile belirleniyorsa; seçimleriniz göstermelik ise o ortamda bilimsel üretim olmaz. Yaptığınız bütün göstermelik seçimler, düzene değil karmaşaya hizmet eder. Çoğunluğun iradesine rağmen işin başına cumhurbaşkanın himayesinde gelen, kendisine oy vermeyenden bunun hesabını ilk fırsatta sorar.
Bir iki gösteriye katıldı diye öğrenicinizi attığınız yerde bilim üretmekten başka şeyler üretirsiniz.
Bilimsel üretim istiyorsanız, ülkenizin en üretici, en yaratıcı beyinlerine önce güveneceksiniz. Kendilerini yönetmek, kendi kararlarını almak için onları serbest bırakacaksınız. YÖK’ü kaldıracak, yerine “Üniversiteler Arası Kurul” gibi bir işbirliği organı koyacaksınız.
Yani üniversitelerinizi, bilimi özgür kılacaksınız. Arkası inanın gelir.
Yorum Yap