KONJONKTÜRÜ SÜRDÜRMEDE İDEOLOJİLERİN ROLÜ ÜZERİNE! (2)

  • 18.07.2020 00:00

 Geçen hafta kuramsal boyutta, ideolojilerin toplumsal yaşam içindeki rolü üzerinde kafa yorduk. Bu hafta yetiştiğimiz gelenek içinde ortaya çıkan ideolojik yapılanmalara ve bu yapılanmaların “Partili Cumhurbaşkanlığı” rejimine karşı alternatif program üretme kapasitelerine bakacağız.

Avrupa’da modernleşmenin alt yapı oluşturan felsefi zenginliğe II. Meşrutiyet aydınları sahip değillerdi. Batı’da “aydın despotizmi” olarak bilinen Kemeralizm, halka tepeden bakan Işık Felsefesi ve Zihincilik (Almanya’da Wolff, Fransa’da Volter ve Condorcet), Pozitivizm  (Durkheim) Yeni Osmanlılar ve Jön Türklerin etkilendiği belli başlı düşünce sistemleri oldular.  

Ateşleyici unsur Batıcılığı bir kenara koyun, iki kadim ideolojinin sarmalında yaşadık bu toplumda modernleşme sürecini. 

Pozitivizm, daha çok her türlü dini inancı hoş gören bir çeşit evrensel, laik metot olarak etkili oldu Milliyetçiler (Türkçüler) arasında.

İslamcılık ise (Siyasal İslam) Müslümanları tek çatı altında birleştirip, İslam devletini bütün zamanlar için sürdürebilir hale getirmeye çalıştı.

Cumhuriyetin kuruluşunda rol modeli Mustafa Kemal idi. Onun düşüncesinin merkezinde de (Ziya Gökalp gibi ) siyasi birliği Türk Kültürü üzerinden sağlama hedefi vardı.

Fakat Mustafa Kemal, Pozitivist olduğu kadar Pragmatist idi.  Halk hurafelerin etkisi altında kalmaya devam ederken toplum “muasır medeniyet” ile buluşamaz, siyasi birlik sağlanamazdı. Cumhuriyet’i güçlendirmenin yolu bilimden ve teknolojiden geçiyordu. Batı medeniyeti yolundan yürünecek ise İslamcılık kontrol altında tutulmalıydı.

Mustafa Kemal (iyi ki) pragmatist yaklaşım içinde halkı medeniyet ile aydınlatma, hurafelerden arındırma, dönüştürme yolunu seçmişti. O günün koşullarında, bu devrimci adımdı. Bunun gelenek içinde önemini, bugün daha iyi anlıyoruz.

Fakat Mustafa Kemal arkasında bir ideoloji bırakmadı.

Bir gurup onun Pragmatik yanından yürüyüp Marksist Sol ile buluşurken diğer bir gurup ise, onun Ata Türk rolüne sahip çıktı, Türk Milliyetçiliğine su taşıdı.  

Bu iki ideolojik tutum, 1970-1980 yılları arasında sert bir çatışma içine girdiler. Onlar birbirini yerken siyasal İslam kenara çekilip olanları seyretti. Bir yandan da kendini korumayı, kadro devşirmeyi bildi. 

Cumhuriyetin kuruluşundan sonra geçen 50-60 yıl içinde, süre giden Türkçü politikalarla “azınlıklar” nihayet hesaba katılamayacak bir sayıya indirilmişti. Fakat yine de, feodal ilişkiler içinde kendini korumayı bilmiş bir Kürt gerçeği vardı apaçık ortada.

Türk İslam sentezi ekseninde güvenlikçi politikalar sonuç vermedi. Bu ise Türkçülüğün hanesine başarısızlık olarak yazıldı. İslamcılığın yıldızının parlamasına ortam hazırladı. Soğuk savaşın sonunun belli olduğu yerde Derin Devletin Türkçü politikalarına destek vermeyi, ABD zaten çoktan kesmişti.

Türkçülüğe güvenin sarsıldığı yerde Kürtlerin desteğini alan İslamcı ideolojinin yıldızı parlamaya başladı. Bütün bir dünya ve Türkiye artık post modern bir süreç içine girmişti.  

İslamcı İdeoloji, yılların deneyimi ile bulanık suda balık avlamayı bildi. Fakat varoluşunu, sürdürebilirliğini sonuçta biat kültürü içinde bulmuştu. Bırakın ileri demokrasiyi, Modernleşmenin kodları bile bu kültüre yabancıydı. “İleri demokrasi”nin sonuçta göz boyama olduğu ortaya çıktı. Sürecin otoriterleşme ekseninde ilerlemesi kaçınılmazdı.

Siyasal İslam, demokrasi ile bağdaşamayacağı belli olunca arkasındaki Kürt desteğini yitirecekti.  Yol arkadaşı olarak bu sefer yanında, kadim düşman Türkçülüğü buldu. Tabi Türkçülük içinde ayrışmayı da beraberinde getirecekti bu.

Bir kısım Türkçüler, askeri vesayetten arta kalanlar, adım adım sertleşen, merkezileşen otoriterleşmeyi, post modern süreçte Türklüğü korumanın yegâne yolu olarak gördüler.

Bu gelişme, muhalefetin gelişip güçlenmesi önünde bir handikap yarattı. PKK’nın, silahlı mücadelesi Türkçü-İslamcı kampa meşruiyet kazandırırken,  yolculuğu demokrasi içinde sürdürmek isteyen muhalefette de kafa karışıklığı yarattı.

Mustafa Kemal’in pragmatist yanına sevgi ile bağlanmış, halkı çağdaşlaştırma, bilim ile buluşturma yoluna gönül vermiş Yurtseverler, 1968 kuşağının da etkisi ile Mustafa Kemal Devrimciliğini Sosyalizm ile buluşturmuşlardı. Bu gurup reel sosyalizmin çöktüğü koşullarda bir topluluğa ait olma duygusunu Atatürk’ün izinde buldu. Böylece ideolojik düzlemde 2000’li yıllardan itibaren ortaya hem Türkçü hem Sosyalist, hem de Marksist olmayı becerebilen bir Ulusalcı damar ortaya çıktı.

Bu gurup Onuncu yıl Marşını “Türk'e durmak yaraşmaz, Türk önde Türk ileri” diye tamamladıktan sonra, aynı huşu içinde İtalya'da Mussolini’ye karşı verilen anti-faşist mücadelenin simgesi olmuş Partizan şarkısı “Çav Bella”yı söyleyebiliyordu. İdeolojik düzlemde bu “özgünlük”, aynı zamanda Türkiye’de siyasi, kültürel, entelektüel derinliğin bir göstergesiydi. Bu “derinliğe” ulaşmada Sözcü gibi ajidatif gazetelerin etkisini de hesaba katmak lazım.

Olaya, “bu durum otoriterleşmeye karşı muhalefetti nasıl etkiliyor?” diye bakınca işler, karışıyor doğal olarak.  Sonuçta aynı ideolojik kaynaktan bir kesim, tek adam sistemini sürdürme yolunda Siyasal İslam’a destek veriyor. Aynı kaynaktan beslenen bir başka gurup ise muhalefet içinde yer alıyor.

Bunun Suriye politikası gibi konularda Muhalif kanatta kafa karışıklığı yarattığı çok açık! Bu da iktidar kanadının elini güçlendiriyor. İktidar “Terör” gibi araçlarla, muhalefete ayar verme fırsatı buluyor.  Muhalefet içinde HDP’yi izole etme politikası iktidarın sürdürülebilirliğini sağlaması bakımından önemli hale geliyor. Böylece bütüncül bir muhalefetin ortaya çıkması engellemiş oluyor, daha ne olsun.

Öte yandan bu sonuçta, kendini Marksist ideoloji zemininde gören Sosyalistlerin de önemli payı var. 

Bu kesim halkın anlamadığı bir jargonla kendini ifade etmeyi ısrarla sürdürüyor. Öte yandan “Türk’üyle Kürt’üyle haksızlığa, hukuksuzluğa, açlığa mahkûm edilenler, birleşin!” dese de inandırıcı olamıyor. Biri çıkıp, seçimlerden %1’i bulmayan sonuçlar alırken niye bir araya gelemiyorsunuz dese verebilecekleri bir cevap yok.

Bir kısmı seçimlere HDP ile giriyor, iyi güzel, ya sonra? Meclise girer girmez kendi partisine geçiyor. Ya da zaten etkisiz hale gelmiş mecliste bağımsız milletvekili olarak var olmayı sürdürüyor. Ne anladım bu işten, kamuoyu bundan ne sonuç çıkarır sizce?

Küçük ama etkisiz partiküller halinde var olmanın hafifliğini yaşarken halk size niye güvensin, demek geçiyor insanın içinden. Hangi birinize destek versin, hanginizin arkasından gitsin?

Otoriterleşmenin geldiği şu eşikte, mevcut durumun tahlilinden çıkarılacak eylem pratiği bu mudur? Bu ideolojik savrukluk içinde, gettolarında gerçekleştirdikleri küçük eylemleri tatmin edici buluyorlar mı merak ediyorum.

Eğer bu kesim 1978’lerde yaşadıklarından ders çıkarıp sürtüşme, muhalefet edene muhalefet etme modunu aşabilse, ortaklaşa bilinçlilik durumu oluşturabilirdi. İçinden geçilen süreçte tek adam rejimine muhalefetin irileşmesi bakımından önemli sonuçları olurdu bunun, bu çok açık!

Siyasi İslam’ın toplumu taşıdığı yerden herkes rahatsız! Peki açlık, işsizlik diz boyu olduğu halde AKP’ye kamuoyu desteği neden %30’un altına bir türlü inmiyor o zaman?

Ve bu rejim son saatlerini yaşıyor, ilk seçimde yok olup gidecek öyle mi? İyi de nasıl? Yerine ne öneriyorsun. Herkesin huzur ve güven içinde yaşayacağı bir siyasi birliği nasıl sağlayacaksın. İlk seçimde iktidar oldun, ne yapacaksın. Kürt sorununu nasıl çözeceksin. Dahası, hazır mısın?

Belki asıl sorun tam da burada, yani sorun Muhalefette!

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums