DAYANIŞMAYA ENGEL DAVRANIŞ KALIPLARI VE ÖNYARGILAR ÜZERİNE!

  • 17.06.2020 00:00

 Her zaman olur ya bir tartışmaya girersiniz, tartışmanın konusu süreç içinde önemini yitirir de ortaya konan tavır, alınan eğitimle şekillenen davranış kalıpları, düşünme biçimleri tartışmanın siyasal-sosyal ortam içinde çağrıştırdıklar giderek daha önemli hale gelir. 

Geçen hafta böyle bir durumu yaşadım. Facebook’ta dahil olduğum “78’liler” gurubunda o hafta yazdığım yazıyı paylaşmak istedim. Gurup yöneticisi arkadaş tarafından paylaşım engellenince, nedeni merak ettim. Yönetici arkadaş bir önceki hafta yayımladığım “CHP İktidarında Necati Eğitim Enstitüsü ve Balıkesir’de Sol (1978)” başlıklı yazımda,  okul yönetimini “aklarken”, Devrimcileri “karalamak” ile suçladı beni.  Aslında iyi de oldu. Bu yazıyı yazmama vesile oldu.

Uzunca bir süredir sizlerle Necati Eğitim Fakültesi Tarihi ile ilgili belgeler ve tanıklıklar üzerinden yaptığım bir çalışmada elde ettiğim bulguları ve bunlar ile ilgili düşüncelerimi paylaşıyorum.

Nesnellik adına, toplumsal yaşamın belirli bir kesitinde olup bitenler ile ilgili bulguları üst üste yığma şeklinde neopozitivist bir tutumu, sosyal araştırmalarda çok anlamlı bulmam. Elbette araştırmacının felsefi ve siyasi bir duruşu vardır, geçmişe bir bakış açısı vardır. Elde ettiği bulguları yorumlarken kurduğu cümlelere ifadelerine bu yansıyacaktır. Doğal olan budur.

Başka bir yorumcu aynı bilgi ve bulguları alır daha farklı yorumlar.  Hangisi o tarihsel kesite toplumsal değişime daha gerçekçi ayna tutmuştur, bunun kararını okuyucu verir. Farklı yorumlar, farklı değerlendirmeler, geçmişi anlamaya, geçmişten ders çıkarmaya hizmet ettiği ölçüde yararlıdır da. Olması gereken budur.

Ama kafanızda bir takım bariyerler, ön yargılar oluşmuşsa, buna bağlı bir takım davranış kalıpları içinde hareket ediyorsanız, farklı fikirlere de açık olamazsınız. Yazılan işinize gelmediği için pek çok farklı düşünce gurubunun ortak bir platformunda bir yazının paylaşılmasını engellerseniz; üstelik bunu haber peşinde koşan gazetecilerin işini yaparken tutuklandığı bir ülkede ve süreçte yaparsanız; ister istemez “Türkiye’de yaşanan otoriterleşme, muhalefeti de bir biçimde etkiliyor mu” gibi bir soru akla gelir. Bu, o yazının paylaşılıp paylaşılmamasından çok daha vahim bir durumdur aslında.

1978 yılında CHP azınlık hükümeti bilindiği gibi bekleneni verememişti. 13 ilde sıkıyönetim ilan ederek kendi tabanında bile moral bozukluğu yarattı. Örneğin son günlerinde çoğu saldırganın içinden çıktığı Ülkü Ocaklarına dokunmazken gitti İlerici Gençler Derneğini kapattı (6 Kasım 1979). Ama bu, CHP hükümetini toptancı bir yaklaşımla “Faşizmin İşbirlikçisi” yapmazdı. Onun döneminde Necati Eğitim Enstitüsünde görev yapan okul yönetimine de bu tür bir suçlama getirmek de vicdanlara sığmazdı.

1978’de Necati Eğitim Enstitüsünde kendini Sol’da gören gençler arasında “Halkın Kurtuluşu” gurubu çoğunluktaydı. Necati Eğitim Enstitüsü okul yönetimini bu gurup, “İşbirlikçi” olarak görüyordu. Okul yöneticilerine, öğretmenlere saldırmayı bu guruptan bazıları “Devrimci Mücadelenin bir gereği” gibi algılıyorlardı.

Oysa bu gurubun Necati Eğitim Enstitüsünde güçlenmesinin yolunu Okul Müdürü Cahit Yarış açmıştı. Yüksek puanlı olup da mülakatlarda elenen gençlere yeniden Necati Eğitim Enstitüsünde okumanın yolunu açarak, boykottan dönenlere af getirilmesini sağlayarak yaptı.

Bu süreçte Boykota giden 527 gencin çabalarını da, yanı sıra Önder Kırlı gibi Necati Eğitim çıkışlı avukatların, Necati Cebe gibi milletvekillerinin katkılarını da hatırlamak gerekir. (Cengiz Kanat uyarısı) Yani o işler tek bir gurubun mücadelesine bağlı da gelişmedi. Kazanım ortak bir mücadele sonucu gelmişti.

Bir fıkra vardır, mutlaka bilirsiniz. Dursun ve Temel iki iyi arkadaştır. Bir gün kasabaya giderken geçtikleri köprünün üstünde bir tilkinin dereden su içtiğini görürler. “Tilkinin kuyruğu suya değdi mi, değmedi mi?” diye başlarlar tartışmaya. Kantarın topuzu kaçar birlerine küserler. Aradan yıllar geçer, dayanamaz yine barışırlar. Fakat bir gün gene o köprüden geçerken birinin aklına gelir, “O gün o tilkinin kuyruğu suya değdi mi” deyiverir. Yine başlarlar kavgaya.

Bizimkisi de o hesap, aradan 42 yıl geçmiş, 12 Eylül buldozer gibi üstümüzden geçmiş. Bugün de AKP iktidarının insanları kamplaştırdığı ortamda soluksuz bırakılmışız. Ama biz hala “Tilkinin kuyruğu suya değdi mi, değmedi mi” onu tartışıyoruz. Halbuki, bugün sırt sırta, birlikte mücadele vermeyi öğrenmiş olmamız gerekmez miydi? Bu eleştiriyi kendini Sol’da tarif eden bütün guruplar için getiriyorum.

Ama bunu geçmişin üstünü örterek, ya da yazılanların paylaşımına ambargo koyarak yapamazsınız. Konuşursunuz, geçmişte yaptığınız çocukluklara güler geçersiniz, sonra da önünüze bakarsınız. Olması gereken de budur. Ancak insanın kafasında yarattığı sanal bariyerlerden kurtulması, öyle kolay olmuyor işte.

Yaşanmış bir olayın hatırlatılması ile birilerinin nasıl aklanıp ötekilerin nasıl karalandığının bir izahı olmalıydı. Bunu arkadaş belirtmemişti. İzmir merkezli İMECE Dostluk ve Dayanışma Derneği’nin internet sitesinde benzer bir yaklaşımdan bunu görebiliyoruz. “Naver Engin” başlığı altında, sitede şunlar yazılı. Dileyen test edebilir.

“Naver'in dirençli  ve kararlı önder tutumu okulunu terk etmeme ve arkadaşlarıyla birlikte direnme tutumu Faşist güçleri rahatsız etti. Eğitim Enstitüsü yönetimi ve Polisin yardımıyla Sivil Faşistler, Naver Engin’in sınıfını ellerindeki sopalarla ve bıçaklarla bastı. Naver Engin’i sırtından bıçakladılar. Naver Engin’i hastaneye almaya gittiklerinde yoldaşlarına  devlet güçleri şiddet uyguladı ve kitlenin üzerine ateş etti. Ancak kitleyi yıldıramadılar binlerce insanın katılımıyla Naver uğurlandı. Naver'in direçli tutumu faşist işgallerin kırılmasına yol açtı. Öğrenciler Naver'lerin yolunu izleyerek hem Necatibey Eğitim Enstitüsünde hem de Kredi Yurtlar Kurumunda faşist işgali kırdılar ve tüm öğrencilerin okullarına devam etmesinin koşullarını yarattılar.” (http://izmir.imece-der.com/2014/01/24/naver-engin/)

Yazıya göre, NEE’de saldırganlar Naver’i sırtından bıçaklarken Okul yönetimi de onlara yardım etmişti. Ben araştırmamda bunu destekleyebilecek bir belge, bulgu ve tanıklığa ulaşamadım.  Okul yönetimi, saldırının elebaşlarını okuldan attı. Bu saldırının amacını, biçimini de açıkça ortaya koydu. Bunu ortaya koyan belgeler de ortada, daha ne yapmalıydı?

Necati Eğitim Enstitüsü okul yönetiminin bu guruba mesafeli duruşunu yukarıdaki metin yeterince açıklıyor zaten. Bu guruptan bir öğretmene dönük saldırıyı örnek gösterince, tarafsız olmamakla, faşistlerin işbirlikçisi olan okul yönetimini “aklamakla”, Proleter Devrimcilere de “kara” çalmakla suçlanıyorum. Yani “Tilkinin kuyruğu suya değdi mi değmedi mi” oturup yeniden tartışacağız.

Konu komik görünse de, olayın Sosyal Psikoloji boyutuyla derin bir arka planı var. Bu bence olayın kendisinden daha önemli!

Soru şu: Solda bir gurubu, soldan bakış açısıyla düşmanın yanında konumlandıracak bir düşünce tarzı, nereden beslenip ortaya çıkmış olabilir?

Bu yaklaşımın benzerine bugün de AKP ve MHP ittifakının kendi dışındakileri FETÖ ile ya da PKK ile işbirliği yapmakla suçlarken tanık oluyoruz. Bundan 42 yıl önce Sol içinde tanık olmuşuz. 1950’lerde Adnan Menderes’in, tek parti dönemi CHP’sinin, İttihat Terakki’nin II. Meşrutiyet yıllarındaki tutumunda da benzer yaklaşımlara hep tanık olduk. Peki, bu davranış kalıbı nereden geliyor?

Siyasi yaşamda pek çok kez tanık olduğumuz bu düşünce tarzı, kendinden olmayanı ötekileştirme, düşmanın yanına koyma bizde Modern Eğitimin bir ürünüdür. Osmanlı Türk geleneği içinde Modern Eğitim, 1727-1838 yılları arasında devleti kurtaracak, ayakta tutacak asker-sivil elit yetiştirme ihtiyacı içinde ortaya çıktı. Siyasi parti kurucuları bizde hep devleti kurtarmaya soyunan “Halaskarlar” (kurtarıcılar) içinden çıktı. Sendikalar tarafından kurulan İngiltere İşçi Partisi gibi belirli bir sınıfın ya da toplumsal kesimin çıkarlarını siyasal alanda temsil edecek bir parti, bizde hiç olmadı.

Halaskar, kurtarıcılıkta rakip tanımaz, rakibi düşmanıdır. Çünkü Kurtarıcı olduğunu ispatlamak, bunu yapabileceğini (gücünü) göstermek zorundadır. Kendisine biat etmeyen ya karşısındadır ya da karşının işbirlikçisidir,  yani düşmandır. Onu yok etmek için de her yolu kullanmak, mubahtır.

Bizim siyasal yaşamımızda uzlaşma kültürünün ortaya çıkmayışı, lidere endeksli siyaset, hep buradan gelir. Siyasi kavga da bu yüzden bu topraklarda bu kadar sert geçer. Çünkü Sağcısı da Solcusu da bu anlayış içinde kimliğini bulmuştur. Bu bizde, Modern Eğitim içinde yerleşmiş siyasal davranış kalıbıdır.

Hem Necati Eğitim Enstitüsü’nde hem de Kredi Yurtlar Kurumunda sadece “Proleter Devrimcilerin” Faşist işgali kırabildiğinin esbab-ı mucibesi (yeterli gerekçesi) de budur.

Oysa asıl devrimci mücadele, öncelikle, gerçeğin böyle küçük grup çıkarları doğrultusunda tahrif edilmesine karşı verilmelidir. Bu tür çarpıtmalar,  bir gurubu ilanihaye bir arada tutmaya da aslında yetmez. 

Öte yandan bu arkadaşlar, Naver’in göğsünden değil de sırtından bıçaklanmasını da “dava” bakımından daha uygun bulmuşlar anlaşılan. Katil sırtından vurunca daha “Kalleş olur” diye düşünülmüş olmalı. Zamanında bu gurup içinde yer almış Naver’in ölümüne birinci elden tanık arkadaşım, isyan ediyor buna. “Naver katiline sırtını dönecek adam değildi, göğüs göğse vuruşmada bıçaklandı” diyor. Gurubun değil, öldürülen arkadaşının onuruna öncelik veriyor, haklı olarak.

Bunları yazarken amacım “Tilkinin kuyruğu suya değdi mi, değmedi mi” tartışması değil, sanıyorum bu anlaşılmıştır. “Bu gurup içinde yer alan bütün arkadaşlar dün olaylara böyle bakardı, bugün de böyle bakıyorlar”  gibi haksız ve yanlış bir düşünce içinde olduğum da sanılmasın.

Burada Sol’un birlikte hareket etmesine engel hastalıklarından, davranış kalıplarından söz ediyorum. Bunun o gurup, bu gurup ile ilgisi yok. Bütün guruplar içinde benzer çarpıtmalar, kol kapmalar, belden aşağı vurmalar az ya da çok yaşandı, bunu hepimiz biliyoruz. Sonuçta hepimiz aynı eğitim sisteminin ürünüyüz.

Ama bu değerlendirmeyi dürüstçe yapmak zorundayız. Türkiye’de giderek otoriterleşen sistemde ortaya çıkan bazı davranış kalıplarının Sol içindeki etkilerinden sakınmayı öğrenmeliyiz. Geçmişte yaşananlar üzerinde durup düşünmezsek, bugün ne yapmamız gerekir sorusuna doyurucu cevap bulamayız.

Burada önemli bir olgunun da altını da çizmek isterim. Ben sonuçta Necati Eğitim Enstitüsü üzerinden bir araştırma yapıyorum. Okul yönetiminin o dönemde yapıp ettikleri, ya da yapamadıkları beni fazlasıyla ilgilendiriyor. Yani o dönemdeki Sol gurupların yapıp ettiklerini yeterince anlatmamam, bunları önemsemediğim anlamına gelmiyor. Böyle bir değerlendirme beni üzer.

Sonuçta araştırma evreni içinde kalmak zorundayım. 1970-80 arasındaki antifaşist mücadeleyi anlattığım gibi bir iddiada asla bulunmadım. Zaten bunu yapmaya kendimi yetkili de görmem.

Böyle bir çalışma elbette yapılmalıdır. Ama daha 42 yıl önce bir yerlerde takılı kalmışken, bazı önyargıları korur ve bunları tartışamazken bunun altından nasıl kalkarız, bilemiyorum.

Bildiğim bir şey var o da şu:

Gün ayrılıkları öne çıkarma günü değil. Hatalarımızı görüp, önyargılarımızı arkada bırakıp birbirimizle daha sıkı kenetlenme günüdür. Birbirimizi sevme, güvenme, anlama günüdür. Çünkü gelecek günler hepimiz için daha vahim olabilir.

NOT: HDP’nin var olma mücadelesi içinde başlattığı yürüyüşleri gönülden destekliyor,  kendini solda gören herkesi, bu yürüyüşlerin Corona tedbirlerini araç olarak kullanıp engelleme girişimlerine karşı çıkmaya çağırıyorum.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums