- 26.03.2012 00:00
Bizim siyasal kültürümüzün devleti kurtarma eksenli, uzlaşmaz, lider sultasına dayalı oluşmasında “çöküyoruz”, “dağılıyoruz” paranoyasının önemli payı var. Modern eğitimi ortaya çıkaran güdü bu olunca, amaç da asker, sivil “kurtarıcılar” (Halaskarlar) yetiştirme biçiminde tecelli etti. Yeni Osmanlılarla “Osmanlıcılık” etrafında siyasal birlik arayışı ilk siyasi deneyimimizdi.
II. Abdülhamit döneminde modern eğitimin yaygınlaşması ile Mülkiye, Tıbbiye, Hukuk ve Harbiye gibi mekteplerde yetişen Jön Türkler, daha 1902’deki ilk kongre de bölündüler. İttihat ve Terakki daha merkeziyetçi, seçkinci, antidemokratik, etnik milliyetçi bir çizgide kendine bir yol açarken; Hürriyet ve İtilaf daha âdemi merkeziyetçi, liberal, Osmanlıcı, özgürlükçü, dış müdahaleye açık bir çizgi benimsedi.
Cumhuriyet, bağımsızlık mücadelesi koşullarında, süreci kontrol eden İttihat ve Terakki bünyesinde yetişen kurtarıcı elit elinde hayata gözlerini açtı. Bu nedenle siyasi birlik arayışı başlangıçta etnik kültür temelinde ve merkeziyetçi gelenek doğrultusunda gelişti. CHP çizgisinin milliyetçilik-laiklik ekseninde Türkçülük ve Sünni İslamcılılık temelinde merkeziyetçi geleneğe dayalı siyasi birlik arayışı; bir yandan Kürt Milliyetçiliğinin ortaya çıkmasına, diğer yandan dini referans alan arayışların toplum içinde güçlenmesine zemin hazırladı.
12 Eylül sonrasında küresel ekonomi ile bütünleşme, Türk İslam sentezi arayışı içinde hızlandı. Geleneksel merkeziyetçi asker-sivil elit, yeni sürece ayak uydurmakta güçlük çekti. Siyasi ekonomik rant kavgası içinde ekonomik bunalım giderek derinleşti. Milliyetçi-laik seçkinler toplumsal tabanlarını hızla yitirirlerken; dini referans alan siyasi güçler her geçen gün biraz daha güçlendiler, merkeze taşındılar. Geleneksel siyasal elit’in bıraktığı boşluğa yerleşmeye başladıkça, devraldıkları merkeziyetçi ve milliyetçi gelenekle ideolojik boyutta buluştular.
Yani Türk İslam sentezi yolculuğuna milliyetçi damar içinde çıkıldı, ama milliyetçi seçkinler bunu ağızlarına yüzlerine bulaştırdılar. Sürdüremediler. Dini referanstan yola çıkarak devleti yönetmeye soyunan AKP orijinli siyasi elit, milliyetçilik değirmenine su akıttığı ölçüde siyasal sistem içinde yerini sağlamlaştırabileceğine inandı. AKP’nin son dokuz aylık uygulamalarına bakıldığında bir çeşit İslam-Türk sentezi yolculuğuna çıktığı, bu yolla belirleyici unsur haline gelmeye çalıştığı görülüyor.
Kürt sorununda geleneksel yöntemlere dönmesi bunu teyit ediyor. Merkeziyetçi geleneğe geri dönüyor. Tıpkı II. Abdülhamit’in yaptığı gibi, merkeziyetçi yapıyı dini kullanarak sağlamlaştırmaya çalışıyor.
O nedenle bu koşullarda hazırlanacak anayasa “yeni” değil, olsa olsa “yine” olacak. Oysa anayasanın “yeni” olabilmesi, iki şeye bağlıdır. Bir vatandaşın nasıl tanımlanacağına, bir de devletin nasıl tanımlandığına. İnsanların vatandaş olabilmeleri için yine illa ”Türk” mü olmaları gerekecek; yoksa sadece vatandaş olmaları yeterli mi olacak.
İkincisi de devlet seçilmişler eliyle eskisi gibi Ankara’dan yönetilmeye devam mı edecek. Yoksa insanların yönetime katılacakları, yönettiklerini kontrol edebilecekleri yerinden yönetim mekanizmaları mı oluşacak?
Hala Fransa’dan örnek aldığımız merkeziyetçi örgütsel yapıyı sürdürecek miyiz? Fransa Bunu 1981’de değiştirdi. Merkez elinde bulundurduğu yetkilerin önemli bir bölümünü yerel parlamentolara devretti.
Biz ne zaman insanımıza güveneceğiz. Sosyal hizmetler, sağlık, eğitim, bayındırlık, sosyal güvenlik gibi hizmetleri neden hala merkezden düzenlemek de ısrar ederiz. Neden il idare meclisleri yerel parlamentolar haline gelmez. Neden seçilmiş il idare meclislerinin başında atanmış bir vali bulunur. Valinin yetkilerini seçilmiş parlamentoların aldıkları kararları merkez adına usule, hukuka uygun olup olmadığını denetlemekle neden sınırlandırmayız? Daha ne kadar Uludere, Sivas gibi katliamların hesabını valilerden sormaya devam edeceğiz.
Tarhan Erdemin başını çektiği “Demokratik Cumhuriyet Programı” adı altında devletin demokratik yeniden örgütlenmesine dönük yapılan çalışma hala ortada duruyor. Kürt sorununa kalıcı çözüm arama gibi bir niyet varsa; Çağdaş demokratik, huzur içinde bir Türkiye özlemi varsa; yeni anayasa çalışmaları içinde bu çalışma mutlaka değerlendirilmelidir.
Yeni anayasa, devletin akılcı kurumsal yeniden ve yerinden yapılandırılması; sosyal barışın sağlanması arayışlarına yanıt verecek şekilde hazırlanmalıdır. Yeni anayasa, eğitim bütünsel bir reform için alt yapı oluşturulmalıdır.
Mesleki teknik yüksek okullar ve Üniversiteler dışında bütün okullar, özellikle meslek okulları, İl Genel Meclisleri bünyesinde oluşturulacak kurullarla yönetilmelidir. İl Genel Meclisi içinde oluşturulacak Bölge Mesleki Eğitim Kurullarında o bölgedeki ilgili oda, dernek ya da birlikler şeklindeki mesleki örgütlenmeler olmalı. Yerel yönetim temsilcisi olmalı, milli eğitim il müdürlüğü olmalı, bölgedeki ilgili meslek okulları temsilcileri ve bölgedeki üniversiteden ilgili alan uzmanları olmalı. Neden bunu öneriyorum. Çünkü bölge yaşamındaki çeşitlik, zenginlik, devinim ve bölge ihtiyaçları ile ilişkilendirmediğimiz sürece Meslek okulları gelişemez. Bölge yaşamını etkileyemez. Bir anlamda ölü doğar. Nitekim hep böyle oldu.
Burada çerçevesini çizmeye çalıştığım meslek okulu modelini, kafalarda somutlaşabilmesi bakımından bir örnek ile açmak istiyorum.
Diyelim ki İlköğretim 8. yılın sonunda İlköğretimi Bitirme Sınavı sonuçlarına göre bir öğrencimize, belirli meslek okullarından birine gitmesini önerdik. Veli öneriyi dikkate aldı. Çocuğunu örneğin: Bölge Mesleki Eğitim Kurulu bünyesinde; müftülük, milli eğitim il müdürlüğü içindeki din görevlileri yetiştirme sorumlusu, bölgedeki ilahiyat Fakültesinde görev yapan bir öğretim görevlisi, yerel yönetimden bir yetkiliden oluşan “İl Din Görevlileri Yetiştirme Meslek Kurulu” bünyesinde yer alan bir imam-Hatip okuluna kaydetti. Öğrencimiz, ilk iki yılda aldığı teorik derslerin ardından istese liseye ya da başka bir meslek okuluna yatay geçiş yapabilirdi; ama yapmadı. İki yıllık teorik eğitimin ardından müftülüğün gösterdiği merkezlerde (camiler, mezarlıklar vb..), belirli bir ücret ve sosyal güvenceye sahip olarak hem uygulamalı hem teorik eğitimini sürdürdü ve tamamladı. Fakat süreç sonunda fikrini değiştirdi üniversitede psikoloji okumaya karar verdi. Bir yandan da lisede bu alanla ilişkilendirilen ilgili programları (örneğin matematik) takip ederek ve ya dışardan alarak lise bitirme olgunluk sınavına girdi. Lise Bitirme Sınavı sonucunda ilgili alan için belirlenen taban puanın üstünde bir puan aldığı için Fen ve Edebiyat Fakültesinin psikoloji bilim dalına performans dosyasıyla başvurdu. Psikoloji bölümünün belirlediği yeterliğe sahip olduğu belirlendiği için de bu bölüme kaydolarak eğitimine devam etti.
Gerçekten İmam-Hatip Liselerini meslek okulu yapmak istiyorsanız, böyle bir model üzerinde çalışmalısınız. Yoksa İmam Hatip Liselerinin orta bölümlerini açarak, bu okulları “dindar gençlik yetiştirme” yoluyla AKP’nin var oluşunu güvence altına alma aracı haline getirirseniz. Gün gelir, bu dayatmalarınızın hesabını bu toplum sizden sorar; sizi affetmez.
Yeni anayasa çalışması kendi içinde barışık, çağdaş, demokratik, katılımcı Türkiye’yi hazırlama yolunda bir fırsattır. Haklarını ve sorumluluklarını bilen, soran, sorgulayan, diğer kültürlere-değerlere saygılı, yaratıcı, üretken, çağdaş insanı üretecek eğitim sisteminin, mesleki teknik eğitimin alt yapısını oluşturmak için önemli bir fırsattır.
Gelin bu fırsatı siyasi çekişmeler içinde heba etmeyelim.
Yorum Yap